Paylaş
Mitolojilere, efsaneler, öykülere ilham olmuş aşk...
Filozofların, psikologların yıllarca anlamlandırma çabasına girdiği aşk...
Kitaplara, filmlere, şiirlere konu olmuş aşk...
Bir dost meclisinde eninde sonunda konunun geleceği yer olan aşk...
Acaba başkaları ne yaşar, biz neler kaçıyoruz diye ara ara kendimize dert edindiğimiz aşk...
Şimdilerde sosyal medyada boy boy mutlu fotoğraflarla ötekilerle paylaşılan aşk...
Peki aşk aslında ne? Aşkın bir tarifi var mı? Aşık olunca bedende neler olur?
Aşk çok öznel bir yaşantı. Yani diğer bir çok şeyi bir takım tariflere veya kalıplara yerleştirebilsek de aşkla ilgili objektif bir tanım yapmak çok zor. Çünkü aşkta anlam, içerik, beklenti bireyden bireye göre değişiyor. Ayrıca aşkta yaşanan sevinçler, mutluluklar ve acılar da farklılık gösteriyor kişiden kişiye. Sözlüklere girdiğimizde yoğun bir sevgi veya bağlılık duygusu olarak tanımlansa da aşkın kişilerin hayatında daha büyük anlamlar bıraktığını hepimiz biliyoruz.
İngilizce de “love” sözcüğü olarak kullanılan kelime hem sevgiyi hem aşkı ifade edebilmekte. Öte yandan dilimizde bu iki kavram farklı anlamlara gelmekte. Felsefi olarak da baktığımızda bizim şu an tutkulu aşktan anladığımız onlarda “Eros” olarak geçmekte, bizim dostça, kardeşçe sevgiden anladığımız ise “Philia”. Görüyoruz ki aşk diğer sevgilerden farklı bir kavram. Ve onu aşk yapan ise cinsel istek, tutku ve şehvet gibi kavramlarla iç içe olması.
“Aşık olmak” kavramı da tartışmaya açıktır. Aşk olunan yani aktif bir eylem midir? Bile isteye aşık mı oluruz? Daha doğru ve benimde kullandığım terim “Aşka düşmektir”. Aşk aslında pasif bir eylemdir ve bilinçli bir istek olmadan içinde buluveririz kendimizi. Peki neden “O” ile aşka düşeriz. Dünya üzerindeki milyarlarca insandan farkı nedir onun? Bir başkası değil de neden onun için yanıp tutuşur hatta acı çekeriz? Bu özel sorunun özel cevaplarını önümüzdeki haftanın yazısı olarak uzun uzun anlatmak üzere şimdilik bir kenara bırakıyorum...
Evet aşka düştük, onu gördük, gözlerine baktık, kokusunu duyduk, şanlıysak tenine dokunduk. Kalbimiz deli gibi çarpıyor, ayaklarımız yerden kesilir gibi... Midemizde kramplar, karnımızda kelebekler uçuşuyor sanki. Tüm dünya bir yana bir tek “O” varmış gibi tuhaf bir his.
Aşkla en çok ilişkisi olan organ kalpmiş gibi düşünürüz ve aşkımızı anlatmak için kalp çizeriz. Kalpli balonlar, kalpli peluşlar sevgililer günü hediyelerinin vazgeçilmezi olur. Fakat aslında böyle midir? Aşk kalple mi yaşanır. Buna hayır cevabı vereceğim. Bir duygu olan aşk diğer tüm duygular gibi beyinde yaşanır. Yani beyinin emrinde sentezlenen bir takım kimyasallar veya hormonlar bizim kalbimizin çarpmasına, dikkatimizi ondan başkasına verememize ve belki de aşk duygusunun kendisine aşık olmamıza yol açar.
Kısaca bu kimyasal ve hormonlara bakarsak;
Testosteron: Çoğunlukla erkekte ama kadında az miktarda olacak şekilde aşk anında salınan bir hormondur. Erkeği olası bir cinsel birliktelik için hazırlar ve penis- testis kanlanmasını artırır.
Östrojen: Kadında aşk anında salınır ve kadının vajinal bölgeye olan kanlanmasını artırarak olası bir birliktelik için koşulları sağlar. Bu ilk iki hormona baktığımızda aşk ve cinsellik arasındaki ilişkiyi de net olarak görebilmekteyiz. Çünkü evrimsel anlamda ürememiz için kurulu düzende aşk iki insanın bir arada kalması için güçlü bir etki gösterir
Dopamin: Aşık olduğumuz kişiye tüm dikkatimizi ve enerjimizi vermemizin sebebi bu kimyasaldir. Salgılandığı zaman bedende keyif ve ödül hislerini uyandırır.
Seratonin: Temel mutluluk hormonumuzdur. Aşktaki salınımları karşımızdaki kişiyi takıntılı olarak düşünmemize sebep olur.
Noradrenalin: Aşk anındaki stres kaynaklı salınan bir kimyasaldır. Kalbin atışını hızlandırır ve tarih boyu aşkın kalple ilişkili olduğunun düşünülmesine yol açmıştır.
Sinir büyüme faktörü: Aşkın ilk başlarda salınımı artan ama güncel bilgi eşliğinde aşkın ömrünü belirleyen kimyasaldır. Bu sebeple bu kimyasalın azalma hızına bağlı olarak aşkın ömrünün 2-3 yıl olduğu düşünülmektedir.
Aşkın ilk dönemi yukarıda sağdığımız kimyasallar ve hormonlar sebebiyle oldukça heyecanlı ve hareketlidir. Fakat bunlar zaman içerisinde azalır, aşk yerini başka duygulara bırakabilir. Sevgiye veya bağlılığa evrilebilir ya da aşk bitebilir. Aşkın sevgiye veya bağlığa evrilmesi ile yeni kimyasallar ortaya çıkar ve bunlardan en önemlileri oksitosin ve vazopresindir. Bu kimyasallar etkisi bir öteki ile uzun süre bağlı kalmamızdır. İlişkideki içtenlik, sıcaklık ve güven duyguları bu iki kimyasalın etkisi ile oluşmaktadır.
Sonuç olarak aşk tüm diğer bedensel olaylar gibi biyokimyasallar süreçler sonunda oluşur. Aşk beyin de başlar. Ve aşk yine beyinde biter.
'Neden o kişiye aşık oluruz? sorusunun cevabını da hem kültürel, hem evrimsel hem de psikolojik olarak bir sonraki yazımızda konuşmak üzere şimdilik aşkla kalın.
Paylaş