Marşa basmaktan aciz tosbağa modeli hayat

Setten ölmüş bir komedyenin ağzından God’s Comic’i söyleyen (Hadi Tanrı pek şakacı, şeklinde çevirelim) Elvis Castello’nun dalgacı sesi yükseliyor: "I wish you’d known me when I was alive / I was a funny fella..." (Beni yaşarken tanımanı isterdim; komik bir heriftim...)

Böyle ölüm gibi ağır mevzulara bile Elvis Castello’ya yakışır bir kıkırdamayla bakasım var ne hikmetse; baharın çıldırma ve depresyondan yere yapışma faslını atlattık da hafifliğini yaşar mı olduk ne...

Perşembe günü, Romanya’daki sokak çocukları yararına düzenlenen, AB üyesi ve adayı ülke liderleri ile eski sporcularının arasında dönen maçı izliyor, her "Top Sayın Başbakanımızın ayağında" cümlesinde gülmekten yere yapışıyor ve ertesi günü kaç gazetenin "Avrupa’ya gol attık!" başlığıyla çıkacağını düşünüyordum NTV’de... Gördük işte neticeyi... Hemen hemen hepsi...

Deniz Baykal, Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu gibi muhalefet liderleri, işin içinde "gıpta etmelerinin" de payı olsa gerek, küstümçiçeği tavrı takınmış ve maçı izlememişler gerçi. Olsun varsın, Erdoğan dönüşte kürsüye çıkacak ve attığı goller konusunda AKP’li yoldaşlarının topuyla bir "high five" çakacaktır.

Hem üstelik Demirel Baba da maçı izlemiş ve her zamanki gibi "Sahalar birbirine benzemez yalnız. Saha da farklı, meydan da farklı, siyaset de farklı. Orada gol atmak iyi bir şey tabii. Mühim olan mesele, neticedir" şeklinde; her anlama gelebildiği gibi hiçbir anlama da gelmeyebilen, meşin yuvarlak kadar toparlak bir laf etmiş.

Valla bana sorarsanız, golü bilemeyeceğim de esas topu Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez, Bolivya Cumhurbaşkanı Evo Morales ve hatta zirve fotoğrafı çekilirken, Arjantin ve Uruguay arasındaki nehrin kenarına inşa edilmesi söz konusu káğıt fabrikasını protesto etmek için yarı çıplak bir şekilde kadrajda pörtlemek suretiyle eylem koyan Arjantinli Greenpeace’çi abla patlattı. (Chavez gerçi, ablaya bakmaktan, elindeki pankartı okumaya fırsat bulamamış!)

KOÇ UYANANA KADAR BÖĞRÜMÜZDE İKİ BURMA

Chavez; "Kuzey Amerika imparatorluğu ölsün!" gibi ağııır bir tonda Washington’a laf geçirdi; Morales deseniz, yabancı yatırımcılara tazminat ödenmeyeceğini açıkladı, Brezilya başta olmak üzere, yabancı şirketleri ülkesini dolandırmakla suçladı.

Sadece kazak değil, tavır da değiştirmiyor pek abiler...

Dostluk kazansın temennileri burada da şık bir klişe olmaktan öteye gidemiyor bittabi. Halı sahada bizi istemediğini alenen ifade eden Avusturya Başbakanı Schüessel’le "Çaaak!"ışınca, AB yolları açılmıyor.

Ama yedi cihanla muhabbette olmanın cebe zararı da yok tabii...

İstanbul Belediye Meclisi’nin imar planında yaptığı, "ticari alan"dan "turizm ve ticaret alanı"na doğru şakkadanak bir değişimle, Dubai Kuleleri’nin inşaat alanı 97 bin metrekarecik artırıldı mesela. Böylece Şeyh Maktum’un araziyi satın alması için ihaleye girmesi bile gerekmiyor.

Ben pas diye buna derim. Kadir Topbaş topu ayağından çıkardı; bundan böyle Maktum’un muhatabı belediye değil Turizm Bakanlığı olacak. Atilla Koç’un şöyle bir içinin geçip başının önüne düşmesine bakar ikiz kulelerin dikimi. Atilla Bey, şöyle bir dalıp da uyanana kadar, İstanbul’un böğründe iki burma... Hadi ondan sonra orası o binanın yükünü kaldırsın diye, altyapı silbaştan... Top yine Sayın (!) Belediye Başkanı’nın ayağında...

Karısını aldattığı için döven AKP Milletvekili Halil Ürün gibi, yakın dövüş sporlarını tercih eden milletvekillerimiz ayrı bir konu tabii... Şimdi şöyle bir daha okuyunca, bir önceki cümlenin yanlış anlaşılmaya mahal verebileceği endişesine kapıldım.

Haberi zaten görmüşsünüzdür, pek "sayın" milletvekili, karısı kendisini aldattığı için değil, kendisi karısını aldattığı ve eşi Esma Ürün kendisiyle bu konuda konuşmak istediği için onu dövüyor. Kafaya çanta ekleştirme ve kaşa yumruk çakma modelinde ve o bildik "Git istediğin yere şikáyet et, bana dokunamazlar" güftesiyle meşhur "Dokunulmazlık" türküsü eşliğinde...

Düzenli aralıklarla hatırlatılıyor ama gerekirse her Allah’ın günü de sorulabilir yani. Biz de hazır ayaktayken bir kez daha soralım bari: Hani dokunulmazlıklar kalkacaktı abi?

77 YAŞINDA ŞIRIMŞIK TÜRBANIMSILI TENİSÇİ

Ah anneciğim ah... Hani bugün senin günün ya, sen kalkıp yine "Benim anneler günümü kutlamanın en şahane ifadesi, senin de anne olmandır" filan şeklinde dile geleceksin.

34 yıl önce pederle beni rahmine düşürdüğünüzde, "Bak güzelim, biz şimdi seni yapıyoruz ama ileride çok canın sıkılacak. Ceddin dedendir, neslin babandır, hayatın hep böyle marşa basmaktan aciz tosbağa modeli mehter marşı eşliğinde akacaktır" dedin mi; demedin...

Ben şimdi, hele bir de kızım olursa, bu can sıkıntısını bayrak yarışıymış gibi ona nasıl aktarayım? 34 yıl sonra o çocuk gelip de bana, "Ya, anne, niye aylardır cumhurbaşkanı kim olsun diye tartışılıyor? Mini etek giyen kızları mı dövmek caizdir, türban takan kızları mı? Yoksa kadın olarak doğmak, doğal kötek sebebi midir? Harem-selámlık nasıl hálá söz konusu olabiliyor? Ve buna nasıl olup da ’demokrasi’ denebiliyor? Muhtıra ne demek? Darbenin örtülüsü mü şıktır örtüsüzü mü? Ayrıca sence de 77 yaşında bir kadının, hadi bütün akademisyenlerle car car tartışıyor ve her konuda ahkám kesiyor ama hálá o yırtık tişörtlerle magazincilere dil çıkarıp gözlerini şakacıktan şaşı yaparak tenis oynaması ve şırımşık türbanımsılarla başını örtüp poposunu açması biraz acayip değil mi?" diye sormaz mı?

Sorar.

Zira muhtemelen, 34 yıl sonra da aynı haltları konuşuyor, tartışıyor olacağız.

Hadi güzel validem sultanım; o bal gözlerinden aşk ile busederim. Hayır, sıkıcı bir haftaydı; havaların düzelmesi yetmiyor, gündem de düzelmediği sürece, bu sene de sana torun morun yok.

İyi haber mi istiyorsun? Her şeye rağmen kızın hálá kıkırdıyor, kıkırdayabiliyor... Hediyeden sayarsın diye umarım. Haftaya Kumru’yla geldiğinizde, bir de yemek ısmarlarım.

Hayatının bir kısmı da benim kıçımı toplamakla geçtiği için abladan ziyade yarı annem sayılan Banu’mu da benim için öp, Kara Muço da öpsün, hatta vantuzlasın.

Anne gibi annelerin tümünün, bu ülkede hem kadın, hem anne, hem de insan olmayı becerebilen herkesin önünde şapkamı saygıyla çıkarırım...

Her şeye rağmen yaşamayı başarmak, rağmen yaşamak denir buna. Vallahi helál olsun.
Yazarın Tüm Yazıları