Paylaş
Yüksek performans kültürünün oluşturulması, verimli halinin olabildiğince korunması ve de geliştirilmesi üzerine izninizle bana özgün bir bakış açısıyla konuya pat diye gireyim. Görüp bakalım hangi kelimenin ruhu var, hangi cümle size nasıl ilham olacak, iç dünyanızda nelere dokunacak, neleri harekete geçirip kelebek etkisi yaratacak merak ediyorum doğrusu…
Bu kez konuya bir oyun oynayarak başlayım dilerseniz. Sizden isteğim, “yüksek performans” cümlesini kendi kendinize sesli bir şekilde birkaç kez dillendiriniz. Ve peşi sıra aklınıza geliveren ilk kelimeyi / cümleyi veya görüntüyü not alınız. Tüm bunları yapıyor olmanızın size ne yararı olacak. “Ben ötesi” dediğimiz bu yöntem, oyunla iç içe olduğundan konuya daha derin ve kolayca fokuslanmayı, bilinçaltındaki size özel bilginin bilince çıkmasını kolaylaştıracak. Her şeye uygulayabileceğiniz bu yöntemi şimdi “yüksek performans” cümlesine için uyarladık. Eğer oyunun sonucunda elde ettiğiniz veriniz varsa şimdi dikkatle ona bakınız ve yorumlayınız. Nasıl bir görüntü yada cümlenin etkisiyle geleceğinizi şekillendirdiğinizi keşfettiniz mi? Bu iki kelimenin işinizle/kariyerinizle ilgili kararlar almada nasıl bir rol oynadığını farkettiniz mi?
Kendi gerçeğinize dair merak ettiğiniz her şeyde bu uygulamayı kullanarak yaşamınızın doğal bir parçası haline geldiğini düşünsenize… Böylelikle akıl devrede olup zihinsel az efor harcandığı gibi enerjinizi bilerek kullandığınızda, neler başarabileceğinizi hayal edebilir misiniz?
Şimdi oyunu bir tık öteye taşıyalım, resmi büyütelim. “İçinde bulunduğunuz şartlar doğrultusunda, bireysel/ organizasyonel yüksek performans kültürü oluşturmak dediğimde sizin için anlamı nedir? Bunun bir görüntüsü var mı? Varsa o neye benziyor?” Sizin için cevap neydi gerçekten duymayı çok isterdim. Bana gelince bu günlerdeki tanımım, “çevremle uyumlanan değerlerim doğrultusunda anlam ve amaç bütünlüğü içinde yol almak”. Ama yarın bu tanımım bilincimin esnemesiyle orantılı daha da değişebilir, gelişebilir. Bu günlerde Rebecca Stevens’ın dediği gibi “iç sesimi dinlemek ve benin için doğru olan bir yolu takip ederek öz farkındalığımla ilerlemek” istiyorum.
…Yıllar öncesi sudan çıkmış bir balık gibiyken, sağa sola çırpınırken, korkularım tavan yapmışken, beni yolda tutacak bir rotaya, ilkeye ihtiyaç duyduğumda o beni benden daha iyi bilen Allah’ıma, seslendim. “Bütünün ve benim hayrıma olanı en iyi sen biliyorsun, bundan böyle göstereceğin kendi yolumda yürümeye hazırım” diye niyet ettim. Sözcükler ağzımdan döküleli tam üç gün olmuştu ki seher vakti, kafamın içinde farklı bir ses, “sana bahşedilen özelliklerini tanı ve doğru zamanda doğru yerde etkili kullanmaya bakmalısın” diyordu. Bense bu duyumsal durumun etkisiyle yüreğim ağzımda evin içinde dört dönüyordum. Bunun üzerine beni sürekli ezen, acıyan o tanıdık iç sesim, baktı ki kalesi sarsılıyor, hemen bana seslendi. “Elinden tutan biri yok, rehberin yok, sen ne yapabilirsin ki nereden başlayacağını dahi bilmiyorsun”… Aradan ne kadar zaman geçti bilmem ama bildiğim artık dış dünyaya kendimi kapatıp tamamen iç dünyama yöneldiğimdi. O günlerde tek hatırladığım bol bol olumlu, enerjisi yüksek hayal ve düş kurmamdı. Öyle ki dünyanın en bedava en imkânsız, muhteşem gösterileri bana geleceğim için, yaşamam için can veriyor, ilham oluyordu. Dahası görsel hafızam güçlendikçe, yaratıcı düşüncelerim tıpkı patlamış mısır misali çoğalıyor ve güçlü yönlerimle bağlantı kurduğumu gözlemleyebiliyordum. Üstelik niyetimin ve dikkatimin yolları kesişmiş olmalı ki, nur topu gibi vizyonum vardı. Öyle ki davranışlarımla bağlantıya geçerek, korkusuzca benim yol almama yardımcı olmaktaydı… Böylelikle sağduyunun ne demek olduğunu, hangi iç sesimin benim gerçeğim olduğunu, sezginin ne zaman bana rehber olduğunu artık biliyordum. Üstelik E. J. Zelinski’nin dediği gibi, “sonunda başkasının ateşinde ısınmak yerine kendi ateşimi yakabildim”… Ben yalınlaştıkça, ereğime ulaşmamı sağlayan en kısa yolların karşıma çıkıvermesi… İşlerimin tereyağından kıl çeker gibi yolunda gitmesi…” Bu durumun sırrı neydi bilemedim. Ama çok sonraları bu tespitimin nedenini öğrendim. “Az efor yüksek performanstı (E. C. Tolman). Hikâyemi size niye anlattım? Yol almamıza neden olan anıları çok çabuk unuttuğumuz bir gerçek. Peki, bu satırları okuyor olmanız sizce bir tesadüf mü? Elbette tevafuk, yani bir birimize uygun gelme durumuysa, öyleyse amacım size kolayca yol aldıran geçmiş başarı öykünüzü yeniden anımsamanız ve bu günlerde ihtiyacınız olan noktalarda yol alabilmek adına yeniden o hikâyeden esinlenebilmeniz içindi. Ve şimdi anınızla ilintili yeni bir uygulamaya ne dersiniz? Şu an size özel doğan soruları az evvelki o anınızı iyice derinlemesine hatırlayarak cevaplayınız, kural: cevapları kâğıt üzerine yazınız. Yazma işleminiz bittiğinde, tamamını okuyunuz ve nötr bir şekilde (kendi kendinizin koçu, danışmanı, mentoru olmak) bu gününüze yorumlayıp, o anınızdan ilham alınız.
• Size bahşedilen gizil gücünüzü, potansiyelinizi gereği gibi neden kullanmalısınız?
• İç sisteminize ne kadar güveniyorsunuz?
• Kendinize bu günlerde bir iyilik yapsanız, bu ne / neler olurdu?
• Bunun için hangi becerinizi / davranışınızı geliştirip dönüştürmek isterdiniz?
• Hangi beceriniz / tutumunuz kelebek etkisi yaratmasını isterdiniz?
• Yazdıklarınızın tamamını ara vermeden bir kez okuyun. Şu an size nasıl bir farkındalık uyandırdı? Şu an üzerinizde hangi duygu hâkim?
Böylesi bir teknik çalışmanın bize ödülü; kendimize dair, geleceğimize dair bilinmez her durumdan ürker ve korkarız. Zihnimizin kendine has, düşünce ve davranış kalıplarını bilmek, nelerin üstesinden gelip gelemeyeceğini bir nebze olsun bilmekle korkular öz saygıya, öz güvene dönüşüyorsa. İnsanın en güçlü temel değerlerinden biri güvense, bu perspektiften bakınca bana göre
I. sıraya iç engelimiz “kendine güvenmeme” gelir.
…Çocukken benim için en unutulmaz en heyecan verici an, yetenek oyunlarında rakibim olan babamı yenmemdi. Çok sonraları öğrendiğimde kendisinin bana karşı bilerek yenilmesiydi. Kızının kendine güvenmesini, inanmasını bu keyifli oyunlarla sağlaması… Şimdi başarılarımın ardındaki en önemli neden rahmetli babamın bu basit ama anlamlı taktiği olduğunu biliyorum. Ha baba- kız aile, ha çalışan-yönetici buda şirket demekse o halde organizasyonun üretkenliğini, motivasyonunu etkileyen güven ve müşterek gaye yoksa diğer iç engeller kendini gösterir. Oda,
II. Uzgörünün büyüklüğü yoksa ve sınırlayan inanç kalıpları varsa; “kafanın içindeki muhalifi fark et ve yönet” der Gallwey.
III. Hedefsizlik, süreci yöneten birinin olmaması, sürekli hoşnutsuz ruh haliyle dolaşmak, tembellik, serbest oluş, risk almamak güçlü iç sabotajcıdır; Bana göre panzehiri gayeler oluşturmak. Takımı büyük resme taşıyacak sürekli minik hedeflerin belirlemesi, yada belirlemelerini sağlamak.
IV. Sorumluluk almaya istekli olmama hali;
V. Kendinin, paydaşlarının ihtiyaç ve duygularını anlayamamak; Ben buna “halden anlamamak” deyimini kullanacağım.
VI. “Yeterince iyi olmama” hissin yaşanması; Mükemmeliyetçiliğin ardına sığınmak. Brené Brown, “özsaygımız tehlikede değilse, cesur olup ham yeteneklerimizi ve kabiliyetlerimizi paylaşma riskini almaya hiç istekli değiliz” der.
VII. Başkalarıyla kendimizi kıyaslamak; Bunun açılımıysa, ya içinde bulunduğumuz şartlara uyum göstermek için çabalamak yada başkalarının başarılarıyla boy ölçüşmek için çabalamak.
VIII. Takdir beklemek; Tim Gallwey’ der ki “tenisteki rakibiniz eğer sizi esnetip koşturuyorsa sizin gerçek arkadaşınız, topa öylesine vurup size geri gönderiyorsa arkadaşınız değildir. Çünkü bu sizin oyununuzu geliştirmenize imkân tanımayacaktır”.
Yukarıda saydığım iç engellere, yaşanmışlıklarınızdan elde ettiğiniz başka hangi tespitler varsa onları da isterseniz siz not alın ki söyleyecek sözünüz olduğunda paylaşmaya ne dersiniz? İnanın bana yeri gelince çok makbule geçiyor.
Burada iç engeller kadar uzun dış engellere değinmeyeceğim. Zira “Potansiyel İçin mi Performans, Performans İçin mi Potansiyel?” yazı dizimin I ve II. Bölümlerinde uzunca değinmiştim. Dış engelleri uzunca okumak ve yorumlamak isterseniz de “performans için koçluk” isimli kitaba bir göz atmanızı öneririm. En önemli dış engellere gelince:
• Organizasyonun / liderin baskın yönetim tarzı,
• Teşvik ve fırsat eksikliği,
• Şirketin kısıtlayıcı yapıları ve uygulamaları ve çalışanlara dayatılan inançlardır.
Oysa yüksek performans kültüründe; “Çalışanları harekete geçirmek, onları sürekli geliştirecek sonuçlar elde etmek, ortak vizyonu yayma sürecinde açık ve güvenilir bir ortam oluşturmak (Mellor)”.
İşte tam da bu noktada koçluk mesleğimle hizmet veriyor olmayı bu anlamda çok seviyorum ve önemsiyorum, nedeni kişi kendi performansını azamiye çıkarması için potansiyelini serbest bıraktıran onca tekniklerin doğması dahası isterseniz kendi tekniğinizi, yönteminizi oluşturabilmeniz. Bunun için tek kural, olabildiğince farkındalıklı birey olmaya yürekten niyet etmek. Sonrasındaysa yol önünüzde belirir. Bana göre bilerek yaşamak, az efor yüksek performansın ta kendisidir.
Usta koç, Sir John Whitmore’nin dediği gibi “ben sadece farkında olduğum şeyi kontrol edebilirim. Farkında olmadığım şey ise beni kontrol eder. Farkındalık beni güçlendirir. Yüksek performans kültüründe büyüme yerine sürdürülebilirlik vardır. Zorla kabul ettirilen kurallar yerine iç değerler, korku yerine güven, nicelik yerine nitelik, fazla yerine yeterlilik, öğretme yerine öğrenme, bağımlılık yerine dayanışma, başarı yerine hizmet anlayışı, ayrışma yerine yeniden yaratma kültürü vardır”.
…” 2006 yılında Milli Eğitim Bakanlığı şura salon sorumlusuydum. Salonu bir ay boyunca her akşam etkinliklere hazırlarken sadece beş kişiydik. Temizlikten sorumlu arkadaşlarımla sıkıntılar yaşamaktaydım. İstediğim gibi temizlenmemesi bir yana kendi aralarında sürekli ben yaptım sen yapmadın benzer lakırdılar… Öyle ki içlerinden bir tanesi, bir gün “ne kadar ekmek, o kadar köfte” sözleri beni epey üzünce, kendime “bu iş böyle gitmez ne yapabilirim” noktasına getirdi. Bir gün gayriihtiyari onlara kek yapıp götürdüm ve bir sohbet ortamı oluşmasını sağladım. Sohbet içersin de onların öykülerini dinlemek, temizlik konusunda düşüncelerini öğrenmek, üzüldüğüm noktadan söz etmek… Ve sessizlik oldu sanki hepimiz şapkamızı önümüze koymuş düşünüyorduk. Derken ben seslendim. “Arkadaşlar niçin buradayız biz? Burada ne yapıyoruz?” sessizlik ve ardı sıra içlerinden genç olan, “her akşam yerli yabancı konukların keyifle müzikler dinlemesine yardım etmek istiyorum ben” dedi.
O günden sonra aramızda saygıyla bütünleşen sevgi doğdu, orası sanki bizim evimizdi ve her akşam konuklarımıza en iyi hizmeti sunuyorduk.
Paylaş