Güncelleme Tarihi:
Eski sevgilisini bir türlü unutamayan ve takıntılı düşünceleri nedeniyle sonunda intihara kalkışan M.Z., iki yıl boyunca gördüğü psikolojik tedavinin ardından geçmişte yaşadıklarını anlatırken içinden bir türlü çıkarıp atamadığı huzursuzluğu artık hissetmediğini söylüyor.
"Onu aklımdan bir türlü çıkaramıyordum. Kafamın içinde şeytanlar cirit atıyor; artık hiçbir zaman bana geri dönmeyeceğini fısıldıyorlardı. Onun bende bıraktığı izlerin ve beni çıldırtmasından korktuğum bu düşüncelerin tehlikeli olduğunun, tıpkı kangrenleşmiş bir organın vücudu zehirlediği gibi beynimi ve ruhumu sinsice çürüttüğünün farkındaydım. Biliyorum; bu halimle etrafımdakiler için de bir üzüntü kaynağı olmuş, hatta hissettiklerimi anlattığımda bana yönelen bakışların tuhaflaştığını acıma ve korku dolu bir hal aldığını fark etmiştim ama ayrılığımızın üzerinden bir yıl geçmesine rağmen vazgeçemiyordum bir türlü onu düşünmekten. Hele ki kokusu aklımdan çıkmıyordu bir an bile. Takıntılı düşüncelere sahip olduğumu fark etsem de diğer bir yandan onu tekrar geri kazanacağıma emindim ve bunun için çabalamak zorunda olduğumu hissediyordum. Ondan başkası ile olmayı aklımın ucundan bile geçirmemiştim. Âşık olduğum adama ihanet edemezdim ne de olsa... Hayatıma başka bir erkeği dahil etmek bir kenara dursun; gündelik yaşamımı bile doğru dürüst yürütemez hale gelmiştim. Geceleri tek başıma oturup, saatlerce onu düşünüyor; birlikte geçirdiğimiz günleri hayal gücümde tekrar yaşatıyordum. Uykusuz geçen gecelerin ardından işe gitmekte zorlandığım için işten de çıkarılmıştım. Hiçbir uğraşım kalmamıştı; aslında bu durumdan çok da şikâyetçi değildim. Artık bütün vaktimi ona ayıracağım için içten içe mutluluk duyuyordum.
Yakalandığımda hissedeceğim utancın korkusunu da bir kenara bırakmıştım artık; onu her gün adım adım izliyor, kimlerle neler yaptığını öğrenmeden duramıyordum. Görüştüğü kadınları da zaman zaman takıp ediyor; onları kendimle kıyaslayarak kıskançlıkla karışık öfke duyuyordum ve sürekli acı çekiyordum. Tekrar onunla birlikte olmak için sahip olduğum her şeyi vermeye hazırdım. Kendimi değiştirebilir; olmamı istediği kadın olmak için bir saniye bile tereddüt etmezdim. Eskisi gibi hakaret etse, yapmadığını bırakmasa bile yeniden bana dönmesi için ne gerekiyorsa göze alırdım. Ne de olsa artık kaybedecek hiçbir şeyim kalmamıştı."
Aşığınız platonik mi takıntılı aşk hastası mı? >>>>>>>>
Uzmanlar ne diyor >>>>>>>
AMANSIZ aşk HASTALIĞI
Tıpkı M.Z. gibi günümüzde de birçok kişi, psikolojik bir rahatsızlık olarak kabul edilen 'takıntılı aşk hastalığına' yakalanabiliyor. Platonik bir aşk zaman içerisinde takıntılı bir hale dönüşerek; kişinin bütün duygu ve düşüncelerini esir alabiliyor. Karşı tarafın haberi olmaksızın hissedilen bu yoğun duygular zaman içerisinde tehlikeli bir boyuta dönüşerek hem kişinin kendisine hem de karşısındakine zarar vermesine kadar ileri gidebiliyor. İkili ilişkilerde de takıntılı aşkın farklı yüzleri ortaya çıkıyor...
Birbirlerine psikolojik veya fiziksel olarak zarar veren ancak ayrılmayı bir türlü göze alamayan çiftler kendilerini bir aşk çıkmazı içerisinde buluyorlar. Ayrılan tarafı aklından bir türlü çıkaramayan terk edilen kişi, geride kalan olmayı bir türlü kabul edemiyor ve tekrar bir araya gelmeye dair takıntılı düşünceler geliştirmeye haşlıyor. Aşık olduğu kişiyi aklından bir türlü çıkaramıyor; başkası ile yeni bir ilişkiye bağlanma düşüncesine tahammül bile edemiyor. Takıntılı aşk hastalığı zihnini ele geçirirken, tekrar bir araya gelseler bile bir türlü gerçekleşemeyecek olan mutlu bir ilişkinin hayalini kuruyor.
TEHLİKELİ SULARDA SEYREDEN TUTKULAR
Gerçek hayatta yaşanan takıntılı aşklardan esinlenen romanlar ve filmler de gerçek hayat hikâyeleri kadar sarsıcı olabiliyor, İngiliz yazar John Fowles'ın ünlü romanı Koleksiyoncu, takıntılı bir aşkın sınırlarında gezinen asosyal genç bir erkeği konu alıyor. Frederick, sevdiği kadın Miranda'nın bir gün kendine âşık olacağına inanarak; onu kaçırıyor ve evinin bodrumuna hapsediyor. Genç adamın her geçen gün daha da takıntılı hale gelen aşkı, romanın iki karakter için de trajik bir şekilde sonlanmasına sebep oluyor. Takıntılı aşkı konu alan ve altı dalda Oscar'a aday olan unutulmaz filmlerden Öldüren Cazibe ise Michael Douglas'ın canlandırdığı evli ve başarılı bir avukatın bir gecelik ilişki sonrasında yaşadıklarını konu alıyor. Bu kez takıntılı aşkın ağına düşen bir kadının yaşadığı çıkmazlar yansıtılıyor. Başarılı aktris Glenn Close'un beyazperdede hayat verdiği unutulmaz Alex karakteri, bir gecelik ilişkinin ardından reddedilmeyi bir türlü kabul edemiyor ve önüne çıkan her türlü engeli yok etmeye karar vererek etrafına dehşet saçıyor.
Takıntılı aşkın çılgın ve tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini konu olan ve Stephen King'in romanından uyarlanan Ölüm Kitabı'nda ise En iyi Kadın Oyuncu Oscar'ını alan Kathy Bates, ünlü bir yazara âşık olan ve onu evinde hapseden psikopat bir kadını canlandırıyor. Sevdiği adamın kaçmasına engel olmak için ayaklarını balyozla kırarak; onu sürekli ölümle tehdit eden fanatik hayran, ünlü yazara duyduğu aşkın ölümsüz olduğunu itiraf ediyor. Beyazperdenin en tuhaf ve unutulmaz yapımlarından Helena'yı Sarmak filminde ise Nick, âşık olduğu güzel ve çekici Helena'yı evine hapsederek onu bir kutuya koyuyor ve kaçmaması için ilk önce bacaklarından başlayarak vücudunu parçalara ayırıyor.
Tehlikeli sularda gezinen aşk hikâyelerinin yanı sıra güzel aktris Audrey Tautou'nun başrolünü canlandırdığı Seviyor, Sevmiyor filmi ise günümüzün takıntılı aşklarını konu alıyor. Evli bir doktora âşık olan genç kadın, hayal gücünde canlandırdığı dünyaya her geçen gün daha fazla dâhil olarak; gerçeklik duygusunu yitirmeye başlıyor. Aşkın gelgitlerini, takıntıların uç noktalara varabileceğini anlatan Seviyor, Sevmiyor; takıntılı aşkın hayal gücünün sınırlarını zorlayan karmaşık kimyasını beyazperdeye taşıyor.
Efsanevi aktris Rita Havworth'ın Hollywood'da büyük çıkışını yaptığı ve geçmişten gelen takıntılı bir aşkın intikamla yolunun kesişmesini konu alan sinema klasiği Gilda, ünlü ingiliz besteci Andrew Llyod Webber'in yazdığı unutulmaz müzikal Operadaki Hayalet ve Gabriel Garcia Mârquez'in aynı isimle filme uyarlanan başyapıtı Kolera Günlerinde Aşk'ın yanı sıra Piyanist, Dokuz Buçuk Hafta, Paris'te Son Tango ve Tehlikeli ilişkiler de takıntılı askı işleyen etkileyici filmler arasında yer alıyor.
Sonu ayrılık olan beraberliklerin ardından birçok kişi takıntılı aşk hastalığının ağına düşüyor...
Uzman Psikolog ne diyor? >>>>>>>>
UZMAN GÖRÜŞÜ
Davranış Bilimleri Enstitüsü'nden Uzman Psikolog Şirin Hacıömeroğlu takıntılı aşkı anlatıyor!
"Takıntılı aşk kavramına aynı zamanda takıntılı aşk, aşk bağımlılığı ya da ilişki bağımlılığı da diyebiliriz. Tanım olarak takıntılı aşk; kişinin gerçek ya da ulaşılamayan (platonik) bir aşkı takıntı haline getirip bütün benliğini ona adaması, hayatını ona göre yönlendirmesi, çok yoğun duygular yaşaması fakat bu aşkın gitgide kişinin kendisine ve çevresindeki insanlara zarar vermeye başlaması, kişinin günlük hayattaki işlevselliğini azaltmasıdır.
Takıntılı âşık yalnızca âşık olduğu kişinin onu mutlu ve tatmin edebileceğine inanır, onsuz bir hiç olduğunu düşünür ve kişi kendisi mutsuzken âşık olduğu kişinin de mutlu olmasını istemez. Aslında kişi kafasında bir illüzyon oluşturmuş ve âşık olduğu kişi için oluşturduğu anlama âşık olmuştur.
Takıntı sınırları aştığında tehlikeli sonuçlar da doğurabilir; âşık olunan kişiyi takip etme, şiddet uygulama, taciz, tecavüz, cinayet, kişinin intihar etmesi gibi...
Takıntılı aşkın en önemli tetikleyicisinin kişinin âşık olduğu kişi tarafından reddedilmesi olduğu düşünülmektedir. Fiziksel veya duygusal yönden reddedilen kişi devamlı kendini kabul ettirmek ve erişebilmek için çabalamaktadır.
Takıntılı aşkın ortaya çıkmasında çeşitli sebepler olduğu düşünülmektedir. Bunlardan en önemlisi, kişinin bebeklik çağında kendisine yeterince ilgi ve sevgi göstermeyen annesi (ya da ona bakan kişi) ile güvenli bir bağ oluşturamamasıdır. Bunu oluşturamamış çocuklar anneleri yanlarından her ayrıldığında ağlamak, korkmak, yoğun endişeye kapılmak, bazen tam tersi anneden uzaklaşmak gibi sağlıklı olmayan davranışlar gösterirler. Anne ya da çocuğa bakan kişi ile kurulamayan bu güvenli bağ kişinin gelecek romantik ilişkilerinde de aynı şekilde çaresizce bu ilgi ve sevgi arayışına girmesine neden olmakta ve uçlara gidilebilmektedir. Yine aynı şekilde çocuklukta yaşanmış ve çocuğun derin bir değersizlik hissetmesine neden olan olaylar, travmalar da ileride takıntılı aşk oluşturmasına neden olmaktadır.
Ayrıca ailede madde bağımlılığı ya da alkolizm olmasının da takıntılı aşk için bir risk faktörü olduğu düşünülmektedir. Kişinin hayatına bir anlam katamamış olması, kendini tatmin etmeyen bir iş hayatı veya sosyal çevreye sahip olması ve bununla beraber gelen sıkıntı ve anlamsızlık hissi de takıntılı aşkın nedenlerinden biridir. Ayrıca buna eşlik eden başarısızlık, düşük özgüven, kırılganlık ve zayıflık hissi kişide yoğun endişe oluşturmakta ve kişi bu endişeyi kafasında oluşturduğu aşka yönlendirerek; bu şekilde dışarı vurmaktadır. Bununla birlikte kişi kafasında oluşturduğu takıntılı aşk ile var oluşuna bir anlam katmakta ve önemli bir boşluğu doldurduğunu düşünmektedir. Bu sebeple de aşk karşılıklı olmadığında yine de bunun peşinden umutsuzca gitmekte, kıskançlık krizlerine girmektedir.
Takıntılı aşk yaşayan kişilerde görülen bir başka özellik de kendilerini çevrelerinden daha özel ya da farklı görme eğiliminde olmalarıdır. Genelde fark edilen bir başka gösterge de takıntılı olarak âşık olunan kişinin ulaşılamaz ya da eşit olmayan seviyede özelliklere sahip olmasıdır; evli olması, çok daha yaşlı ya da genç olması, farklı bir sosyal kesimden olması, çok uzakta olması ya da platonik olması gibi. Takıntılı aşıklarda genelde depresyon, davranış bozukluğu, bağımlı kişilik özellikleri, kaygı bozukluğu, takıntılı kişilik yapısı, bilişsel çarpıtmalar (olayları olduğundan farklı algılama, değerlendirme ve yorumlama eğilimi), takıntılı aşk ile tetiklenmiş psikiyatrik hastalıklar (örneğin şizofreni), madde bağımlılığı ve düşük hayat işlevselliği sıkça görülmektedir. Bu tür psikolojik problemlerle karşı karşıya kalan kişilerin, uzman desteği almaları gerekir."