Paylaş
Aşkın büyüsünün ardı ise iki kişinin ilişkide kalabilme hali. İşte hikayenin mutlu sondan sonra başlayan kısmı. İki kişi birbirini beğenir, flört eder, aşık olur devamı ise birlikte kalabilme mücadelesi olur. İşin zor kısmı olduğu için de pek kimse konuşmaz anlatmaz. Bilinen toplumsal değerlere ve öğretilen kadın erkek rollerine dönüşmeye başlar aşkın yaşanan hali. İki kişinin kendini ortaya koymaya başlaması ile de ilişkiye dönüşür. Güvenin, saygının, emeğin, özverinin, empatinin, şefkatin olduğu çok bilinmezli bir denkleme. Denklemin formülasyonu az çok bellidir; karşındakini görmek ve karşındakinin seni gördüğünü bilmek. Bir senkronda var olabilmek. Zorda destek, sevinçte ortak, başarıda itici güç, tasada yaslanılacak omuz olabilmek. Anlatılanları başarabilmek ne şahane olur. Nasıl güzel bir hikaye yaşanır ömürde.
Lakin işler çoğu zaman bulanır. Bulanır çünkü geçmişten getirdiklerimiz, öğrendiklerimiz ve kişiliklerimiz devreye girer. Anne ve babamızın ilişkisi, problem çözme becerisi, hayatı birlikte ve birbiri için yaşama hali ilk öğrendiklerimizdir. Bunlara kişisel yatkınlıklarımız da eklenir, sonrasında da ihtiyaçlarımız ve beklentilerimiz. İlk günün heyecan ve beğenilerini kaybetmeye başlamasının ardından, bu bileşenlerin de karşılık bulamadığı ilişkilerde dönüşümler başlar nihai son olarak. İlişkinin yürütülmesi gereksinimi göz ardı edilir, kendi doğasına ve otomatikleşen ritmine bırakılır ve yeni bir düzene ihtiyaç duyulmaya başlanır. Aslında hikaye burada karşılıklı iletişimde kalıp değişip dönüşmeyi hak ederken, uzaklaşma ve bireysel çözüm arayışlarına yönelmeye evrilir ki muhtemel sonların başlangıcıdır.
Bunun nedeni öyle uzun bir sebepler listesi ki; kamusal bir alan olarak görülen evlilik kurumundan, toplumsal değişmezlere; ilişkilerin karşılıklı konuşularak gelişebileceğini üst nesillerden izlememiş olmaktan, yazılı ve görsel araçların bunun aksi öğretiler sergileyen ürünler sunmasına; ilişki çözümünde ya sev ya terklere; kol kırılır yen içinde kalırdan, kız evi naz evidirlere; kişisel gelişimlerin otuzlarda başlamasından, kendini tanımaların kırkları bulmasına kadar uzanan bir silsile.
Bu bireysel çözüm arayışlarında en çok başvurulan yöntem ise aldatma. Her şeyin başladığı duyguya dönme arzusu, ilk baştaki sorunsuzluk özlemi, mükemmele yakın olan bilinmezlik ihtiyacı, var olan ilişkide kurulamayan dengelerin yeni birisiyle kurulabileceği hayali…Sonrası mı? Sonrası her yerde yarım kalmış ilişkiler. Gönlünü birine açamayan ve aklını birine yatıramayan kişi; birden fazlasına gücünü yettirebilir mi?
Hafif gülümsüyorum yazarken cevabı herkesin biliyor olmasından. Bugünün cümleleri aldatmaya giden yol içindi; haftaya aldatanı, aldatılanı yazmaya devam. Mevzu uzun, kısa da anlatılmıyor ki :)
Paylaş