Paylaş
Pazar günü binler Taksim’e akarken Kadıköy’ün iskeleleri ömründe görmediği bir kalabalığı ağırladı. Diyorlar ya “Biber gazı atsan, yere düşmez” o derece. Vapurlar ağzına kadar doldu taştı, “ben karşının çapulcusuyum” diyenleri Avrupa Yakası’na taşıdı.
Ekrandaki çatallı, agresif ve düşmanından bahseder gibi konuşan malum kişiyi dinledikçe kendini sokağa atıyor insanlar...
“Yeter artık, niçin görmezden geliyorsun bizi, niçin yalan söyleyerek insanları provoke ediyorsun?” demekten dilleri damakları kurudu.
Sadece Taksim mi, ülke ayakta....
Taksim’e gitmeyenler İstanbul’da kendi mahallelerinde ayaklanıyor.
Yürüyorlar, seslerini yükseltiyorlar. Saat 21’de tencere tava orkestrasıyla kulakları sağır edecek kadar yüksek tangırtı çıkarıyor, tepkilerini ortaya koyuyorlar.
“Tencere tava” meselesi, malum kişinin alay ettiği gibi değil.
İnsanın gözlerini yaşartan bir protesto bu.
Ne oluyor biliyor musunuz?
Biliyorsunuz aslında, çünkü siz de aynı sahneleri yaşıyorsunuz: Saat 9 oldu mu yarı bellerine kadar camlardan sarkıp ellerindekilere büyük bir güçle vuran insanlarla göz göze geliyorsunuz mesela.
Boğazınızda bir düğüm oluşuyor.
Sesler yükseldikçe gözlerinizden yaşlar süzülüyor...
“Ne çok insan varmış benim gibi düşünen” diyorsunuz...
Hikayeler duyuyorsunuz, yine ağlatan: Saat 9 oldu mu “müsik müsik” diye koşan mini mini bir “direnişçi”nin varlığını öğreniyorsunuz annesinden...
Sokakta annesi ve babası ile pusetinin içinde yürüyüşe katılmış başka bir miniği görüyorsunuz...
Geleceğini sahiplenen aydınlık insanlar dolaşıyor sokakta...
İnsanlığa ve adalete olan inancınız tazeleniyor.
Böyle büyük bir toplu hareket, ülkesine sahip çıkan bu kadar insan, her gün en az bir kere gururdan ağlıyor, ağlatıyor...
Koca bir millet, uzun zamandır ilk defa üzerlerinden yük kalkmış gibi hissediyor...
Deneyenler bilir: Taksim’e gitmek zor. Gitmesi zor, dönmesi daha da zor.
Vapur seferlerinin iptal olmaması için dua ederek çıkıyorsunuz yola. Düşünsenize, bir ülkede, insanlar demokratik haklarını kullanamasın diye vapurlar iptal edilebiliyor...
Öyle bir hal, öyle bir baskı...
Fakat bilmiyorlar ki, sal bile yaparız gerekirse...
Olmadı yüzeriz var gücümüzle...
Taksim civarına yaklaştığınızda, ancak Meksika dalgası hareketiyle varabiliyorsunuz. Yürümek ne mümkün...
Her renkten kalabalık var. Hepsinin canına tak etmiş artık, yavaş yavaş doğup büyüdüğü ülkelerinin din ülkesine çevrilmesine... Demokrasinin “işe gelen” biçimde, bazıları için çalışır haline gelmesine...
Ülkeyi kuran Atatürk’ün adının olduğu her yapı ortadan kaldırılırken, fiziksel yıkımın manası “simge yıkımı” iken, temel değerler yerinden sarsılır, yerine tek değer, “inanç” koyulurken, üstelik bu devlet eliyle yapılırken, toplum ülkesine, manevi değerlerine nasıl sahip çıkmasın?
Photoshop’ta copy paste ile fotoğrafı kalabalık göstermek için kelle yapıştırmak kolay ama bu insanları bir araya toplamak öyle kolay değil.
Ancak boğazına kadar taşacak sabrın, ya da biri gelip ümüğünü sıkacak, ancak o zaman toplanır böyle kalabalık.
Kendi kendine...
Tabii arada “kendi kendine gelmişler”den fazlası var.
Yıllardır sürdürdükleri davalarını, hazır ortam varken meydana taşıyan partiler mesela...
Meydanda yürüyorum.
Bu meydanda, bu sosyal hareketin bir parçası olmak ve bir gazeteci olarak gözlem yapmak için gelmişim.
Ama orada, bir “örgüt üyesi” veya parti sempatizanı olarak görünüyorum. Değilim ama bir grup uyanık sayesinde öyle görünüyorum.
İleriye doğru bakıyorum, bayrakların arasından...
Uzakta, orada, memlekette terörle bağdaştırılan diğer malum kişinin fotoğrafı...
Manzara başladığı günlerdeki masumluğundan öyle uzak ki...
Günler geçtikçe, Taksim’in biçim değiştirdiğini fark ediyorum.
Güzel bir halk hareketini, fırsatçılar işgal etmiş.
Benim hakkımı da yiyorlar....
Ben oraya siyasi değil, sosyal bir hareketin parçası olmak, demokratik hakkımı kullanmak, işimi yapmak için gelmişim...
Ne hakla, ne hakla kendi özgürlükleri için toplanmış insanların varlığını kullanırsınız davanız için?
Ne hakla?
“Hazır toplanmışı var” kalabalığın içinde parti bayrağı sallamak, uyanıklık değil de nedir?
İnsanlar özgürlüklerini haykırmak için toplanmışken, onları kullanmak değil de nedir?
Allah aşkına söyleyin, nedir?
Paylaş