Meclis’i kamera işportacıları mı bastı?

Güncelleme Tarihi:

Meclis’i kamera işportacıları mı bastı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 22, 2010 10:18

9 Kasım günü, AKP’nin Meclis grup toplantısı başlamadan önce foto muhabirleri ve kameramanlar her zaman olduğu gibi yerlerini almış, çalışmaya başlamışlardı.

Haberin Devamı

Bir görevli, AKP MKYK üyesi ve İstanbul milletvekili Edibe Sözen’in yanına giderek, kameraların cep telefonunu zumladığı (teleobjektifle yakınlaştırarak çektiği) uyarısında bulundu. Bunun üzerine Sözen, basın locasına dönerek, “Arkadaşlar kim çekiyor? Bu marifet mi?” diye seslendi. Gazetecilerden karşılık alamayınca bu kez sinirlendi:

“Kamera işportacılığı yapıyorsunuz...”

Sözen, elindeki cep telefonundan da twitter’a, “Bugün gruptan twit yok arkadaşlar, kameramanlar mesajları zumluyor: pes” diye yazdı. Sözen’i arayıp, o gün foto muhabirleri ve kameramanlara “kamera işportacılığı” suçlamasının nedenini sordum. Aynı zamanda iletişimbilimci olan Prof. Dr. Edibe Sözen, özetle şu yanıtı verdi:

“Kanal D akşam haberlerinde benim telefonumda arkadaşımın mesajı görüntülendi. Geçtiğimiz aylarda Fox TV’de yine bir telefon mesajım yayınlandı, zumlanarak. Ondan önce de çalışma notlarımız, bir milletvekili arkadaşımla paylaştığım notlar yayınlandı, satır satır. Mesaj ya da notların yayınlanmasında hiçbir mahsur yok ama yayınlama yöntemi sizce doğru mudur? Gazeteciler elbette görevlerini yapacaklar. Özel alan, bireyin hukuku vs. bunlar olmadan habercilik yapılmaz, yapılmamalıdır.”

Sözen, AKP Grup salonunun “kamusal alan olduğu” hatırlatılınca da “Grup salonu değil ki, zumlanan telefonumdaki mesajlar. Haber torpil arayanlar diye veriliyor ve benden bir şey istemeyen arkadaşımın mesajı gösteriliyor” dedi.

Okur Temsilcisi olarak, kameraların ve objektiflerin bir “kamusal alan” olan AKP Grup salonunda serbestçe çalışabilmesini önemsiyorum. Nitekim foto muhabirleri o salonda daha önce “kamu yararı” olan bazı fotoğraf ve görüntüler çekmiş, bunu yayınlamışlardı. Hürriyet’te Hasan Tüfekçi imzasıyla 10 Kasım’da yayınlanan “Vekil hacda oyu Meclis’te” başlıklı fotoğraflar da, yine bir “kamusal alan” olan Meclis Genel Kurulu’nda, yine teleobjektifle çekilmişti.
Tüfekçi’nin fotoğraflarında, AKP Kahramanmaraş milletvekili Veysi Kaynak, bir deste oy pusulasını görevliye verirken görülüyordu. Fotoğraflar, hacca giden 80 kadar AKP milletvekilinden bir kısmının yerine oy kullanıldığını kanıtladığı için yayınlanmasında “kamu yararı” olduğu açıktı.

Sözen de bu tür fotoğrafların çekilmesinde bir mahsur olmadığını kabul ediyor. Burada anlaşıyoruz. Onun asıl itiraz ettiği, cep telefonu ekranının görüntülenerek özel alanına tecavüz edilmesi. Sözen, bu konuda son derece haklı. Bir kişinin cep telefonu görüntüleri, kamusal alanda da olsa özel alana girer; hele o telefondaki notların yayınlanması kişinin özel iletişim hakkının gasp edilmesi anlamına gelir. Foto muhabiri ve kameramanların basın locasına oturup, her milletvekilinin cep telefonunu tek tek zumlayıp, ne var ne yok diye bakması meslek ilkelerine uygun bir davranış olarak görülemez.

Ama istisnası olamaz mı? Elbette olabilir. Tesadüfen ya da daha önceki bazı verilere dayanarak bir milletvekilinin cep telefonunda torpil ya da rüşvet gibi bazı konularla ilgili görüntüler elde edilmişse bunlar yayınlanabilir. Ölçü, yine kamu yararıdır. Fakat Sözen’in, cep telefonundaki özel mesaj görüntülerinin, öyle olmadığı halde “torpil arayanlar” diye verilmesi ciddi bir mesleki hata.

Yine de Sözen’in o gün locadaki bütün foto muhabiri ve kameramanları suçlamasını benimseyemedim. Kim yaptıysa onu muhatap alması daha uygun olurdu düşüncesindeyim.

Haberin Devamı

Zor komşu dizisine itirazlar

Haberin Devamı

Cansu Çamlıbel ve Sebati Karakurt, Kuzey Irak’a giderek orada olup bitenleri, ilginç gözlemler, söyleşiler, fotoğraflarla Hürriyet okurlarına yansıttılar. “Zor komşu” başlıklı beş günlük dizi, yanı başımızda yaşanan sosyal ve siyasal değişimin nesnel bir gazetecilik diliyle anlatılması bakımından önem taşıyordu.
Dizi boyunca kullanılan “Kürdistan Bölgesi” ve “Kürdistan” tanımlarına kimi okurlardan tepkiler geldi. Adını sadece Turan olarak veren bir okur, “Böyle bir oluşumdan benim haberim yoktu. Türkiye Cumhuriyeti’nden önce gazeteniz mi tanıdı bu yeni sınır komşumuzu?” dedi. Oğuz Alp Afacan da “Okuduğumda çok sinirlendim. Bunun böyle bir devletin varolduğunu kabul ettirmek için yapılan bilinçli bir hareket olduğunu düşünüyorum” diyerek protesto etti. “Bozkurt Hasan” adlı okur ise dizide bu tanımın kullanılmasını kınarken, görüşünü şöyle dile getirdi: “Irak devletine bağlı olan Kuzey Irak bölgesini Kürdistan olarak kabul etmenizi ve haberi bu şekilde vermenizi esefle ve nefretle kınıyorum. Türkiye’nin birlik bütünlüğü komşusu olan ülkelerin birlik bütünlüğünden geçer. Hürriyet gazetesi Türk ailelerin vazgeçilmez gazetesidir. Bu yüzden üstünüze yüklendiğiniz misyonun sorumluluğu çok ağır.”

Okur Temsilcisi olarak okurlardan gelen bu eleştirileri değerlendirirken, öncelikle dizide geçen “Kürdistan Bölgesi” tanımının nereden kaynaklandığına baktım. Bu tanımın kaynağının doğrudan Irak’ın yeni Anayasası olduğunu gördüm. Yeni Anayasa, Irak yönetiminin çerçevesini “Cumhuriyetçi, federal ve parlamenter demokrasi” olarak çiziyor. Anayasanın 114. maddesinde de “İşbu Anayasa yürürlüğe girdikten sonra Kürdistan Bölgesi’nin mevcut makamlarını federal bir bölge olarak kabul eder” deniyor; “Kürdistan Bölgesi” tanımı, Irak Anayasası’nın başka maddelerinde de yer alıyor.

Ayrıca Türkiye, farklı yasaları ve hükümeti olan bu bölgenin merkezi Erbil’de bir başkonsolosluk açtı. Başbakanlık Basın Merkezi de, 26 Ekim 2010’da Ankara’yı ziyaret eden Neçirvan Barzani’yi, “Irak Kürdistan Ulusal Yönetimi Eski Başbakanı ve Irak Kürdistan Demokratik Parti Genel Başkan Yardımcısı” olarak anons etti. Barzani, Başbakan Erdoğan ile bu sıfatla görüştü.

Bu durumda Hürriyet’in yazı dizisinde “Kürdistan Bölgesi” denilmesi de yadırganmamalı. Kuşkusuz uzun zamandır kullanılmayan bu tanımın yazı dizisinde yer alması editoryal bir tercihti. Ancak Hürriyet’in bu tanımı kullanması yeni bir devletin tanınması ya da tanınmaması ekseninde ele alınamaz. Sadece komşu ülkedeki bir olgunun okurlara, oradaki adıyla sanıyla aynen aktarılması çabası söz konusu.

Hem biz gazetecilerden siyasi misyonla hareket etmemizi beklemek düpedüz haksızlıktır. Sahada siyasi misyonla çalışan gazeteci, önüne çıkan verilere özel gözlükle bakıp, okurlara gerçeğin çarpıtılmış halini aktarabilir. Gazetecilerin asli görevi, okurlara bilgiyi en yalın haliyle vermektir. Okur da o verileri kendi dünya görüşüne göre yorumlar.

Haberin Devamı

Okurdan kısa kısa

Rıfat Karkason: Gazetenizde Türkiye’nin ilk çocuk hastanesi olarak geçen, rahmetli Prof. Dr. Seyfi Basa’nın açtığı Se-Ba Çocuk Hastanesi, ne yazık ki ülkemizde açılan ilk çocuk hastanesi değildir. İlk hastane Manisa’da açılan ve 1933’te faaliyete geçen Moris Şinasi Çocuk Hastanesi’dir.

Not: Ayrıca günümüzde Şişli Eftal Hastanesi olarak anılan hastane de Sultan II. Abdülhamid’in 1898’de 8 aylıkken ölen kızı Hatice Sultan’ın anısına yaptırdığı bir çocuk hastanesiydi.

Celal Balcı: 14 Kasım günü gazetenizde, “En ucuz kurban Adıyaman’da kesilecek, 1.5 milyar liralık hayvan bıçak altına yatacak” başlıklı haberinizde Türkiye’nin tüm illerini kapsayan bir tablo hazırlamışsınız. Tabloda Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’yı es geçmişsiniz.

Mustafa Çakır: Bugün (16 Kasım) gazetemizle birlikte bir ek vermişsiniz ve ‘Gazetemizin armağanı’ notu düşmüşsünüz. Allahınızı severseniz reklam ne zamandan beri armağan oldu? Gazetenin zaten dörtte üçü reklam, bir de ekte reklam veriyor, buna da armağan diyorsunuz. Bu beni rahatsız etti.
Erdem Eren: 15 Kasım tarihli gazetenizin 19. sayfasında Turgut Reis’le ilgili haberinizde doğum yeri olarak bir sütunda Turgutreis-Karabağ, diğer sütunda ise Menteşe’ye bağlı Sıralovaz köyü deniliyor. Hangisine inanalım?  

Not: Turgut Reis, Sıralovaz yarımadasının ucundaki Karabağ köyünde doğdu. Menteşe, Muğla’nın eski adı. Karabağ köyü de bugün artık Bodrum’un Turgutreis beldesinin bir mahallesi durumunda.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!