Paylaş
İş ilişkilerinizi düzgün tutabiliyorsunuz.
Nerede, kime nasıl davranacağınızı biliyorsunuz...
İnsanlarla aranızdaki mesafeyi, yakınlığı şahane ayarlayabiliyorsunuz.
Kişiler arasında “ne münasebet!” denilen sınırın gayet farkındasınız.
**
Meziyetleriniz bu kadarla bitmiyor.
Karşınıza biri otursun, beş dakikada karakter analizi yapabilir, en azından kötü mü, iyi mi, hin mi yoksa melek mi tahmin edebilirsiniz.
“İlk anda hissettikleriniz” genelde doğru çıkar.
İçinizdeki sese güvenirsiniz...
Peki konu özel hayatınıza gelince niçin bu becerilerin hiçbiri yaramıyor?
Neden “En büyük hayal kırıklıkları bende” diyorsunuz?
“Hiç beklemezdim ondan”, “Beni sırtımdan vurdu” “Demek ki hiç tanımamışım” sözleri niçin bu kadar tanıdık?
Hiç düşündünüz mü bunu?
Yoksa düşünmek yerine başınızı ellerinizin arasına alıp “Nedeğnn, nedeğnn, nedeğğn hep ben”? diye ağlıyor musunuz?
Durun tahmin edeyim: Ağlıyorsunuz. Ağlıyoruz.
Ağladık, ağlayacağız.
Hatta insanlar 1500’lü yıllarda da aynı sebepten dolayı ağlıyorlardı.
Muhtemelen 4323 yılına geldiğimizde de birileri “Bunu ondan hiç beklemezdim” diyor olacak...
**
Neden biliyor musunuz?
Duygularımız işin içine girdiğinde “insan okumak” zor.
Mesela bir taksiciyi anlamak, duygusal yakınlık kurduğunuz bir adamı anlamaktan daha kolaydır.
Bir taksicinin sizi kazıklayıp kazıklamayacağını taksisini biraz inceleyerek, hal ve tavırlarına bakarak, sizi dikiz aynasından yoklayışına “uyanarak” gayet güzel anlarsınız.
İnerken uzattığınız 50’liği 5 Lira olarak geri uzattığında şaşırmazsınız.
Fakat işin içine duygular girdiğinde, dostluk veya sevgililik söz konusu olduğunda uzattığınız 50’liği çok defa 5’lik olarak geri alır ve bunu fark etmezsiniz.
**
“Duygu açlığı” halindeyken insanın gözleri körleşir. İşte tam da bu sebepte ötürü karşınıza ilk çıkan adamı ihtiyaç duyduğunuz sevgili, biraz anlaşığınız bir kadını ihtiyaç duyduğunuz arkadaş zannedersiniz ve onları hiç tanımasanız bile buna eminsinizdir.
Üzülmeyin, vücut dili konusunda uzmanlaşmış, bu konu üzerine eğitim almış ve gözünüzün hareketinden bile şecerenizi çıkarabilecek nitelikte insanlar, psikologlar dahi kişisel ilişkilerinde karşılarındakileri okumakta zorlanıyorlar. Körleşme sadece belirli insanlara mahsus değil, düşünün artık, insan davranışı üzerine yıllarca kafa yoranlar bile bu tuzaklara düşüyor...
Öncelikle bunu söyleyeyim, hep birlikte rahatlayalım ve devam edelim.
Peki bunun sebebi nedir?
Hayatta her alanda bel doğrultmak kolayken niçin konu ilişkilere gelince iş bu kadar zor?
**
Duygular dahil olduğunda, insanları okumak zor.
Gelin bu “duygusal açlık” meselesini “fiziksel olarak aç olma hali” üzerinden eşeleyelim...
Survivor’dakileri düşünün. Kendi hayatında, herhangi bir zor koşul söz konusu değilken “Doğada serbest dolaşan tavukların yumurtalarından başkasını yemem, hep organik beslenirim, besin konusunda çok seçiciyimdir” diyenler bile açken Hanımeller’e nasıl gömülüyor...
Diyoruz ya, insan “aç” olduğu zaman körleşir...
Fiziki açlıkla “manevi” açlığın farklı olduğunu mu düşünüyordunuz yoksa?
Bir başka örnek üzerinden gidelim: Önceki beş ilişkinizde yalana maruz kalmışsanız “doğrucu” bir ilişkiye olan açlıktan söz edebiliriz, öyle değil mi?
Şu durumda karşınıza çıkan akça pakça suratlı her aday sizin için büyük potansiyel taşımakta, “Acaba doğru insan mı ve göründüğü gibi içi dışı bir mi?” sorusunu kendinize sordurmakta...
İlk izlenim de tamamsa şahane...
Hissettikleriniz, söyledikleri ve hayatına dair size gösterdikleri de tutarlıysa “Allah’ım tutmayın beni, bu o! Bu o!” çığlıkları atmaya hazırsınız...
Aklınızdaki “yalan söylemeyen adam” profilini ilk izlenimlere bakarak Japon yapıştırıcısıyla yapıştırdınız.
“Ay böyle tatlısını da hiç görmemiştim açıkçası” dediniz, fakat erken davrandınız.
Ve..
ilk palavrada da yere çakıldınız...
Çok açtınız, normal koşullarda organik beslenir ve kendinize dikkat ederken bir önünüze tepsiyle gelen şekerli, tatlı bir bisküvinin büyüsüne kapıldınız...
**
Uzun zaman eksikliğini çektiğiniz bir duyguyu gideren kişinin eksin yönlerini göremezsiniz. Eksik olan duygunuz doyduğunda ve aklınızdaki terazi çalışır hale geldiğinde ancak gerçek durumu fark edersiniz.
Ofiste muhtemelen böyle değilsiniz.
Denklem meslekler, işler, güçler söz konusu olduğunda tam tersi çalışır: İşte mantıklı davranmak, işe dair duygularınızı doyuracağı için her konuda makul davranırsınız. İşteyken uçlarda gezinen hareketler yapmamaya dikkat edersiniz, onun yerine “normallik” sınırları içinde olmaya gayret gösterir ve çok çalışırsınız. Doğrusal bir mantık-başarı eğrisi olduğunu düşünürsünüz.
Doğrudur.
Bir de kişisel ilişkilere bakalım: “Ben hayatta böyle bir hareket yapmam” demeniz ve o hareketi yapmanız arasında sadece 2 dakika bile olmayabilir!
Belirli bir duyguya karşı duygusal açlık, aklınızın her santimetrekaresini kaplamışken, mantıklı, objektif bakmayı hayal bile edemezsiniz.
Bahaneler hazırdır: Zaten işte yeterince kendinize hakim oluyor, kontrollü bir profil sergiliyorsunuz. Bari özel ilişkilerinizde istediğinizi yapasınız!
**
Peki duygusal dünyada canının istediği; daha doğrusu dürtülerinin emrettiği gibi davranmanın bedeli nedir?
Eksik kalmış/bırakılmış bir duyguya karşı hissedilen açlığın kişisel ilişkilerinizi kontrol etmesine müsaade etmek demek, ilişkilerde, yeni tanıdığımız (ve hatta eski tanıdığımız) insanları değerlendirebilme yetisinden uzaklaşmak demek.
Kendi anlık duygusal ihtiyaçlarımızı doyurmak adına, karşımızdakinin gerçek kişiliğini ıskalamak demek.
**
“Onu hiç tanıyamamışım...”
Dedik ya, ne kadar tanıdık bir cümle.
Kaçımız bunu söylemedik ki?
Halbuki ne kadar sıradan, he kadar beklenen bir durum.
Ne kadar da “doğal sürenin sonucu” bir durum.
Ha, “Kıştan sonra yazın gelmesi” gibi bir doğallık değil tabii.
“Ne ekersen onu biçersin” gibi bir durum.
“Karşınızdakini tanımaya çalışmaktansa, duygusal açlığını doyurmak için olmayacak bir adamı kafanızdaki şablona uydurmak” türü bir durum.
**
Dikkat etmek lazım: “Tam da istediğim gibi biri” derken esasında siz, herhangi bir adamı aklındaki şablona oturtmuş, uymayan köşeleri de ittirip kaktırıp şablona sıkıştırmaya çalışıyor olabilirsiniz.
Sonra kendi kendinize oturup düşündüğünüz zaman, bunun adına “Hayal kırıklığı” diyor da olabilirsiniz.
Yanılıyor muyum?
Paylaş