Paylaş
Enerji kaynağımızın çoğunluğunu oluşturan karbonhidratlar, yapaylaştıkça ve gereğinden fazla tüketilmeye başlandıkça çoğumuzun problemi haline gelmiştir. Karbonhidratların, yapılan hayvan deneylerinde kokainle benzer bağımlılığa yol açtığı görülmüştür. Fareler, bir süre, şeker içeren diyet sonrası şeker kesildiğinde madde bağımlılığı belirtileri göstermişlerdir; diyete şeker sınırı koyulmadığında hayvanlarda obezite ortaya çıkmıştır. Araştırmalarda fastfood tüketimine alıştırılan kobaylarda elektrik şok tehdidine rağmen karbonhidratın tüketilmeye devam edildiği görülmüştür. Bütün bunlar şeker bağımlılığını hafife almamamız gerektiğini gösteriyor.
Karbonhidrat, sanayileşmenin sonucu olarak ucuz bir enerji kaynağı olarak tüketimi arttırılmış gıdalardır. Beynimizin glikoz ihtiyacı sanılanın aksine karbonhidrat dışındaki gıdalardan da vücut tarafından üretilebilmektedir. Normal bireylerde şeker azlığı değil, insülinin dengesiz salınımı zihinsel aktivitemiz için daha zararlıdır.
Doğal meyveler, patates havuç gibi kök sebzeler, nohut fasulye, tahıllardan fazlasıyla karşılayabileceğimiz günlük karbonhidrat tüketimimiz, unlu şekerli, paketli gıdalar eklenince bir beslenme bozukluğuna dönüşür. Yaşam şeklimiz sebebiyle hızlı beslenmenin büyük oranda karbonhidratla karşılanması vücudumuzun insülin dengesini bozar ve metabolik hastalıklar ortaya çıkar. Artık tükettikçe daha çok ihtiyacını duyduğumuz bir bağımlılık olmuştur karbonhidrat. Hem de azımsanmayacak kadar çok insan için.
Meyve, sebze, tahıl, baklagiller gibi aklımıza ilk gelen besin guruplarının çoğu karbonhidrat içerir. Karmaşık moleküllü karbonhidratların sindirimi ağızda başlar ve ağzımıza aldığımız andan itibaren başlayan sindirim sürecinde basit şekerlere indirgenirler.
Ülkemizde 1962 yılında 12,5 kg olan şeker tüketimi 2000 yılında 30,3 kg’a çıkmıştır. Ağız sağlığı otoriteleri karbonhidrat tüketiminin günlük enerjimizin yüzde 10’ u kadarının aşılmaması gerektiğini önermektedir. Bu da ortalama 40-50 grama tekabül eder. Bu miktarın dört seferi aşmayacak biçimde olması gereklidir. Karbonhidratlı gıda yediğimizde ağzımızda oluşan asit ortamı tükürük tarafından belirli bir sürede normale döner ancak sık karbonhidrat tükettiğimizde tükürük bunu toparlayamadığı için çürük kaçınılmaz olur. Bu sebeple zor temizlenen yapışık gıdalar çürük açısından daha tehlikelidir.
Bu tür bir beslenme düzeninde diş çürüğünün de kontrol altına alınması zorlaşmıştır. Karbonhidrat alım sıklığı ve karbonhidratın ağızdan uzaklaştırılma zamanı çürük aktivitesinde rol oynamaktadır.
Meyveler çürük oluşumu açısından çikolatayla benzer etkiye sahiptir. Şekerli kahve ağız PH’ını çikolataya göre daha fazla düşürür. Karamela, yapışık kurabiyeler, cipsler, kuru meyveler ağızdan zor temizlendiği için çikolataya göre daha fazla çürük oluşturur.
Diş çürüğünün yaşam şeklimizle birebir ilişkili olduğunu unutmayalım. Karbonhidrat alım sıklığı iki katına çıktığında çürük hızı beş altı katına çıkabilir. Düşük oranda şeker ve nişasta içeren bitkisel kaynaklı ve protein içeren gıdalara ağırlık verilmesi hem ağız sağlığımız açısından hem beden ve zihin sağlığımız açısından önemlidir. Bu tür bir yaşam şekli zorlaştırılmıştır; çünkü hızlı beslenme için etrafımıza baktığımızda her tarafımızın karbonhidratla çevrelendiğini görüyoruz. Beslenme şeklimizi değiştirmek kendimizi tedavi etmenin bir yöntemi olabilir. Bilinçli bir şekilde karbonhidrat tuzağına düşmeden aralardaki sağlıklı gıdalara uzanabiliriz.
Herkese sevgiler.
Paylaş