Paylaş
ANA SINIFINDA SÜREKLİ ANNELİ ETKİNLİKLER DÜZENLENİYOR, GİDEMİYORUM
Birsen S. (41)
Oğlum iki sene boyunca gittiği kreşten bu sene ayrıldı ve ana sınıfına başladı. Kreşteki sınıfında 15 çocuğun 14’ünün de annesi çalıştığı için bu zamana kadar ‘çalışan anne’ olmanın etkilerini hiç hissetmedim. Kreşte çokça etkinlik yapılırdı ama bu etkinlikler sadece çocukları ve öğretmenleri kapsardı. Bizler öğretmenlerin sınıf grubuna gönderdiği fotoğraf ve videolarla çocuklarımızın eğlenceli anlarına şahit olurduk.
Bu sene kreş deneyimimizin tam tersi bir durumla karşı karşıya kaldık. Ana sınıfında toplam 23 çocuk var ve her iki ebeveyni de çalışan çocuk sayısı sadece sekiz. Oğlumu sabahları okula babası bırakıyor, akşamları ise ben alıyorum. İş yerimden rica ettim, 30 dakika kadar erken çıkmama izDİĞER in verdiler. Çünkü eşimin mesai saatleri normalden biraz farklı. Akşamlar genel mesai bitiminde o çalışmaya devam ediyor.
Buraya kadar her şey tamam. Fakat ana sınıfında ayda en az iki kere özellikle annelerin de çağırıldığı etkinlikler düzenleniyor. Saati uyarsa eşim bu etkinliklere katılıyor ama etkinlikler genelde öğleden sonraları oluyor ve ben de haliyle işten izin alamıyorum. Akşam erken çıkmak için izin vermiş olan iş verenimin iyi niyetini suiistimal etmek istemiyorum. Ancak herkesin annesinin katıldığı etkinliklerde, babasının da katılamadığı durumlarda oğlumun tek başına kalıyor olması canımı çok sıkıyor.
Bununla ilgili okul yönetimi ve öğretmenlerle konuştum, sınıflarında anneleri çalışan çocukların da olduğunu, ‘anneli’ etkinliklerin bu kadar sık yapılmamasının daha iyi olabileceğini söyledim. Görüşmelerimiz olumlu geçti ama sanıyorum ki bu konuyla ilgili bir karar henüz alınmadı.
Okullar çocukların yaşıtları ile sosyalleşme, eğitilme ve özgürleşme alanı ise neden anneler sürekli fiziksel olarak orada olmak zorunda? Biz sürekli yanlarında olacaksak çocukların okula gitmesinin nasıl bir anlamı olabilir ki?
MÜDÜRÜM ‘TOPLANTI VAR’ DEDİ, KIZIMIN 23 NİSAN GÖSTERİSİNİ KAÇIRDIM
Hülya F. (37)
Uzun yıllardır özel sektörde çalışıyorum. Bu zamana kadar resmî tatillerde hep çalıştım. Geçtiğimiz yıl, kızım henüz ilkokul birinci sınıftayken sınıfça 23 Nisan gösterisine hazırlandılar. Ben de günler öncesinden o gün izin yapabilmek için müdürümle konuştum. “Bakarız” dedi. Tüm gün izin alamasam bile en azından gösteri saatinde birkaç saat okula gidip gelmek istediğimi söyledim. Müdürüm “Tamam” dedi.
O gün geldi, ben işe gittim, kızım babasıyla evde kaldı, gösteri için hazırlandı. Ardından babası, anneannesi, babaannesi ve dedeleri ile okula gittiler. Ben de hevesle çantamı aldım, “Ben okula gidip geliyorum” dedim. Müdürüm gidemeyeceğimi söyledi çünkü tam o saatte yönetim ile bir toplantı varmış ve ben de katılmak zorundaymışım. “Ama sizden kızımın gösterisi için izin istemiştim” deyince de unuttuğunu, gitmemin mümkün olmadığını söyledi. O an işimden, çalışmaktan nefret ettim. Ağlaya ağlaya toplantıya girdim.
Kızım da ben gidemeyince çok ağlamış, gösteriye çıkmak istememiş. Babası zor ikna etmiş. Akşam eve gidince ona neden gelemediğimi anlattım, gösteriyi bana özel tekrarlamak isteyip istemediğini sordum. Çok sevindi, hemen kıyafetlerini giyip gösterisini benim için sergiledi. Ama ben sinirden ve vicdan azabından ölüyordum. Kızımın ilk gösterisinde yanında olamamıştım. Sonra aslında bunun çalışmakla ilgili değil, anlayışsız bir yöneticiyle çalışmanın sonucu olduğunu anladım. Ertesi gün son dakika toplantı haberi veren müdürümle konuştum ama pek oralı olmadı. Ben de kendisini İnsan Kaynakları'na şikâyet ettim. Sonuçta resmî tatilde izin yapma hakkım vardı ama yasal hakkım kullandırılmıyordu.
Şikayetimin ardından ekipler ile tek tek konuşuldu ve resmî tatil konusunda önemli bir adım atıldı. Şimdi hâlâ aynı iş yerinde çalışıyorum ve resmî tatillerde çalışıp çalışmamak bizim inisiyatifimizde.
KEŞKE BAŞKA BABALAR DA ORADA OLSAYDI
Deniz K. (44)
Bu hikâyenin çocuğu olarak anlatayım ben size yaşadıklarımı...
Ben ilkokuldayken annem özel sektörde çok yoğun bir işte çalışıyordu. Bırakın okul etkinliklerine katılmayı ya da diğer annelerle birlikte vakit geçirmeyi, akşam yemeği masasında yarım saat görüşemediğimiz günler bile oluyordu. Haliyle okulla ilgili işlerimin sorumluluğu hep babamdaydı ki bunda babamın benim okuduğum okulda görev yapan bir öğretmen olmasının payı da büyüktü. Zaten genel olarak çok iyi bir öğrenciydim. Derslerim hep 5'ti, ödevlerim eksiksizdi, sınıf başkanıydım, kavgaya giren, teneffüste demirlerden düşüp kolunu bacağını kıran çocuklardan değildim. O yüzden öğretmenimin velimle konuşacağı pek bir konu da yoktu; senede iki kere veli toplantısında "Nasılsınız hocam? Var mı bir sıkıntı?", "Yok, hocam, memnunuz Deniz'den" diyaloğuyla kapanıyordu konu.
Gelin görün ki ben halimden hiç memnun değildim. Bir tarafta herkesin anneleri neredeyse her gün okulda oluyor, girişte çıkışta çocuklarının çantalarını taşıyor, çocuklarının arkadaşlarının anneleriyle samimiyet kurup kısır günü yapıyor, hafta sonu eve sınıfın yarısını toplayıp doğum günü partisi düzenliyordu, öbür tarafta ben öksüz gibiydim. Dışlanmıyordum belki ama anneleri de arkadaş olan çocukların aralarında ayrı bir yakınlık olduğunu hissediyordum. 50 kişilik sınıfta başka çalışan ve okula gelemeyen anneler muhakkak vardır elbette ama bana tek benmişim gibi geliyordu.
Evde o günlerden kalma çok trajikomik bir fotoğraf var. Bir Öğretmenler Günü'nde öğretmenimize sınıfça hediye almışız. Gün sonunda bütün veliler okula gelmiş, öğretmene hediyesi takdim ediliyor. Sonra da adet olduğu üzere hatıra fotoğrafı çektiriliyor. Size yemin ediyorum fotoğrafta bir tane erkek var o da babam... Öğretmenimiz dahil geri kalan herkes kadın.
Annemi bu konuda yıllarca suçladım, "Bir kere gelmedin, herkesin annesi hep okuldaydı" diye defalarca sitem ettim. Ama bugünden geriye baktığımda o günleri hâlâ buruk hatırlamakla birlikte annemin neden gelemediğini anlıyorum hatta çoğunlukla hak da veriyorum. Hâlâ anlayamadığım şey ise babaların sayısının azlığı. Keşke başka babalar da orada olsaydı. Bunun için illa annelerin gelemiyor olması mı gerek?
* * * * *
Yukarıdaki örneklerden de anlaşıldığı üzere çalışan anneler okul etkinliklerinden mahrum kalma, annesi çalışan çocuklar ise bu etkinliklerde yalnız kalma hissinden olumsuz etkilenebiliyor. Peki bu konuda yapılan araştırmalar ve uzmanlar neler söylüyor? Çalışan anneler ve annesi çalışan çocukların hayatı nasıl etkileniyor?
Annenin çalışmasıyla ilişkili toplumsal baskıları ve kadınların ‘mükemmel anne’ olma mücadelesini Çocuk Gelişimi Uzmanı ve Öğretim Görevlisi Merve Mercan anlattı.
BÜTÜN ROLLERİ BİR ARADA ÜSTLENMEK ‘SÜPER ANNE SENDROMU’ İLE SONUÇLANIYOR
“Okul saatlerinde ya da sonrasında yapılan etkinliklere katılamayan anneler neler hissediyor olabilir?” diye sorduğumuz Mercan, “Çalışan annelerin kendilerini yetersiz algılama eğilimi özellikle bu gibi durumlarda daha çok ortaya çıkıyor. Kadının çalışma hayatında uzun bir süredir aktif yer almasıyla birlikte aile dinamikleri ne kadar değişmiş görünse de toplumun kadına yüklediği temel görevler maalesef buna göre şekillenmiyor” dedi ve çok önemli bir noktaya değindi:
“Kadın bu durumda hem eş hem anne hem de çalışan rolleri arasında kendisini daha da sıkışmış hissetmeye başlıyor, tüm rollerini eksiksiz yerine getirmeye çalışırken yaşadığı baskı ‘süper anne sendromu’ ile sonuçlanabiliyor. Süper anne sendromu literatürde modern anne sendromu ya da zorlanmış anne sendromu olarak da karşımıza çıkan bir kavram. Genel anlamıyla toplumsal baskı, sosyal beklentiler, iyi bir kariyer hedefi ve annelik sorumluluklarının çakışması ile kendini gösteren duygusal karmaşa olarak tanımlanabilir. Özetle bu durumu yaşayan anneler, her zaman bu sendromla sonuçlanmasa da yetersizlik, başarısızlık ve sıkışmışlık duygularını yoğun olarak hissediyorlar diyebiliriz.”
ÇOCUKLAR ANNELERİNİN ÇALIŞMASINDAN DEĞİL, STRESLİ VE YORGUN OLMALARINDAN ETKİLENİYOR
Peki ya annesi etkinliklere katılamayan, yalnız hisseden ya da yalnız kaldığı için aktivitelere dahil olmayan çocuklar… İşte burada gerçek aslında tahmin ettiğimizden çok daha farklı. Merve Mercan, çalışan anneler ve çocuklarıyla yapılan bir araştırmada çocuklara, annelerinin işlerinde onları etkileyen faktörlerden hangilerini değiştirmek istedikleri sorulduğunu, annelerin tahminleri 'Çocuğum daha az çalışmamı ister' şeklindeyken sonucun bundan biraz farklı çıktığını anlattı:
“Çocuklar ilk olarak annelerinin stresli ve yorgun olmamalarını ardından ise daha fazla para kazanarak kendileriyle daha çok vakit geçirmelerini istemişler. Dolayısıyla çocuğu mutlu ya da mutsuz eden annenin çalışıyor ya da çalışmıyor olması değil demek doğru olur. Annenin duygusal varlığı çocuk için her zaman daha tercih edilir oluyor. Etkinliklere katılan ancak duygusal olarak orada olmayan ya da bıkkınlığını hissettiren bir annedense, etkinliğe katılamayan, katılamama nedenini açıklayan ancak zaman yaratmak konusunda da özverisini gösteren bir anne daha tercih edilir oluyor. İlk senaryoda üzülse de duygusunu paylaşabileceği ya da destek görebileceği bir anne faktörü bulamazken ikinci senaryoda üzülse de annesi ile ortak duygu paylaşımı sağlamak ve anlaşıldığını hissetmek çocuk için uzun vadede daha büyük kazanım sağlıyor.”
EV HANIMLIĞI, EŞ, ANNE VE ÇALIŞAN ROLÜ ARASINDAKİ DENGEYİ KURMA ÇABASI BASKIYI ARTIRIYOR
Aynı anda birçok şey görevi üstlenen kadınlar, bazen anne olduktan sonra çalıştıkları için yargılanabiliyorlar. Söz konusu çocuklar olunca annelerin bir süre çalışmaması, çocuğun tüm okul hayatında bir numaralı sorumluluğun annede olması gibi bir algı doğuyor.
İdeal olanın ilk üç yıl annenin çocuktan ayrılmaması ardından da yavaş yavaş çalışma hayatına dönmesi olduğunu ancak bu idealin, gerçeklikten ve günümüz koşullarından uzak olduğunu vurgulayan Mercan, “Birçok anne doğum izni bittikten sonra, bir kısmı da ek olarak ücretsiz izin alarak süreci bir süre daha erteledikten sonra işe dönüyor ya da dönmek durumunda kalıyor. Döndükten sonra evde onu bekleyen ev hanımlığı, eş ve anne rolleri ile iş yerindeki çalışan rolü arasındaki dengeyi kurma çabası anne üzerindeki baskıyı oldukça artırıyor” dedi.
MÜKEMMEL ANNE’ DEĞİL, ‘YETERİNCE İYİ ANNE’ OLMAK ÖNEMLİ
Özellikle çalışan annelere ama genelde tüm annelere çok önemli önerilerde bulunan Merve Mercan şunları söyledi:
-- ‘Mükemmel anne olmak’ kaygısını ‘yeterince iyi anne olmak’ düşüncesine bırakmak çoğu zaman rahatlatıcı bir etken oluyor. Annenin kendine ya da çevrenin anneye yüklediği mükemmellik baskısı gerçeklikten oldukça uzak.
-- Çocukla sürekli birlikte olmanın, olmazsa olmaz olduğunu düşünen yaklaşımı çürüten birçok çalışma var. Anne ve çocuğun geçirdiği sürenin çokluğundan ziyade bu sürenin ve iletişimin niteliği çocuk açısından çok daha önemli. Bu nedenle aslında mükemmel annelik dediğimiz şey eğer varsa bu, çocuğun algısına bağlıdır ve annenin duygusal olarak hazır ve orada olmasına duyulan güven ve anneye hayranlık duygusu ile kendini gösterir diyebiliriz.
-- Anne çocuk etkileşiminde yaşanan sorunlar veya zorunluluk kaynaklı sağlanamayan katılım durumlarında bunun nasıl telafi edileceğini, açıklanacağını ve çözüme kavuşturulacağını bilmek ve bunun için çabalamak anne çocuk iletişimi için oldukça faydalıdır. Bu nedenle yaşanan olumsuz durumlarda annenin onarıcı yaklaşımı krizi fırsata çevirmek olarak da değerlendirilebilir.
-- Çocuk, annenin onarıcı yaklaşımına her zaman karşılık verme isteğindedir. Tüm bunlara ek olarak çocuk ve ev ile ilgili sorumlulukları paylaşmak, babaya bir yardımcı ebeveyn değil de çocuktan eşit derece sorumlu esas ebeveyn olarak bakmak, iş dışı vakitleri ev işleri yerine çocukla verimli geçirmek için çabalamak da yine çalışan annelerin mücadele ettiği olumsuz duyguları azaltacaktır.
Paylaş