Paylaş
Neden bazı insanlar için mutlu olmak çok kolayken,
Bazıları için saf neşeyi tatmak, yaşamın büyüsüne kapılmak zordur?
Âdemoğlunun fani dünya gelişinden iki dakika sora çevresini kopyalamaya başladığı gibi saf neşe üzerine anılarını oldukça duygusal ve tutkulu bir şekilde zihnine depolar. O, çocuk saflığıyla uzun ince yolda büyüme basamaklarını çıkarken, bir yandan da “mutluluk üzerine düşünür. Çevresinden öğrendiği öğretiler eşliğinde kendince mutluluğu tanımlar ve saf neşeye dair bir görüş oluşturur. Artık mutluluk bazıları için; O, masallardaki rüya ülkesi, o çikolata kaplı ev, o kırk gün kırk gece süren düğünler gibi sonsuza denk mutlu yaşamakla bir tutulur. Bilir ki barış, huzur, mutluluk… Kendi dışında oradadır.
“Çocuklar büyüyünce, Çocukların evlendiklerini görünce, Bir ev satın alınca,
Kilolarından kurtulunca, Koca eve vaktinde gelince, İnşallah emekli olunca,
Evi istediği gibi döşeyince, Kariyerinde arzuladığı noktaya gelince…” MUTLU olacaktır.
Saf neşenin gelmesini beklerken,
Bir yandan da kendince kıvancın tarifini yapmak için “sonsuza değin mutlu yaşamak” gerçekte var mıdır? Sorusuna cevap arar. Günler bir birini kovalarken gelecekte yaşamayı arzu ettiği anlar üzerine yığınlaştırdığı beklentileri altıda nefes alacağı günleri düşünür. Kendine, ailesine, evine… Mutluluğu tattıran neşenin, bedenini sarmalayan o güçlü enerjinin, o her şeyi unutturan duygunun, bu gün yarın gelmesini bekler durur. Oysa gerçek mutluluk içtedir.
Yaşanılan olaylar karşısında, bazense sebepsiz yere aniden ortaya çıkan zihindeki ilk düşünceye yüklenilen anlam ve güçlü duygu bizi bize mahkûm eder. Burada kişi, neye ne kadar alınganlık gösterdiğinle ilintili olarak mutluluğun veya mutsuzluğun kapısını aralayacak o ilk ateşi yakar. Ardı sıra ürettiği zihinsel fantezilerle, o ilk düşünceyi uydurduğu hikâyeler eşliğinde süsler. İnsanın kendi görüşü, gerçeğin önüne geçmiştir. Artık odaktan, yoldan sapma başlar. Denge bozulur. Seçim zamanıdır. Kısaca terazinin küfesinde bulunan mutluluktan kaç kilo nasiplenilmelidir?
İnsan nefes aldığı sürece sevinci, keyfi, saf neşeyi tatması için irili ufaklı pek çok fırsat aslında ya kapıyı çalmıştır yada yanından teğet geçip gitmiştir. Niye mi? Bir damla mutluluğu varlığına çok görmüştür. Çünkü çocukluktan getirdiği çeşitli mutluluk tanımlarına paralel eğer, “Ben kimim ki mutlu olmayı hak ediyorum.” Gibi, gibi İnançla kişi yol alıyor ise, idrak, başka deyişle kalp gözü, ruhun uyanmaması için içerde kıyasıya savaş verir.
Hal böyle olunca gözler etrafına baksa da gerçeği görmesi engellenir. İçteki öz’se, sözlere dönüşürken o sıcaklığı, o içtenliği yok eder. Dil sivrileşir, keskinleşir, davranışlar hoyratça olur. Daha ileri giderek kalp başka, ağız başka sıradan konuşmasını artırır. Hal böyle olunca kişi çevresiyle paylaşımı gittikçe azaltır. Birde keçi misali inatçılık artınca, kabaran hindi misali gururun pençesine düşülür. En kötüsü yalancılığı körükleyecek sırlar artar.
Zihin, bu şartlanma karşısında hep bir şeylere bahane üretmeye başlar. Doğasında bulunan tembellik, atağa kalkıp sis misali gayretin, çalışkanlığın üzerini örter. En kötüsü tembellik, kana iyiden iyiye karıştıkça virüs misali, yaşama dair karamsarlık, hiçbir şeyden hoşnut olmama, her şeyi, herkesi eleştirme, hiçbir şeyi beğenmeme artar. “ Yok, canım nerde bende o talih, kaderime bak sen, elimi neye atsam… Bir damla mutluluğu bana çok görüyorlar, benim hiç mi yüzüm gülmeyecek…” Birey, nice olumsuz cümleleri gün içersinde ısrarla pek çok kez üstüne basa, basa herkese, her yere ilan edercesine duyurması ve çevresi de o konuşmaları onaylaması… Eyvah, eyvah! Niye mi?
Zira o insan, kaderinin yönünü bataklığa giden yola çevirmiştir. İçinde kaynamakta olan kazanın altına odunları kömürleri doldurmuş demektir. Bu haller sonucunda kırılganlık, alınganlık, sabırsızlık öyle artmıştır ki, ölmeden cehennem ateşinde yanmaya başlar. Bu dönemlerde zihin, her saniye kötü anıları peş peşe göz önüne getirir. Ama en kötüsü, kişi bu acı dolu sahneleri durmadan hatırladıkça farkında olmadan ıstırabın onu beslediğidir. Çünkü zihinsel senaryolar çoğalmış, kötü planlar eşliğin de intikam düşünceleri garip bir mutluluk kaynağı olmuştur. Unuttuğu vicdanıysa, hesabı günü gelince en ağır ceza ile keser. İçinde bulunulan şartlar, olumsuz düşünceler, başta zaman, mekân, güvensizlik… Korku, kibir, öfkeli hallerimizi en üst mertebeye çıkarır. Ödün vermeyen olumsuz, tutarsız, dengesiz davranışlar artarken, insanoğlunun gözü iyiden iyiye kör olup hiçbir şeyi göremez olur. O saf neşe, o mutluluk, “burnunun dibinde beni görmüyor, ne hali varsa görsün “ dercesine iç dünyamıza hapis olur. Ta ki kişi yürekten mutlu olmayı isteyene kadar, “değişim, biz daha onu fark etmeden, zaten gerçekleşti. Biz sadece gerçekleşmiş olanın içine doğru yürürüz.” (cooke)
Bir gün yağmur altında, köşe başında, piyango bileti satan kadının “Allah’ım ben beni unutursam sen beni unutmazsın” yazılı şapkasını görünceye kadar ve bir an durur, “Aman Allah’ım ben ne yapıyorum”? Der.
Kalıcı mutluluk hali yaratılabilir mi? Gerçek mutluluk var mıdır? Mutlu olma hali nasıl bir şeydir? Neye benzer? Sorularına yanıt bulmak üzere
Paylaş