Paylaş
40 yılda 40'ı aşkın çocuk kitapları yazdınız. Bu yola nasıl çıktığınızdan ilham kaynağınızın ne olduğundan ve bizlere kısaca hayatınızdan bahsedebilir misiniz?
Beyşehir Gölü (Konya) kıyısında Tolca Köyü’nde doğdum. İlkokulu köyümde tamamladım. O dönemimde ders kitaplarının dışında bir kitap görmedim, okumadım da. O yıllarda sadece ders kitapları ulaşabiliyordu köye. Onun için şiir, öykü, romanla – büyüklerimizden hep masal dinleyerek büyüdüğümü saymazsak - ders kitaplarında tanıştım. İlkokul 4. ve 5. sınıf Türkçe ders kitaplarında okuduğum ve beni çok etkileyen üç öyküyü satır satır hatırlarım hâlâ: “Kirazlar (Reşat Nuri Güntekin), Kaşağı (Ömer Seyfettin), Eskici (Refik Halit Karay)”.
Ulusal bayramlarda okumak için ezberlediğim şiirlerin dışında kitapda görüp ezberlediğim ilk şiir de Behçet Necatigil’in Kır Şarkısı idi.
Ders kitapları dışında ilk kitabımı ortaokul için gittiğim Beyşehir’de halk kütüphanesinden alıp okudum. Kitap okumayı çok sevdim; Beyşehir’de kaldığım ortaokul ve lise yıllarımda kütüphanenin en çok kitap okuyan üyesiydim. Sonra İstanbul’a geldim, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okumaya başladım. Üçüncü sınıfta, bir yıl sonra okul bitecek, hangi alanlarda çalışacağım diye düşünmeye başladığımda, rakamlardan çok harflerin dünyasını sevdiğimi fark ettim. İktisat okumamın en büyük faydalarından biri bana bunu fark ettirmesi oldu diyebilirim… Eee, madem harfleri daha çok seviyorum, o zaman o alanda yürüyeyim dedim… Dedim ama benim böyle düşünmemi sağlayan elbette ortaokul yıllarımdan itibaren çok iyi bir okuyucu olmamdı. Bilindiği gibi, yazmaya karar vermenin ve yazar olmanın en başta gelen koşullarından biri, önce iyi bir okur olmaktır.
Yazma çalışmalarıma öykü - masal karalamaları yaparak ve İstanbul Radyosu’nun çeşitli programlarına oyunlar yazarak başladım. Daha sonra da kitap çalışmalarına geçtim.
Hep ayrımı yapılan sayısal ve sözel yeteneklerin aynı kişide olmasını nasıl açıklıyorsunuz? Hem sayısal hem de sözel zekaya sahip olmak nasıl bir duygu?
Bizim zamanımızda ayrım, sözel - sayısal diye değil Edebiyat - Fen diye yapılırdı. En sevdiğim dersler Türkçe ve tarih olmasına rağmen lisede fen bölümünde okudum ben. Edebiyat mezunlarının girebileceği okulların daha sınırlı olması ve bu bölümü daha çok zayıf öğrencilerin tercih ettiği yolunda bir algımızın olması bunda etken oldu sanırım. Fen ve Matematik ile öyle ahım şahım değildim ama bir sorunum da yoktu. 10 üzerinden 7 - 8’le geçiyordum. Daha sonra bilerek ve isteyerek iktisat fakültesini seçtim. O zamanlar kişisel yetenek ve eğilimlerin önceden, daha yolun başlarında tespit edilmesi diye bir şey yoktu…
Herkes kendi el yordamıyla, kolayına ya da zoruna gitmesine bakarak, hangi yola gireceğine kendisi karar veriyordu. Bu da epey bir zaman alıyordu; ben doğru seçimimi fakültede verebilmiştim ancak. Öte yandan Fen ve İİktisat okumamın bana kazandırdığı matematik duygusundan çokça yararlandığımı da belirtmeliyim. Kulağa biraz tuhaf geliyor ama yazmak, aynı zamanda bir matematik işi… Öykünün, şiirin bir matematiği vardır… İşin matematiği diye bir tabir vardır bunu anlatan… Hayat ve yazmak matematiksiz olmuyor, olmaz.
Neden hep çocuk kitapları yazdınız? Çocuklarla bağınız nasıl?
Bir türlü büyüyemediğim için diyeceğim geliyor… Aslında, az da olsa, büyükler için de çalışmalarım var; daha çok derlemeler şeklinde… İlk yazma çalışmalarım radyo oyunları ve öykü - masal karalamalarıydı. 1978 - 79 yıllarında artık bir kitabım olmalı diye bir hedef koymuştum önüme; kendime rüştümü ispat etmek istiyordum sanırım…
1979 Dünya Çocuk Yılı ilan edilmişti. Gazete, radyo ve tv’de sık sık, çocuk kitapları üzerine konuşmalar yayınlanıyordu. Biraz da bu yayınların etkisiyle yazacağım ilk kitabın bir çocuk kitabı olmasına karar verdim. Peki ama ne yazacaktım? Bir konu bulmak için kıvrandığım o günlerde Maksim Gorki’nin çocuk yazarlarına seslendiği bir yazısını okudum. Yazısında Gorki, doğa olaylarının çocuklar için çok güzel konular sunduğundan söz ediyordu. Aklıma hemen çocukluğumun haftalarca devam eden karlı günleri geldi.
O zamanlar çok kar yağardı ve kar tatili diye bir şey de yoktu. Okula haftalarca karlara bata çıka gider, kar topu oynamaktan ellerimiz buz keserdi. O dönemi hatırlamak bana cesaret verdi ama cesaret yeterli değil elbet. Çünkü bir öykü yazmak başından geçenleri, gördüklerini ya da gözlemlerini yazıya dökmek değildir. Elbet bunlardan yararlanırsın ama bir olay ya da konuyu edebi olarak yazmak biraz daha fazla çabayı ve “öykü yazmayı” öğrenmeyi gerektiriyordu. O zamanlar, bugün olduğu gibi yazma tekniklerini konu eden kitaplar da yoktu. Daha önce yazılmış iyi kitapları tekrar tekrar okuyarak, onların yazılma sırlarını kendime göre çözmeye çalışarak yazı kozamı örmeye başladım. İlk kitabım olan Kar Tanesi’ni yazmaya çalışırken aynı zamanda yazmayı da öğrenmeye çalışıyordum. O nedenle, Kar Tanesi benim için sadece yazarlık tarihimin ilk kitabı değil, birçok açıdan da ilk kitabımdır.
Ülkemizde son zamanlarda yaşanan çocuk kitaplarındaki rezaleti nasıl karşılıyorsunuz?
İnsanlık dışı bir tutum ve tavır! İnsanın nutku tutuluyor, aklı şaşıyor… İnsan hakları konusunda; cinsiyetçi, ailesel, sosyal, bölgesel, mahalli ve ulusal sınırları aşamamamızın bir sonucu… Bu tür düşünce ve tutumların insanlık dışılığını yazarak, konuşarak, söyleyerek her alanda anlatmaya devam edeceğiz…
Şunu da belirtmeliyim ama böyle rezalet çalışmalarla karşılaşınca hemen işin kolayına kaçılıp, çocuk kitaplarının bakanlıkça denetlenmesi konuşulmaya başlanıyor. Dünyadaki ve Türkiye’deki tarihsel örneklerden biliyoruz ki, bu tür bir işleyiş hemen sansüre dönüşür, dönüşmüştür. Kitap yazmak, iktidarların anlayışlarına uygun yazmaya dönüşür hızla. Dünyanın her yerinde, bu böyle olmuştur.
Elbette çocuklar için yazmanın “çocuğa görelik” diye bir ölçüsü vardır. Bu ölçünün denetimi ve sorumluluğu yazarlarda, yayınevlerinde, editörlerde, eleştirmenler, öğretmenler ve elbette anne-baba’larda olmalıdır. Öbür türlüsünde anne - babalar kötü kitaplardan kaçalım derken çocuklarına okutacak iyi kitap bulamaz duruma gelirler.
Çocuk kitabı seçimi çok ciddi ve önemli bir iş. Ebeveynlere çocuk kitabı seçerken neler önerirsiniz?
Anne - baba için çocuklara kitap seçmek, sadece “kitap seçme” işi değildir. Ondan daha önemlisi çocuğuyla kurduğu ya da kuracağı ilişki tarzıdır. Bu tarz, ‘ben bilirimci, otokratik bir tarz olmamalı. Çocuğun seçtiği ya da okumayı tercih ettiği kitaplarla ilgili olarak çocuklarla onu sorgulayan, hesap soran değil anlamaya ve anlatmaya dayalı demokratik bir ilişki kurulmalı. Hemen söylemeliyim ki, böyle bir ilişki sadece iyi niyetle kurulamaz elbette… Anne - baba da en az çocuk kadar iyi bir okuyucu olmalı. Kitap önerilerinde ya da değerlendirmelerinde yayınevlerine de dikkat etmeli. İyi kitapların, iyi editörlerle çalışan, kurumsal güvenilirliği olan yayınevleri tarafından yayımlandığını bilmelidirler.
Koronavirüs salgını çocukları sizce nasıl etkiledi? Buna yönelik yeni bir kitap ya da oyun yazmayı düşünüyor musunuz?
Gözlemlerim, yaşananların şimdi onlara biraz oyun gibi geldiği yönünde; böyle algılamaları da normal… Travmatik sonuçlarını ilerideki yıllarda göreceğiz sanırım…
Kitap yazmaya gelince; belki ama daha ilerde… Henüz salgının içindeyiz, ne olduğunu tarif etmeye, çıkış yolu bulmaya çalışıyoruz… Konu bu kadar sıcakken yazılamaz pek; yazılır da, iyi bir şey çıkmaz ortaya…
Evde kaldığımız yasaklı dönemlerde neler yaptınız? Yeni yasaklar olması halinde evden çocuk eğitimine dair ne gibi önerilerde bulunmak istersiniz?
Öncelikle okunmayı ve tekrar okunmayı bekleyen üst üste yığılmış kitap sütununun boyunu, Anna Frank’ın Hatıra Defteri ve Veba (Camus) romanını öne alarak azaltmaya başladım… Ben zaten odamda, çalışma masamda yazmayı seven bir insanım ama işin içine mecburiyet girince işin rengi değişiyor… O günlerin başında bir gün, pul meraklısı olan kardeşim aradı, pul koleksiyonlarını indirmiş, onlarla uğraşıyormuş… Benim de zamanın birinde sahaflardan aldığım ama yıllardır kapağını açmadığım, 8 - 10 pul defterim vardı, onları indirdim… Sen de ne var, ben de ne var derken… Kardeşimle sayfaların fotoğraflarını çekip birbirimize gönderirken, bir kitap yapma fikri çıktı ortaya…
Kitap yapma diyorum, yazılandan çok yapılan bir kitap oldu bu; yakında yayınlanacak… Okunacak kitaplar sütunu ise, araya yeni kitap fikri girince yeniden yükselmeye başladı. Öte yandan salgın yasakları, anne babalara, çocuklarla daha çok beraber olabilme fırsatı yarattı. Anne - babalar, bu fırsatı çocuklarıyla demokratik ilişki kurma - geliştirme yönünde kullanabilirlerse çocukların eğitimine en büyük katkı bu olur bence.
İktisat mezunu yazar olarak gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz? Okuduğumuz bölüm hayallerimizi gerçekleştirmeye engel olur mu?
İktisattan mezun olup da o alanda çalışmayan, üretmeyen biri olarak, iktisat mezunlarına bir tavsiyem olamaz tabii… Ama şunu söyleyebilirim; aldığımız ve uygulamaya başladığımız kararların, kendimiz için pek de doğru olmadığını fark ettiğimizde, hangi aşamada olursak olalım, alan değiştirmekten, sevdiğimiz bir alana geçmekten korkmamalıyız. Fikrimizi, emeğimizi severek üretebileceğimiz alan bizim için her zaman en doğru alandır.
Şu anda üzerinde çalıştığınız bir projeniz var mı?
Çalışma çok ama ben size yakın tarihte, Ekim başlarında yayımlanacak kitabımın adını fısıldayayım… “Ben buldum!..” Evet, evet, Ben buldum!.. Adını da ben buldum. 100 buluş, 100 öykü… Buluşların küçük öyküleri...
Okuyucularımıza son olarak neler söylemek istersiniz?
Öteden beri okumayı, “okulda okumak” ya da “okul okumak”la sınırlandıran bir toplumuz. Oysa okullar biter, ilki, ortası, üniversitesi biter, geçeriz ama okumak hiçbir zaman bitmez, bitmemeli… Hele bugünün dünyasında… Okumak bile yeterli değil artık, hangi alanda kendimizi var ediyor, üretiyorsak başta o alan olmak üzere “nitelikli, derinlikli okuma”ya geçmek zorundayız, geçmeliyiz. Zamanın ruhu bunu gerektiriyor.
Paylaş