Paylaş
Tabii ki bir terapiste gidip ortaya çıkan problemleri çözmeye çalışmak için anlatım yolları bulmaya çalışmak harika olur ama her zaman bu motivasyonu bulamıyoruz. Ama keşke terapiste gidip oyunlar kurarak anlatabilseydik içimizde birikenleri, anlatamadıklarımızı…
Belki daha kolay olurdu her şey. Bu fikirden yola çıkarak, Çocuk Psikoloğu ve Oyun Terapisti Begüm Şenolur ile konuştuk.
Şenolur’a göre ebeveynler, ağlamayı, rahatsızlık verici bir davranış olarak değil çocuğun kendi sinyal verme becerisini geliştiren bir iletişim aracı olarak kabul etmeli. İşte oyun terapisinin önemi de bu noktada başlıyor.
Ağlamalardan duyguya; Duygudan oyuna
Bugün duygu ve duyumlarına duyarsızlaşarak karşılanamayan psikolojik ihtiyaçları ile boğuşan biz yetişkinler, farkında olmadan çocukları da yetişkin beynine çekerek duyum ve duygularına duyarsızlaşmalarına neden olabiliyoruz. Çocukların sinyal, duyum ve duygularına uyumlanarak zorlanmalarına destek vermek ve oyunlarını dinlemek yerine kimi zaman kendi kaygılarımız nedeniyle ‘yanlış’ olarak değerlendirdiğimiz oyunlara müdahale ediyor yaratıcılıklarını köreltebiliyoruz. Halbuki oyunlarını yönlendirmeye çalıştığımızda müdahale ettiğimiz şey oyun değil çocuğun doğumuyla birlikte yanında getirdiği en mucizevi şey olan, kendini iyileştirme kapasitesi.
Her çocuk kendini iyileştirme kapasitesi ile dünyaya gelir ve çocuk için duygusal iyileşme oyunla olur. Çocuklar hayatlarının ilk yıllarında sözsüz mesajlardan oluşan ilkel ve duygusal bir bölüm olan sağ beyinde yaşarlar. Henüz ‘neden, niçin?’ sorularından sorumlu sol beyine geçmediklerinden, yetişkinlerin zor deneyim ve duygular geldiğinde kendilerini kelimelerle ifade ettikleri gibi çocuklar da kendi zorlanmalarını oyun ve oyuncaklarla ifade eder.
Çocuk, yaşına uygun nörolojik yapısının da gerektirdiği gibi evde ya da okulda ebeveyn, kardeş, öğretmen ve arkadaşlarıyla ilgili zorlanmalarını ve bu zorlanmalar nedeniyle hissettiği üzüntü, kızgınlık, utanç gibi duyguları oyun yoluyla regüle eder. Çocuğun kurduğu oyun ile hissettiği duygular arasında çok güçlü bir ilişki vardır ve oyun, günlük hayatta yoğun duygular yaşayan çocuğu regüle ederek zorlayıcı deneyimlerde yarım kalan sistemin tamamlanmasını sağlar. Çocuk, birçok zorlayıcı deneyim ile kendi duygusal ihtiyaçlarına göre kurduğu oyunun içinde baş eder. Oyun ile hayal kırıklıklarını tolere edebilmeyi öğrenir ve yaşadığı deneyimleri oyunun içinde anlamlandırır. Her çocuk içsel sıkıntıları çözebilmek adına duyum ve duygularından yola çıkarak kendi oyununu kurar. Eğer dinlemeyi bilirsek bir çocuğun oyunu yetişkine çok şey anlatır.
Çocuk okulda sınıf öğretmeni ya da arkadaşlarıyla onu zorlayan, üzen ya da kızdıran bir deneyim yaşadığında evde eliyle silah yapıp yastıkları vurabilir ve duygusal gücünü kurduğu oyunun içinde kontrol ihtiyacını oynayarak geri alabilir ya da yeni kardeş sahibi olan bir çocuk, ebeveyniyle arasındaki ilişkide yeterince alamadığı şefkat ihtiyacını oyunlarında bebek rolüne girerek karşılayabilir. İğneden korkan ve kan aldırırken hastanede şefkatli olmayan sert bir temasa maruz kalan çocuk, eve döndüğünde elinde iğne olan bir hemşire rolüne girebilir. Burada önemli olan ise ebeveynin, çocuğun kendi duygusal ihtiyacının rehberliğinde yarattığı bu oyuna ne kadar alan tanıdığı ve eşlik ettiğidir.
Ebeveynin ‘’artık koca çocuk oldu’’ düşüncesi ile bebek rolüne giren çocuğun oyununu ‘sağlıksız’ değerlendirerek yönlendirmesi ya da ‘’silahla oynamak kötüdür.’’ kaygısı ile çocuğunun oyununa müdahale etmesi, çocuğun kendini iyileştirme ve oyun kurma kapasitesini körelten bir yaklaşım olur. Her çocuk kendi oyununun yönetmenidir. Bu nedenle çocuğun ihtiyacı, oyununun yönlendirmesi değil, ebeveyninin çocuğun oyununa güvenerek alan tanımasıdır. Çocuk, elini silah şekline getirerek ateş ettiğinde çocuğun oyununa müdahale etmektense yere düşerek oyuna dahil olan bir baba, oyunun içinde bebek olan kızını ‘ooo bebek mi oldun sen’ diyerek biberonla besler gibi yapan anne, elinde iğne ile gelen hemşire rolüne giren çocuğunun sabah yaşadığı duyguları deneyimleyerek iğneden korkan çocuk rolüyle oyuna dahil olan baba çocuğunun oyununa güveniyor ve alan tanıyor demektir.
Psikolog Senolur, “Çocuklar kendi zorlanmalarını, ihtiyaçlarını ve iyileşmelerini iyi bilirler. Oyunlarını yönlendirerek oyun kurma, yaratıcılık gibi kıymetli becerilerine müdahale etmektense oyunlarını dinleyerek hem iç dünyaları ile ilgili birçok ipucu yakalayabilir hem de kendilerini iyileştirme ve farkındalık kapasitelerini destekleyebiliriz” diye özetliyor oyun terapisini.
Farkındalık seminerleri
Günümüzde yetişkinlerin en popüler farkındalık uğraşlarından olan bilinçli farkındalık seminerleri, çeşitli terapiler, meditasyon çalışmaları bugün çocukluğumuzda bir şekilde unuttuğumuz, yabancılaştığımız içerimize, bedensel duyum ve duygularının farkında olan eski çocuk zihnimize dönüş çabamız aslında. Çocukken içimizde kendiliğinden var olan bu duyum, duygu farkındalığını ve kendimizi iyileştirme kapasitemizi, büyürken çevreden gelen müdahale ve yönlendirmelerle unutabiliyoruz.
FÜSUN SAKA
Paylaş