Paylaş
Tamam biraz rahatlayalım, o kadar da zorlamayalım, şimdi kış bağışıklığımız düşmesin diye birkaç kilo alabiliriz derken, ipin ucunu biraz kaçırmış olabiliriz. Ama her zaman söylediğim, daha önceki yazılarımda da yer verdiğim ve bu konu üzerine her zaman yazmaya devam edeceğim gibi tatile on beş gün kala uygulanan diyet programları bir işe yaramıyor. Ki zaten diyet yapma eylemi başlarda her zaman işe yaramakla birlikte nihai sonuç yani sürdürülebilir kilo açısından maalesef ki bir işe yaramıyor.
Çünkü diyet bir süreç ve bu belirli süreç sonlandığında eski yeme içme alışkanlıklarına geri dönüldüğünden diyetle verilen kilolar hemen geri alınıyor. Sonuç mu? Diyet acı çekilen, aç kalınan ve her defasında sonuç olarak kalıcı değil, kısa süreli kilo vermeye yardımcı olan mutsuzluk, acı, halsizlik ve huzursuzluk dolu bir süreç olarak hafızalarda negatif yerini alıyor. Yeme içme alışkanlıklarımızı bir hayat şekli halinde düzenleyebilmek ve buna uymak asıl mesele. Yani sürdürebilmek. Ki mesleğini hakkıyla yapan ve yeme içme konusunda sürdürülebilir mutluluğa ulaşmanıza yardımcı olmak üzere çalışan bütün diyetisyenler üzerine basa basa yeme içme alışkanlıklarınızın tamamen değişmesi gerektiğini sizlere anlatmaya çalışıyorlar.
Türkiye yeme içme konusunda açık ara çok başarılı bir lokasyon. Hep söylüyorum, Türkiye’de kolay kolay kötü yemek bulmak mümkün değil. Hatta şahsi fikrim, yemeklerin çeşitliliği, kullanılan malzemeler, yenen yemek miktarı ve kalori oranlarına bakılırsa şişmanlık oranımız hala çok iyi. Yemek yapmayı da yemeyi de çok seven ve bu konuda uzun bir tarihe ve çeşitliliğe sahip olan bir ülke olmamız bir bakıma muhteşem bir şans olmakla birlikte, sağlık ve şişmanlık açısından da büyük bir risk. Ancak öğretilmiş yeme içme alışkanlıklarımızı gözden geçirme ve değiştirme konularında harekete geçmemiz şart oldu. Dünya büyük bir ivmeyle şişmanlıyor, hastalanıyor, ağırlaşıyor, mutsuzlaşıyor ve acılar içinde ölüyor. Yeme dürtüsü hali hazırda en zor kontrol edilen dürtümüz. Onu değiştirebilmek, terbiye edebilmek oldukça zor bir süreç.
Peki bu sürece nasıl başlayacağız?
Öncelikle bizlere öğretilen sofrada en az şu kadar çeşit yemek olur kafasından çıkacağız. Çok fazla çeşit yemek pişirmeden, daha sade ve minimum yağ ile pişirilmiş yiyeceklerden oluşan bir sofra hazırlayacağız.
Porsiyonlarımızı olabildiğince küçülteceğiz. Yeme miktarımızı bir anda çok fazla düşürmemekle birlikte, dikkatli ve oranlı bir şekilde azaltacağız.
Beslenmek vücudun tartışmasız en önemli ihtiyacı. Ancak yaşamak için yemek yemekle, yemek için yaşamak arasındaki farkı gözden kaçırmamak çok önemli. Dürtüsel yemek yemekten kaçınıp, gerçekten acıktığımız için yemeye başlayacağız.
Bir düşünün bakalım en son ne zaman gerçekten çok acıktığınız için yemek yediniz. Neredeyse acıkmak ne demek onu bilemeyecek kadar sık ve bol miktarda besleniyoruz.
Elimizi bir yiyeceğe uzatıp onu almadan önce sadece bir saniye durup ‘aç mıyım, yoksa alışkanlık olarak mı yemek istiyorum?’ diye sorduktan sonra tabii ki aç olduğumuz konusunda kendimize yalan söylememek kaydı ile aç isek yeme eylemine geçip, ‘hayır aslında aç değilim’ dediğimiz noktada elimize almış olduğumuz yiyeceği derhal yerine bırakmak sureti ile olay mahalini terk edeceğiz.
Şişmanlamak herkesi mutsuz eder. Kişisel mutluluğu açık ara en çok etkileyen konudur. Neden şişmanlama eğilimindeyim? Bunu vücuduma ve dolayısı ile ruhuma neden yapıyorum? gibi soruları kendimize sormaya başlayacağız. Belki cevaplarını hemen bulamayabiliriz ama önemli değil, farkındalığın artması ve bu soruyu kendimize sorabilme cesareti doğru cevabı en kısa zamanda getirecektir.
Henüz irademiz tam olarak sağlamlaşmamışsa yeme içme alışkanlığı konusunda bilinci ve iradesi sınırlı olan arkadaşlarla içinde beslenme eylemi barındırmayan programlar yapacağız.
Yemekten arınmak ölümden arınmaktır. Hastalıkların, halsizliğin, genel mutsuzluğun ana sebeplerinden biri yiyecektir. Oruç bütün dinlerde vardır. Açlık beyne muazzam bir güç verir. Çok önemli toplantılardan, sunumlardan, anlaşmalardan önce genellikle yemek yenmez çünkü açlık beyni en verimli şekilde çalıştıran yegane unsurdur.
Ruhunuzu taşımak göreviyle size bahşedilen bedeninize kötülük yapmaya ve onu düşman gibi göremeye son verin. Beden mutluluğu ve ruh mutluluğu bir bütündür ve ikisi aynı derecede birbirlerini beslerler. Bedeninizi ve ruhunuzu bir bütün olarak algılamanız ve özen gösterebilmeniz için işe onlara iyi davranmakla başlayın. Göreceksiniz ki devamlı mutluluk diye bir şey var ve bu içinizden gelen ve mümkün olan bir şey.
Paylaş