Paylaş
…”Günlerden bir gün, güneş yerini kapkara bulutlara bırakınca, gökyüzü delinmişçesine yeryüzüne yağmurunu boşaltınca, işimi gücümü bırakıp öylece dışarıyı seyre daldım. Derken birde baktım ki asıl kıyamet dışarıda değil içeride kopuyordu. Zira havanın kasveti ruhumu eline geçirmiş geçmişimi, geleceğimi, kendimi sorguluyordum. “… Masalında, bu yaşamında, çalışmalarında ne şekilde ilerlemek seni çok mutlu ederdi? Şu andan itibaren neler yapıyor olsan, sonsuz diyara göç ederken gönlün rahat olurdu? …” Başlangıçta kolay gibi gelen soruları hemen cevaplamak istedim, tık yoktu biraz düşüneyim dedim, nafile öylece kalakaldım. O an sanki nefessiz kalmış boğuluyor hissiyle hemen camı açtım ve derin derin havayı var gücümle içime çektim. Bu soluklanma beni yeniden rahatlatmıştı öyle ki iliklerime kadar işleyen toprak kokusuyla da iyiden iyiye ferahlayan can kuşum, sanki birbirine delicesine âşık iki bedenin hasretle, özlemle kavuşması gibi ürperip titriyordu. Gönlümdeyse bana var olma duygusu yaşatan rahmete ve Rabbime şükranlarım vardı. Böylece huşu içinde olan gönlüm, sonsuzluk diyarında ne kadar kaldı bilmiyorum bildiğim bir zaman sonra sadece Karacaoğlan’ın sözleri odama dolmaktaydı. “İncecikten bir kar yağar, tozar elif elif diye”… Mırıltılı bu seslenişe nice zaman sonra iç sesim eşlik ediyordu. “İyi niyetlerinle, gayretinle, işi oyuna dönüştürerek adım adım yol al.” Bu seslenişe mi heyecanlandım bilemiyorum ama can kuşum sanki kanatlanıp hemen uçmak isteyince, telaş yok dercesine Yunus’un sözleri kulaklarımdaydı. “Ben gelmedim dâvi için, benim işim sevgi için, aşkın yeri gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.” Dudaklarımdansa “hıım; bu can bu tende olmaya devam edecekse gönül almayı da unutma”… Sözleri dökülüyordu.”
Yeryüzünde ne enteresan hikâyeler vardır kim bilir. Ancak bu yaşanmışlıkların masalsı kısmı beni heyecanlandırsa da örgünün içindeki ilk çıkış noktası hep meraklandırır ve orada neler oluyor düşüncesi soruları doğurur. İşte bu yazıda peşinden koşacaklarım: Umudumuzu yeşerten bize ilham veren içsel öncülerin yaşam döngümüz için önemi nedir? Varlığımızı uyaran, dönüşümü başlatan dışsal öncüler nelerdir? Seksüel enerji yeryüzünde ihtiyaç duyduğumuz manevi açlığımız doğrultusunda mı dönüşümü başlatıyor? Haydi oyuna!
Varsayalım ki bir sabah uyandığımızda kendinizi yabani bitki örtüsü ve hayvanların bulunduğu egzotik bir yerde tek başına buldunuz. Yol iz bilinmiyor, akıl danışacak kimseler yok, ilk adımınız ne olurdu? Panik ve karamsarlık haliniz yüzde kaç olurdu? Hatırlayın yaşam bizi zorlamaya başladığında, karabasanlar içinde bıraktığında ilk yaptığımız davranışlar neler? Genelde öncelik panikleme, telaş ve korku ya sonra? Durumun üzerinden biraz zaman geçince, biraz rahatlayınca çoğunlukla Google amcadan / bilişim dünyasından, çevremizdeki eş, dosttan… Görüşlerini, yardımlarını almak isteriz. Sonuç; her şey kolaylaşacağı yerde çoğu zaman olay iyice içinden çıkılmaz hale dönüştüğü gibi bizi zorlamaya başlamaz mı? Tam tersini bir an için düşünelim. İçimizdeki sakinleşme yüzdesi ne kadar hızlı yükselir ve de düşünmek yerine içinde olunan şartlara bir an önce uyumlanmayı seçtiğimizde neler olur? İçsel öncülere güvenimiz tam olsa olayın seyri nasıl gelişirdi?
Bilgi, bizi bizden iyi bilen kaynaktan, hele de mistik bir şekilde sonsuz aklın, sezgi veya rüyaların yardımıyla içimizde doğmasına, akmasına izin verildiğinde bize kocaman bir rahatlık verir. Üstelik o bilgiye katıksız inanıp güvendiğimizde, hele de düşünce ve duygulara yansıtırken gerçekliğini, anlamını olabildiğince bozmadığımızda: Durumun üstesinden kolayca ve en az zararla / en başarılı şekilde çıkmamız mümkün hale gelir. Bu şekilde nice çözüme kavuşturduğunuz olayları bir anımsayalım, “buldum, buldum” nidaları ile kolayca durumun üstesinden gelmekle kalmayıp onu kendimizin ve çevremizin yararına çevirebilmede daha bir cesur, güçlü, üretken ve özgün olmuyor muyuz? Bazen de şaşırırız “vav tam zamanlama” denmez mi?
İşte içimizdeki kaynak, bizim neye ne zaman ihtiyaç duyacağımızı bildiği gibi bize yön veren en doğru, en gerçek bilgiyi gönderir. Dikkatinizi çekerim o günlerde daha bir bedenen, zihnen hafiflemez miyiz? Çünkü daha sağlıklı ruh, akıl ve yürekle birleşen aklıselim halimiz, hoşgörümüz artar. Olabildiğince dengelenen hormonların salgıladığı beden, gelecek olan neslin ikbal ve istikbaline katkıda bulunmaya yardım eden düşünce yapısını güçlendirdiği gibi içsel ateşi (motivasyon), umudu diri tutar. Buda güçlü, anlamlı duygularla ve iman bütünlüğü içersin de kolayca yola devam demektir. Öyleyse, böylesine önemli İçsel kaynağımızı neden daima kullanamıyoruz?
İnancım o ki dürtüyle gelen davranışlarımızın nedeni bilinç boyutuna çıkmadığı için, bilerek ne neye neden olduğu konusunda alışkanlık edinmemiş isek hareketler dizisini unuturuz. Gelin bu süreci şimdi bilerek yol almak üzere ilk testimizi yapalım. Bilgi akışının bize ulaşmasında, transformasyon başlamadan az evvel varlığımızı neler uyarıyor görelim bakalım. Napoleon Hill’in söylediklerine bendenizde biraz ilave ederek;
1. Ruhani ve dünyevi başarılar için birleşen uyumlu “beyin gücü” grubuyla olmak.
2. Yüksek iman gücü / duaların, kelimelerin mistik gücünü hissetme, öncü rüyaları dikkate alma,
3. Olayların içinde iyi bir yan bulup çıkarmak,
4. Güzel sanatlarla uğraşmak ya da etkisi altında olmak,
5. Tabiat olaylarının şiirsel yanını görebilmek, genelde metaforik bakış açısında kalabilmek,
6. Platonik aşk acısı çekmek, Romantik ortam ve durum içinde kalmak,
7. Büyüleyici güzellikle karşılaşmak,
8. Zulme uğrayan insanların yaşadığı gibi karşılıklı acı çekmek,
9. Yaşamda zorlanma, tatminsizlik, çözüm arayışı,
10. Baskın düşünce yapısına göre şekillenme, kendi kendine telkin etmek,
11. Ün, güç, parasal kazanç ya da para için ateşleyici arzu duymak,
12. Cinselliği sıkça ifade etme arzusu taşımak,
13. Olacaklara karşı korku / Asi – başkaldırıcı tutum içinde olmak,
14. Aynı ya da karşı cins ile arkadaşlık / birlikte olmak,
15. Alkol ya da uyuşturucu kullanmak,
Bu başlıklara niceleri eklenebilir ama bilinen bir gerçek, insan zihni uyaranlara ani ve hızlı tepki verdiğinden alkol ve benzeri maddeler zihni yapıcı değil yıkıcı bir şekilde etkiler. Psikoseksüel gelişim kuramcılarından Sigmund Freud bu konuda: “İd” ilkel benlik, temel enerjinin çıkış noktasıdır. İd, insanın en temel benliği ve hazzın doyumu ilkesine göre çalışır. Bunun ana kaynağı cinsellik, açlık, saldırganlık, kindir. Ve doğası gereği en bencilce doyurulmasını ister. “İd, yalnızca kendini ihtiyaçlarını giderme üzerine hareket eden, eleştiriye açık olmayan kısımdır. Zevk temelli bu benliğin dışa yansıması oldukça hızlı çünkü biyolojik ve vicdandan yoksundur” der. Buradan anladığım şey, tıpkı bir nehre baraj yaptığımızı ve suyu bir süreliğine kontrol ettiğimizi varsayalım, bu konuda daima denetleme ya da tahammül nereye kadar? Bu güçlü dürtüyü engellemek, bastırmak, görmezden gelmek mümkün değilse, doğası gereği bir çıkış yolu bulacaksa: bu neden anlamlı ve yaratıcı bir ilerleyiş olmasın? Burada durup kendimize en önemli şu soruyu sormalıyız. Bize bahşedilen bu cinsel güç ile sıradanlığın ötesine bilerek ve isteyerek geçmeyi gerçekten istiyor muyum?
Pekâlâ, bir şeyleri bilmeden de sıradanlığın dışına çıkılabilir ama seksüel dürtüyü güdüye dönüştürürken ruhani parçamızdan bize gelecek her özgün mesajın bilincimize ulaşması için bizi uyaran halleri iyi bilmek ve o şuurla yol alabilmek mutluluğun ta kendisi olduğuna inanıyorum. Benim en mutlu olduğum anlardan birisi tabiattaki olağanüstü haller, işte o anlarda algım ortaya manalı bir fikir atınca sözüm ona hayal dünyam, zekâm ve ruhum hemen yüksek performanslı takıma dönüşüveriyor. Böylece edebî doğum başlıyor, sonundaysa şu kanıya ulaşıyorum ve diyorum ki; İnsanın cinsel dürtüsü, ruhundaki kendi gerçeği çerçevesinde zihinsel güce dönüştüğünde yaratıcılığının tutkulu gücü oranında sınırsız üretim başlar.
İşte seksin içindeki yaratıcı enerjiyi fark edip onunla “Ruhsal açlığını” ( üçüncü bölümde, gerçek açlığımızı netleştireceğiz )nasıl gidereceğini keşfeden birkaç ünlü isim: Atatürk, Edison, Shakespeare, Einstein. Bu isimler dâhimi doğmuştu yoksa çok erken yaşta bunun farkına mı vardılar ayrı bir başlık ama gerçek olan şey, kendilerini sonunda dahi statüsüne yükseltiler. Zira içlerinden gelen yapıcı, anlamlı sese daima kulak verme alışkanlığı edinmişlerdi. Sonunda ölümsüzlüğün kapısını açtılar.
“… Güzel sanatların tanrısı Apollon ile Kır tanrısı Pan arasında müzik yarışması düzenlendi. Pan kavalıyla hoş sesler çıkarırken, Apollon yeryüzündeki çalgıların en üstünü olan, gümüşten yapılı, Lir’ini eline almasıyla etraf sessizliğe gömüldü. Öyle ki İlham perileri bile durup onu dinlemeye koyuldular. Oylama sırası gelince de iki karar vericilerden biri olan Tmolos oyunu Apollon’dan yana kullandı. Midas ise oyunu Pan’a verir vermez kızılca kıyamet koptu. Tanrı Apollon, Midas’a çok kızdı ve “güzel müziği ayırt edemeyen kulak insan kulağı olamaz, sana eşekkulağı yakışır” demesiyle Midas’ın kulakları eşekkulağına dönüşüverdi. Midas, bir süre kulaklarını keçeden yapılan ucu sivri kocaman bir külah içinde saklasa da sonunda saçlarını kesen berber, kralın gizini öğrenince ağzına bu sır dar geldi.
Ve bu gizemi daha fazla saklayamayıp önüne gelen ilk kuyuya eğilerek, “Midas’ın kulakları eşekkulağı” diye anlattı. Ama giz bu, durur mu hemen kuyu suyuyla sazlara ulaştı. Dahası sazlar her rüzgâr esişinde salına, salına “Midas’ın kulakları eşekkulağı” diye evrene duyuruyordu. Sonunda bütün ülke Midas’ın sırrını kısa zamanda öğrendi… Kral Midas bu aşağılanmaya daha fazla dayanamadı ve “Tanrım benim bütün servetimi elimden al ama tek dileğim bu kulaklarımı düzelt” diye yakardı. Midas’ın isteği yerine gelmişti ancak onu kimse görmeden Tanrı canını alıverdi.”
Bu efsaneyi her okuyuşumda beni etkiler ve büyüler nedeni; Asur kaynaklarına göre adı Muşkili Mita olan Midas’ın gerçek yaşam öyküsüyle kendi içinde çok acılar barındırdığı ve acizliğidir. Diğer yandansa efsanenin doğumundan tam 2711 sene geçmesine rağmen hala ölümsüzlüğünü korumasıyla da hayvansal yüksek potansiyelini insani mutlak niteliğe dönüştürme gücünü göstermesidir. Öyleyse dileğim; Arzu eden her can, insani özelliklerini kolayca yapıcı bir ilahi sevgiyle besleyip, genişleterek “yüksek farkındalığa” ulaşma yolcusu olsun.
Paylaş