Paylaş
Olaydan geçtiğimiz hafta Cuma günü haberim oldu fakat olayı öğrenir öğrenmez bir yorumda bulunmak istemedim ve aynı gün içerisinde sosyal medya hesaplarımdan konuyla ilgili hiçbir paylaşımda bulunmadım. Bunun sebebi, gündeme oturan olayları değerlendirirken sıcağı sıcağına yorumlar yapmak yerine, konunun özüne inmeyi istememdi çünkü uzun bir zamandır kadına karşı şiddet konusunda sorular yönelten mesajlar alıyorum ve bu konuyu derinlemesine incelemek gerektiğine inanıyorum.
Öncelikle kadınlardan bana sıklıkla gelen sorudan başlayalım: Türkiye’de erkekler neden kadın ruhundan anlamıyorlar?
Bunun sebeplerine baktığımızda birinci etken empati eksikliğidir.
Bir erkeğin duygusal zekasını kullanarak hemcinsleriyle veya kadınlar ile empati yapabilme yeteneğine çok sık rastlanmıyor çünkü erkek dünyasında çok yoğun bir rekabet var ve günümüzde tek amaç rakiplerini ekarte ederek iş hayatında en yüksek noktaya çıkabilmektir. Bir erkek, küçük yaşlardan itibaren ailesi tarafından en başarılı, en zengin, en ünlü, pratik zekasını en iyi kullanan ve hatta en acımasız (dolayısıyla en güçlü) ve bütün bunların yanı sıra anne babasına en bağlı adam olması için yetiştirilir. Anne babalar, özellikle de anne figürü erkek çocuğun yetiştirilmesinde çok önemli bir rol oynar ve çocuk yaşlardan itibaren onun hayatına yön vermeye başlar; örneğin “benim oğlum doktor olacak veya mühendis olacak” gibi söylemler ile oğlunun hayatına biz çizgi çekmeyi sever. Ailelerin “benim oğlum eşiyle empati yapacak” gibi söylemlerine pek rastlamıyoruz. Oysa empati yapmak daha sağlıklı ilişkiler kurulmasını sağlar ve bir erkek eşiyle ne kadar sağlıklı bir ilişki kurarsa gerek iş hayatında gerekse toplumsal yaşamın tüm koridorlarında daha başarılı bir adam haline gelebilir; buna rağmen ailelerin çocuklarına empati özelliğini kazandırma konusunda çok çaba sarf ettiklerini söyleyemiyoruz.
Söylem şudur: “sen onlardan daha başarılı olacaksın, bunun için ne gerekiyorsa yap ve bunu başar!”
Söylem şu değildir: “elinden geleni yap ancak başkalarının haklarına da saygı göstermeyi unutma (yani empati yap ve kendini onların yerine koyarak hareket et).
Erkek dünyasındaki bu acımasız rekabet ve ailesinin toplum içerisinde maruz kaldığı baskı daha küçük yaşlardan itibaren erkeğin psikolojine etki etmeye başlar. Bunu biraz açalım: Anadolu’da şu tür söylemler aileler üzerinde etkilidir; “sizin oğlan neden halen evlenmedi, yoksa bir sorunu mu var?” ya da şu söylem; “sizin oğlan neden hala iş bulamadı? Bak Haticelerin oğlu çoktan iş buldu hem de yüksek bir maaşla çalışıyor.”
Burada devreye başkalarıyla kıyas mekanizması girmeye başlar ve bu durum erkek çocuğun sinir sistemini alt üst eder.
Elalem ne der? düşüncesi aslında sadece toplumda kendi ayakları üzerinde durabilen bir birey olmaya çalışan erkeğin üzerindeki en büyük baskı haline gelir. Bu durumda bir erkeğin, kendisine direk veya dolaylı yoldan baskı uygulayan başkaları ile bırakın empati yapmayı, sağlıklı bir iletişim kurabilmesi bile mümkün değildir; işte bu da erkekte agresiflik yaratır.
Erkek şunları düşünür: “ne olursa olsun başarılı olmak zorundayım çünkü ailem eşe dosta rezil olmasın.”
Ya da şunu düşünür: “ne olursa olsun elalemin ağzına laf vermemeliyim çünkü ailem eşe dosta rezil olur!”
Bütün bunları yazarken, özellikle Anadolu’da erkeğin yetiştiği koşulları ve onu öfkeye iten sebepleri derinine analiz etmeyi amaçlıyorum. Yoksa hiçbir koşul veya sebep kriminal olaylara bahane olamaz ve bunlar en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. O konuda hiçbir şüphe yok. Amacımız klasikleşen nefret söylemleri yerine, bu olayların en derin sinir uçları nelerdir? sorusuna yanıtlar bulmaktır.
Aileler erkek çocuklara hırs yükler, başarı mecburiyeti yükler ancak maalesef empati yüklemezler.
İkinci etken; evlilik ve boşanma konusunda yeterli eğitimin verilmemesidir. Evlilik kadar boşanmanın da doğal bir süreç olduğu, anlaşamayan her çiftin hukuken boşanma hakkına sahip olduğu, boşanan bireylerin hayatlarına devam edebilecekleri; yani en temel konularda bile eğitim verilmesi adeta bir gereklilik halini almıştır.
Araştırmalara göre boşanma oranları maalesef büyük bir hızla artmasına rağmen yeni evli çiftlere sorulduğunda bu durumun asla onların başına gelmeyeceği ve boşanma durumuna kesinlikle hazırlıklı olmadıkları, daha da kötüsü bu konuyla ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadıkları ortaya çıkıyor. Bu durum son derece enteresan, peki neden?
Şu şekilde açıklamam gerekiyor: bir uçağa biniyorsunuz, uçak daha kalkmadan size acil durum bilgileri veriliyor, kaza anında yapılması gerekenler, acil iniş durumunda yapılacaklar ve benzeri tüm bilgiler aktarılıyor.
Ehliyet alıyorsunuz, kaza durumunda acil yardım konusunda temel bilgileri size veriyorlar.
Ancak evlenen çiftlere kesinlikle boşanma hukuku konusunda hiçbir bilgi verilmiyor. Bu konu adeta bir tabu, asla dokunulmaması gereken bir başlık gibi, 21. Yüzyıldayız bazı devletler evrende yeni gezegenleri keşfediyor ve adeta uzayda gezmeye çıkıyorlarken boşanma gibi son derece sıradan ve doğal bir olayı hala “asla olmaması gereken” büyük bir problem gibi görmek olsa olsa eğitim eksikliği ve tabulardan kaynaklı olabilir. Tabulardan kastımız ise elbette cinsellik konusu. Bu konuya değinmek, bu konuyu tartışmak veya iki çift laf etmek bile büyük bir tabu olabiliyor. Elbette konuşulamayan, tartışmaya açık olmayan bir konu da maalesef gittikçe büyüyerek suç oranlarına yansıyor.
Üçüncü ve son etken ise, bazılarına ütopya gibi gelen, oysa benim son derece önemli bulduğum sanat konusudur. Sanat derken, dünya üzerinde yapılan çeşitli araştırmalara ve BM raporlarına göre, sanatsal faaliyetlerin yüksek oranda olduğu ülkelerde kadına karşı suçlarda oldukça düşük seviyede. Toplumsal hayatın içerisinde sanata ve sanatsal faaliyetlere ne kadar yer varsa, suç oranları da aynı seviyede düşüyor. Bu konu son derece önemli.
Yazımıza empatiyle başladık, bir erkekte empatiyi geliştirmenin yolu öncelikle anne babasından aldığı eğitimle başlar. Sonra ikinci etken olan okul eğitimiyle devam eder ve son olarak sanat eğitimi, en azından yetenekli olduğu bir alanın tespit edilmesi ve bu konuda ona sanat eğitimi verilmesi ile devam eder. Sanat yoluyla bir insan kendi ruhunu ortaya koyar ve kendisini gerçekleştirme fırsatı bulur, bu şekilde öz saygısı ve özgüveni artar. Bunlar da toplum içerisinde daha rahat yaşamını sürdürmesini ve “elalem ne der?” baskısından kurtulmasını sağlar. Bu konuların hepsi birbiriyle bağlantılıdır ve zaman içerisinde bu bağlantı daha iyi çözülecek ve eminim bu konularda gerekli adımlar atılacaktır.
Dünyada hangi toplum gelişme gösterdiyse kadınlara saygı duyarak, onları iş hayatında ve sosyal yaşamda ön plana çıkartarak ve onların yaratıcı gücünü toplumsal enerjiye dönüştürerek yapmıştır.
Aksi halde, kadın gücü olmadan sadece erkeklerin dünyasında ilerleme ütopyadır.
Sevgiyle kalın.
Adil YILDIRIM
İlişki Danışmanı Ve Yazar
Instagram: Adilyildirimyazar
Youtube: Adil Yıldırım
Paylaş