Paylaş
Ev aramak...
Ne bela bir iştir ev aramak.
Geçen haftalardan birinde arkadaşımla ev geziyoruz...
Karnı burnunda, eşiyle birlikte bu yaz şimdikinden daha rahat edeceği bir eve taşınmak istiyor.
Uzun zamandır ev arıyor. Hatta o kadar uzun zaman ev aradı ki, artık “Profesyonel ev arayıcısı” sayılabilir.
İşini biliyor: Önce internetteki adayları eliyor, iyi olduğunu düşündüğü evleri görmeye gidiyor.
Tek fotoğraftan ev sahibinin profilini dahi çıkarabilecek uzmanlığa erişti.
Güzel bir fotoğrafında mesela, bir detay yakalıyor, “ı-ıh, bu ev olmaz” diyor.
“Ehhhh” dediği evlere bir şans tanıyor.
Arıyor, gezmek üzere randevusunu alıyor.
Bir randevusuna ben de eşlik ettim.
Ve “ev bakma” işinin ne belalı, ne çekilmez bir süreç olduğunu yeniden hatırladım.
Niye mi?
Bir kere insanlar elindeki malı satmak için saçmalıyor.
İn gibi bir ev mesela, ilanına “keyifli bir bahçe katı” diyor.
Doğru, fareler için hoş bir bahçe katı olabilir...
“Manzaralı” diyor. Balkondan yarı beline kadar eğilip teleskopla sağına bakarsan mesela, doğru, bir lokma deniz görebilirsin.
“Çok temiz” diyor. Banyo o kadar eski ki Serpil Çakmaklı’nın 80’lerdeki halini o küvette rahatlıkla banyo yaparken hayal etmek mümkün. 80’lerde temizdir elbet o banyo da, yıl olmuş 2013 be arkadaşım. Bir zahmet kırdırıver o banyoyu...
Bir de mesela, niçin o evin bir odasını kiremit rengine veya alacakaranlık mavisine boyarsın? Pavyon mu işletiyorsun?
Fotoğraflar deseniz, ayrı alem. İnsan elindeki ürünü pazarlamak için biraz itina eder değil mi?
Ama nerede! Kirli donu, çorabı, çamaşır sepeti karenin içinde.
Ev dağınık mı dağınık, çirkin mi çirkin, tutacağım varsa bile tutmam, o derece...
Ters ışıkta çekmiş, içerisi kapkaranlık ama camdan dışarısını net görebiliyorsunuz.
Eve dair fikir edinebileceğiniz tüm fotoğraflar berbat... Evi anlamanıza kesinlikle yardımcı olmuyor...
Bu kadar saçmalamaya marleyin fotoğrafını çekmiş mesela. Şekilli marleye bakıp “Madem buraya böyle bir marley döşemiş, bu iyiye işaret olmalı, işte hayatımın evi!” mi diyeceğiz?
**
Neyse bu sancılı web tarama sürecinden sonra seçilen evlerin sahipleri veya ilgili emlakçılarla konuşmaya geliyor sıra.
İşte, birlikte gittiğimiz ev, web’de eleyerek seçtiği adaylardan biri.
Ev, sahibinden. Fakat adam aynı zamanda emlakçı, ünlü bir emlak şirketinin temsilcilerinden.
Randevu saati geldiğinde giriyoruz içeri oturuyoruz.
Adam, “Ne iş yapıyorsunuz, eşiniz ne iş yapıyor?” gibi sorularla kiracı adayını tanımaya çalışıyor...
Arkadaşım, önce kendi işini, sonra da eşinin Türkiye’nin en güçlü telefon operatörlerinden birinde iyi bir pozisyonda çalıştığını anlatıyor.
Adam ayarsızca ağzından baklayı çıkarıyor: “Valla bizim için bordro önemli” diyor.
Şaşırıyoruz.
İşte, Türkiye’de “ev sahibi” dediğin böyle bir şey. Senin sosyal statüne, karnındaki bebeğe, giyimine-kuşamına, konuşurken seçtiğin kelimelere ve tavrına bakmaksızın aklındaki soruları münasebetsizce paylaşma özgürlüğü bulur kendinde...
Normal koşullarda o şirketin adını duyduğunda susarsın. “Anladım” dersin, “Ne güzel” dersin, geçersin.
Hatta oraya gelene kadar karşılıklı iletişim esnasında kiracı adayının tavrından bir vaziyet çıkarımı yapabilirsin... Bu, pek zor olmasa gerek...
İnsanların işine gücüne, sosyal statüsüne biraz saygı gösterirsin.
Ama nerede! Biz gidene kadar “Orada çalışıyor değil mi? Bordrolu değil mi?” Sorularıyla içimizi kıyıyor. Neredeyse kitaba el bastıracak!
Adam, başka hiçbir konuyla ilgili değil. Bordro meselesine takılmış kalmış durumda.
Arkadaşım, daha önce oturdukları evin sahibiyle aralarında neredeyse akrabalığa varacak kadar samimi ve iyi bir ilişkiyi kurduklarını anlatıyor, “ilişkiler önemli” diyor...
Adamın biraz karşısında oturan kadını anlamasını bekliyor ama nafile...Herhalde modern dünya birbirimizi okuyabilme yeteneklerimizi de elimizden aldı.
Her güzel surat altından bir hinlik, her “samimi” ilişkiden bir sırttan vurma hikayesi bekliyoruz artık.
Adamla “medeniyet düzeyinde” bir ilişki kuramıyoruz. Ağzında tek kelime var, o da “bordro”.
Bordro bordro bordro da bordro, başka bir şey demiyor.
“Bordro var değil mi?”
Var ya! Var Allah kahretsin VAR” diye bağırasım geliyor artık arkadaşım adına.
Evden ayrıldıktan sonra birbirimizin suratına bakım “BORDROOO!!” diyor ve gülüşüyoruz.
Peki nedir bu bordro saplantısı?
Sebebi şu, birçok emlakçı ve ev sahibine serbest meslek garantili gelmiyor, muhakkak “bir şirkette çalışan ve bunu resmi belgelerle ispatlayabilen” bir kiracı istiyorlar.
Belki haklı, belki kirasını ödemeden kaçan, sorunlu kiracılarla başı çok derde girdi fakat bu işleri “medeniyet” düzeyinde halletmek, önlemini ona göre almak mümkün değil mi?
Mesela bir ev bakarken ahret sorularına maruz kalmamak...
Evli misiniz, bekar mısınız, gözünüzün üstünde kaş var mı, kediniz köpeğiniz var mı, hangi çok misafiriniz olur mu...
E bari hangi pozisyonda sevişmekten hoşlandığımı da sor!
Emek’i devletten bilmem kaç sene kiralayan şirket koskoca binayı dilediğince yıkıp yerine yenisini yapabiliyor ama ben, birey olarak kıçı kırık bir ev kiralayacağım zaman bırakın değişiklik yapmayı, evime gelecekler konusunda bile ev sahibini bilgilendirmek durumunda kalıyorum.
Bir de binayı zannedersiniz Sait Halim Paşa Yalısı. Sanki leb-i derya, benzersiz bir tarihi değeri olan bir yalı.
Veya deprem yönetmeliğine göre usulüyle yapılmış şıkır şıkır bir rezidans.
Yahu bina dökülüyor, dökülüyor! Duvarlarındaki boyalar kalkmış, solmuş, ayak izleri neredeyse tavana kadar çıkıyor...
Yerlerde 1800’lerdeki Teksas kovboy kasabasında yerlerde uçuşan samanlar gibi yuvarlanan toz parçaları...
Biliyorsunuz eski binalarda daire sahiplerinin anlaşıp binanın yıkımına ve yeniden yapılmasına karar verebilmesi AKP ile CHP’nin bir araya gelip ortak bir karar alabilmesi kadar zor. Bu apartman da bir türlü anlaşamıyormuş.
Zaten en alt katta “Apartmanınız inşaa edilirken sizi Beyaz Saray’da konaklatacağız” bile deseniz evini terk etmeyecek inatçı bir teyze varmış.
Bir üst komşu da evine tadilat yaptırmış, hayatta çıkmazmış...
Adam, komşusu evin içine milyon dolarlık yatırım yapmış gibi anlattı adam fakat muhtemelen banyoya yeni küvet almış, bir de mutfak dolaplarını değiştirmiştir...
**
Evleriyle ilişkileri kendi kapısında biten insanlar vardır bilirsiniz...
Evinin bir santim dışı “sokak”tır ve buna apartman koridorları da dahildir. Apartmanın içine izmarit atarlar... Çöp sularını akıtırlar...
Köpek bokuna basmıştır mesela, kapısının önünde apartmanın içinde temizler...
İşte, bu apartman da “sokak” gibiydi. Herkesin ortak yaşama alanıydı ama aynı zamanda hiç kimsenin ortak yaşam alanı değildi.
Temiz değildi, duvarlara herhalde en son mübadele döneminde boya vurulmuştu. Nem kokusu binadan girdiğiniz zaman tokat gibi yüzünüze çarpıyordu.
Vaziyet böyleyken, sen istediğin kadar banyonu kırdır, hatta dilersen popona sıcak su fışkırtan klozet kondur, nafile...
**
İçeriyi gezerken, girizgahtan sonraki konuşmalarımızın yüzde 80’ini kaplayan “bordro” meselesi dışında bir konuya daha giriyoruz: Deprem.
Belli ki yıkılıp yapılacak bir apartman değil, peki acaba sağlam mı?
Deprem kontrolleri yapılmış mı?
99 depreminde hasar almış mı?
Artık ev bakanlar imkanlar dahilinde 99’dan sonra yapılan binaları tercih etmeye çalışıyor, deprem yönetmeliğine uygun evler arıyor biliyorsunuz...
Tabii bu iş hiç kolay değil.
Bilhassa “evden çıkmayan teyze” ve “evine adeta milyon dolarlık mutfak dolabı taktırmış adam” söz konusu olduğunda ve apartmanın yıkılıp yapılması imkansızsa, sağlamlığını sormak şart.
Sorduk. Ama adamın acelesi var, 1 hafta içinde evini kiraya vermeye mecbur.
Bir lokma vicdanı olsaydı hamile olan arkadaşıma şunu demesi gerekirdi: “Eski bir bina, bunu kabul ediyoruz, tetkikleri yapılmadı ama yaptırmak isteriz”.
Peki adamımız ne dese beğenirsiniz?
“Valla deprem riski her yerde bence bunu pek düşünmeyin”
Yuh! Yuh ki ne yuh!
Yani “Bu evin sağlamlığını bilemeyiz, içi yeni ama dışı eski, siz hamile olsanız da bu benim pek umurumda değil, yeter ki kiralayın sonra altında kalsanız da bana ne, ben parama bakarım” diyor.
Anlaşılamayan konu şu: Ev sahibi ve aynı zamanda emlakçı olan bu beyefendi ismini her yerde gördüğümüz uluslararası bir emlak şirketinde çalışıyor.
Büyük emlak şirketleri de evleri “boşverin depremi, hepimiz yaşayacağız valla” gibi cümlelerle pazarlayabiliyorsa eğer...
Güvenlik koşullarımızı kendimiz yaratarak bünyeyi ormanlara vursak, karavanlarda yaşasak, çadırda otursak yeridir...
Paylaş