Paylaş
Corona Virüsü, şimdiye kadar pek çok mutasyon geçirdi. İlk olarak 1960’lı yıllarda görülmeye başlanan virüs, daha önce insanlarda tespit edilmemiş yeni haliyle 7 Ocak 2020’de Yeni tip Corona Virüsü Covid-19 olarak tanımlandı. Dünyanın 136 ülkesine yayılan Covid-19’un görüldüğü vaka sayısı ne yazık ki her gün artıyor. Ülkemizdeki vaka sayısı her geçen gün artarken virüsün yayılmasının önüne geçmek için kararlı şekilde önlemler alındığını görüyoruz. Okulların tatil edilmesi, gerekmedikçe kalabalık alanlara girilmemesi yönündeki uyarılar, eğlence yerlerine getirilen sınırlamalar ve yurt dışından giriş ve çıkışlar konusundaki kısıtlamalar, alınan bu önemli tedbirlerden bazıları…
Ne mutlu bize ki Covid-19’un yaygınlaşması açısından bakıldığında dünya üzerinde en güvenli görünen ülkelerden biriyiz. Hasta sayısının diğer ülkelere göre az olması bizlere virüsü kontrol altında tutabilme ve mücadele açısından büyük güç veriyor. Buna karşın yine de salgının toplumda büyük bir paniğe neden olduğunu gözlemlemekteyiz.
Yeni tip Corona virüsünün, henüz aşısı ve tedavisi olmadığı için kaygı duymak son derece doğal. Ancak hızla yayılan ve tüm dünyayı etkileyen bu virüsün bireyler üzerindeki etkisi kişilere göre kimi farklılıklar da gösterebiliyor. Bir yanda virüsü önemsemeyip “Vakti gelince zaten öleceğiz” rahatlığı ile yaklaşanlar diğer tarafta ise panik içerisinde marketlere, eczanelere koşup gıda ve tıbbi malzeme stoklamaya çalışanlar var.
Zaten kaygılıydık, salgın üzerine geldi
Bireysel olarak virüsün sebep olduğu endişe, Panik Bozukluk benzeri bir ruh haline neden oluyor. Bunun altında şüphesiz son aylarda toplumda peş peşe yaşanan üzüntülerin yorgunluğunu görmek mümkün. Yakın bir zamana kadar deprem, şehit haberleri, ekonomik iniş çıkışlar ve askeri operasyonların neden olduğu kaygılar gündemimizdeydi. Bu konuların üzerine böyle bir salgın; korku, endişe, panik duyguları ve çaresizlik hissini daha da tetikledi.
Eğer biraz güçsüz bir psikolojideyseniz, bir felaket ile karşılaştığınızda bu ya sizin daha hızlı güçlenip ayağa kalkmanıza yardım eder ya da var olan gücünüzü de karamsarlığa teslim edersiniz. Bu noktada elbette bizlerin yapması gereken, yaşama dört elle sarılmak ve tüm önlemlere harfiyen uymak olmalı.
Birey, ruhsal durumunu da dikkate almalı
Salgın sözcüğü bile tek başına duyan herkesi olumsuz etkilemeye yetiyor. Bu süreçten aşırı etkilenen kişilerde kaygıya bağlı olarak uykusuzluk, yeme bozuklukları, depresif ruh hali, tansiyonda iniş çıkışlar gibi belirtiler görülebiliyor. Panik Atakları artarken, ölüm korkusuyla insanlardan uzaklaşmak, önerilenin çok ötesinde abartılı önlemler almak, hassas kişilerde sıkça gördüğümüz davranışlar arasında…
Konunun uzmanlarına göre, pandemi olarak tanımlanan Covid-19, ülkemiz ve dünyadaki yayılımını bir süre daha sürdürecek. Pandemilerin tarihine bakarsak, ilk akla gelen HIV virüsünün 1980’lerden bu yana 30 milyonun üzerinde ölüme neden olduğunu biliyoruz. İki yıl süren Asya Gribi’nde 2 milyon kişi yaşamını kaybetmiş. Yine 2 yıla yayılan İspanyol Gribi’nden olumsuz etkilenenlerin toplam sayısı ise 100 milyonlar ile ifade ediliyor. Dolayısıyla salgınlar ile mücadelenin uzun zamana ve geniş coğrafyalara yayılabilen süreçler olduğunu söylemek mümkün. Tüm bunlara ek olarak, dünyada Corona Virüsü ile mücadele stratejileri belirlenirken, virüsün mutasyona uğrayarak farklı isimlerde benzer şekilde yeniden salgınlara yol açacağı öngörülüyor. Bu nedenle sadece beden sağlığımızı değil ruh sağlığımızı da korumak zorundayız. İki gece televizyon başında tüm gelişmeleri dakika dakika izleyerek uykusuz kalabiliriz ama mesela 2 ay bu panik halini devam ettiremeyiz.
Şunun altını net olarak çizelim: Salgın durumundaki bir hastalığı önemsemeyip gereken önlemleri almamak çok ağır sonuçlara neden olabilir. Çünkü dünya genelinde virüsün yayılma şekline bakıldığında, başlangıçta 2-3 vaka tespit edilen bir ülkede bir hafta içerisinde yüzlerce kişinin öldüğünü görebiliyoruz. Dolayısıyla mümkün olan tüm önlemleri aralıksız ciddiyetle uygulamak durumundayız.
Öte yandan normalin üzerindeki kaygı da kişinin sağlığını tehlikeye atmaktadır. Buradaki önemli nokta, kaygı belirtileri ile hastalık belirtilerini birbirine karıştırmamak. Yeni tip Corona virüsü özellikle akciğerleri, üst solunum yollarını kişiden kişiye göre değişen oranlarda etkileyen bir hastalıktır. Başlıca belirtiler olarak ateş, kuru öksürük ve nefes darlığı öne çıkar. Kaygı ve endişe dolu bireylerde de nefes alamama ve boğuluyormuş hissi veren fiziksel semptomlar görülebilmektedir. Panik Bozukluğu yaşayanlar ateş basması, nefes alamama, terleme, titreme, nabzın yükselmesi, bayılacakmış gibi hissetme ve yoğun bir ölüm korkusuyla sık sık acil servislere başvururlar. Korku ve endişeler, bedeninizdeki en ufak değişiklikte “Salgına mı yakalandım” endişesi taşımanıza neden olur. Oysa aşırı kaygı da bağışıklık sisteminizi olumsuz etkileyerek sizi hastalıklara daha açık hale getirecektir.
Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için
Panik havası hızlı şekilde büyüyor ve korku salgını tüm dünyayı sarıyor. Kulaktan kulağa yayılan yanlış bilgiler ve sosyal medyada dolaşan felaket senaryoları birleşince, hangi adımın doğru hangi adımını yanlış olduğuna karar vermek güçleşiyor. Örneğin İtalya örneğinde ülkenin bir yarısı karantinaya alınırken herkesin salgının yaygın olmadığı diğer bölgelere gittiği ve böylece virüsü tüm ülkeye yaydıklarını dinledik. Aynı şekilde Avrupa’da, Kıbrıs’ta ve hatta ülkemizde, vatandaşların korku ile gıda ve tıbbi malzeme stoklamaya çalıştıklarını gördük. Bu da gıda fiyatlarının yükselmesine, gerçekten ihtiyacı olan hastaların ya da hekimlerin, bu malzemelere ulaşamamasına sebep oldu ve olmaya da devam edecek gibi gözüküyor.
Bu durumda tamamen bireyleri suçlayamayız. Özellikle ölüm korkusu ve sevdiklerimizi kaybetmekten korkmak doğaldır. Kıtlık korkusu da özellikle 2. Dünya Savaşı’nın izlerini daha iyi hatırlayan Avrupa ülkelerinde bir ölçüde anlaşılabilir. Ancak elbette ki sakin kaldığınızda, mevcut durumunuzu daha iyi değerlendirip daha doğru adımlar atabilirsiniz.
Bu noktada bana göre biraz da bugüne dek hep bireyselliği desteklemenin bedelini ödüyoruz. “Toplumsal duyarlılık” genini bir yana bırakıp sürekli daha genç görünmeyi, daha güzel olmayı, sadece ve en çok kendini düşünmeyi pompalarsanız, işte şimdi tam da lazım olduğu zaman ‘ Bu felsefe doğru değil. Aslında kendine gıda stoklamamalısın. Toplumun diğer fertlerinin gıdasını ve sağlığını da kendi sağlığın kadar önemsemelisin’ demekte zorlanıyoruz. Yine de dünyanın ve ülkesinin geleceğini düşünen kişilere, önlem alırken sadece kendiniz ve aileniz için değil, tüm toplum, ülkeniz ve hatta tüm dünya için duyarlı davranın diye hatırlatalım.
Korku salgınından korunmak için neler yapabiliriz?
Sorunla yüzleş: Öncelikle gerekli önlemleri almak, hijyen kurallarını ve kalabalık ortamlarda bulunmama yönündeki tavsiyeleri harfiyen uygulamak gerekli. Bilindiği gibi başka ülkelerde evden dışarı çıkmak konusunda sınırlamalar getirildi. Bilmiyoruz ama belki bir adım sonrasında ülkemizde de sokağa çıkma konusunda çeşitli kısıtlamalar getirilebilir. Tüm bunlara zihinsel olarak kendimizi hazırlamalı ve toplumsal açıdan sağlık, huzur ve güvenliği koruyabilmek adına birbirimizi uyumlu davranmaya teşvik etmeliyiz diye düşünüyorum.
Bilimsel makalelerde bugüne dek insanlığı bekleyen sayısız riskten bahsedildi. Kutup taklası, buzulların erimesi ve sayısız hastalığın yayılması, dünyaya bir meteorun çarpması vs… Salgın bunlardan biriydi. Bu güne dek filmlerde gördüğümüz bu tabloyu ülkelere göre farklı yoğunluklarda olsa da bütün dünya vatandaşları olarak aynı anda yaşıyoruz. Üstelik konunun uzmanları sanki alıştıra alıştıra, bu salgın geçse bile yine benzer salgınlar yaşayacağımızı vurguluyorlar. Bu da demek oluyor ki, kendimizi mutlu hissetmek için ihtiyaç duyduğumuz kadar güvenli bir ortama artık kolay kolay kavuşamayacağız. En azından bu günlerde bizi bekleyen önemli riskler var. İlk iş olarak bu riski kabul edelim. Bunun için alabileceğimiz her türlü tedbiri her an almaya devam edelim.
Korkunun doğasını öğren: Korkuyu temel olarak ikiye ayırabiliriz. Birincisi bedeninizle birlikte hissettiğiniz korkudur ve ani gelişir. Diyelim ki gündüz vakti yolda rahat rahat yürürken birden bire size yaklaşmakta olan bir kaplan gördünüz. Bu hiç beklemediğiniz bir şeydir ve bacaklarınızın titrediğini, nabzınızın hızlandığını fark edersiniz. Ya donup kalırsınız ya da kaçmaya başlarsınız. Çoğu kişinin böyle anlık şoklarda donup kaldığı ve tepki gösteremediği kayıtlara geçmiştir. Aslına bakılırsa gerçek korku budur ve amacı bizleri hayatta tutmaktır. Korku anında beden, sindirim gibi daha önemsiz gördüğü bazı işlevleri durdurur ve hayatta kalmaya odaklanır.
İkinci tip korku ise, diyelim ki bu kaplandan kurtulduktan 10 sene sonra benzer şekilde sakin bir sokakta yürürken içinizden “Buradan bir kaplan çıkar mı” diye düşünüp sürekli sağa sola, hatta arkaya dönüp bakmanız, belki de bu kaygıyla taşa takılıp düşmenizdir. Bu ikinci tip korku, genellikle zihinseldir ve hekimler tarafından kaygı olarak ifade edilir.
Şimdi sizden her durumda kendinize şu soruyu sormanızı istiyorum. Bu düşündüğüm şey, gerçek bir korku mu yoksa ben zihnimde durduk yerde kendi kendime mi bu kaygıyı üretiyorum?
Kaygılar ile oyalanmayın: Korku ve kaygıların kişiye zararı, genellikle insanı oyalayarak, alınması gereken tedbirleri alacak gücü harcamalarıdır. Şu anda tüm Türkiye, olası felaket senaryoları üzerine yapılabilecek en detaylı tartışmaları yapıyor. Oysa belki de bireysel olarak tek yapmamız gereken mesela çocuğumuzu bu hafta kalabalık bir eğlence yerine götürmek yerine onunla birlikte evde vakit geçirmek. Bunu yapsak, ellerimizi yıkasak, hijyene dikkat etsek, ilk etapta yeterli olabilir. Umuyor ve diliyorum ki, olası felaket senaryoları, bize biraz düşünme ve harekete geçme fırsatı versin.
Tükenmişlik sendromundan kaçarken, belirsizlik yağmuruna tutulmak: Bugün işe gitmediği için gerilen kişilerin bir kısmı, düne kadar aşırı yorulduğundan şikâyet ederek hekimlere başvuran kişilerdi. Oysa şimdi, sağlık çalışanları gibi belirli bir kesim ekstra çalışmak zorunda kalsa da çoğunluk zamanını evde geçirme şansını elde etti.
Amerika’da yapılan istatistikler, bu tarz kriz dönemlerinde insanların televizyon ve sosyal medyada, bilgisayar oyunlarında geçirdikleri zamanın arttığını gösteriyor. Önce bilgi edinmek amacıyla ekranın başına geçiyoruz sonra da eğlenmenin bir yolunu bulmaya çalışıyoruz. Bu seçeneklerden sonra en sık tercih edilenler ise spor yapmak ve şarkı söylemek.
Şimdi geçici bir süre için öğrenciler evlerinden eğitim alacaklar ve belki de kimi çalışanlar da işlerini evlerinden sürdürecekler. Şüphesiz ki öğrenciler için evde hızla yeni bir düzen kurmamız gerekecek.
İşlerini evden yapmaya başlayan kişiler, zamanı ve işi nasıl yönetecekleri konusunda kaygılanıyorlar. Salgın Yalnızlığı diyebileceğimiz duygunun içinde, ‘Acaba diğerleri süreci nasıl yönetiyor?’ diye duyulan büyük merak ve derin bir belirsizlik korkusu var. Bu noktada yöneticiler, evlerindeki çalışanlara yeni görevlerini iyi tanımlamalılar. Ayrıca hastalık belirtilerine sahip kişilere suçluluk hissettirmek yerine destekleyici davranılmalı.
Ekonomik tablonun üzüntüsü: Şüphesiz ki her sektörde milyonlarca çalışan iş kaybı yaşıyor ve bu maddi kaybın nasıl telafi edileceği meçhul. Bu noktada hissettiğiniz gerginlikleri, yakınlarınıza anlatmanız sıkıntıyı içinizden atabilmeniz açısından faydalı olabilir. Ancak aile içinde ve özellikle en ufak durumda korkuya kapılabilecek çocukların yanında bu konuşmaları yapmamaya özen göstermelisiniz. Ailenize ve çocuklarınıza olabildiğince tedbirli davranmak konusundaki gereklilikleri kısa ve net bir şekilde anlatmaya çalışın. Böyle bir ortamda zorunlu olmayan harcamaların ertelenmesi gibi ihtiyaç duyduğunuz ekonomik tedbirleri alın ve uygulayın ama yine de sonu gelmiş gibi konuşmaktan kaçının.
Bilindiği üzere, korku zaman zaman toplumları kontrol etmek amacıyla kullanılabiliyor. Çünkü korku, karar mekanizmaları üzerinde oldukça etkili… Korktuğumuz anda, ekonomiyi belirleyen bireysel davranışlarımız çok hızlı şekilde değişiyor. Dünyada borsalar “çakılıyor”, karantina altındaki ülkeler nedeniyle ekonomik sorunlar yaşanıyor. Sadece geleceğe dair olumsuz beklentiler bile olumsuz tutum almaya sebep olarak, sonuçları olması gerekenden daha da beter hale getirebiliyor. Bu nedenle önceliği insan sağlığına vermek, orta vadeli ekonomik durum ile ilgili sert kararlar almadan önce biraz daha süreci izlemek faydalı olabilir.
Bu salgın boyunca ülkemizde büyük marketler, gıda ve temizlik maddelerine olan talebin yüzde 50’ler civarında artığını açıkladılar. Herhangi bir kıtlık sorunu yok ancak tedbirde abartıya kaçmak, o ürünlere daha fazla ihtiyacı olanların hiç ulaşamamasını beraberinde getirebilir. Yani siz evinize 3 kolonya birden alırken, komşuda hiç olmadığı için salgın mahallenize daha kolay nüfuz edebilir.
Öfke ve çaresizlik hissi: Sorunlar ne kadar küreselleşirse, bireyin kendinde hissettiği güç o derece azalıyor. Bu da kişileri, öfkelendirmekte ya da çaresiz hissettirmekte… Oysa bireysel öfkenin bir adım sonrasında toplumsal karmaşa var. Şu bir gerçek ki, kendi içinde çatışan bir toplumda hiç birimiz huzurlu şekilde oturamayız. Bu nedenle herkes, başkalarına yansıttığı öfke hissini denetlemeli. Öfke genellikle fiziksel enerjimizi atamadığımızda çoğalacağından eğer toplu taşıma kullanmadan açık havada yürüyüşe gidebileceğiniz semt parkları varsa, bunu günlük bir rutin haline getirmenizi öneriyorum. Üşütmemeye özen göstererek bedeninizdeki negatif enerjiyi doğaya bırakmanın bir yolunu bulabilirseniz elbette ki kendinizi daha iyi hissedeceksiniz. Buna fırsatı olmayanlar ise evlerinde egzersiz yapmayı, neşeli insanlarla telefonda konuşmayı, keyifli bir şarkı, bir bitki çayı ya da sıcak bir banyo eşliğinde biraz gevşemeyi deneyebilirler.
Delirecek kadar çok haber izlemeyin: Uzun süre salgın haberlerine, felaket senaryolarına maruz kalmayın. Türkiye’de internet kullanıcıları günde 7 saatten fazla zamanı internette, yaklaşık 3 saati sosyal medyada geçiriyor. Teyit edilmemiş ve yanlış bilgilerin yayılması ise insanların korkularının artmasına sebep oluyor. Bu süreçte güvenilir, uzman kişilerin verdiği bilgileri takip etmek oldukça önemli. Sürekli salgın haberlerine maruz kalmak doğru değil, haberleri birkaç saatte bir kontrol etmek daha sakin kalmanıza yardım edebilir.
Ruhun yaşlılıkla imtihanı: Son olarak yaşlıların durumundan da söz etmemiz gerek. Ne yazık ki bu virüs, daha çok belirli bir yaşın üzerindeki kişilere zarar veriyor. Dolayısıyla yaşlılar, dünyanın gündeminde. Bilindiği gibi biz, yaşlılığın saygı gördüğü bir kültürden geliyoruz. Zaten pek çok sağlık sorununa sahip olan yaşlı insanların karantina altında tutulurken veya tartışmalara konu olurken incitilmemesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Çünkü bizleri bugünlere getiren önceki kuşaklar, sağlığı ve saygıyı hak ediyorlar. Farklı kültürlerden insanlar kendi yaşlıları konusunda sert tedbirler alabilirler ama bizim aldığımız tedbirlerin yanına kendi kültürel yapımızın gücü, saygısı ve merhameti de eklenmelidir.
Paylaş