Güncelleme Tarihi:
Uzmanlar, korkunun, yanlışlardan ve gerçek tehlikelerden kaçmak için gerekli olduğunu ama bunu dayanılmaz panikler haline getirmeye kimsenin hakkı olmadığını belirttiler. Bilimlerde bir olayı açıklamak için birbirinden çok farklı kuramlar bulunduğuna işaret eden uzmanlar, bu türlü kuramsal tartışmaların mesaj olarak iletilmemesi gerektiğine dikkat çekti.Ruh sağlığı uzmanları, geçenlerde Kartal açıklarında meydana gelen 4.2 büyüklüğündeki depremin ardından, bilim adamları tarafından yapılan farklı açıklamaların, 17 Ağustos'un korkusunu henüz üzerinden atamamış halkta tekrar korku ve endişe yarattığını bildirdiler. Psikiyatri uzmanı Doç. Dr. Nusret Kaya, bu tür açıklamaları yapanların hepsinin "profesör" unvanı bulunduğunu belirterek, şunları söyledi:"Bu tür açıklamalarla halkın bilime saygısını yitirtmiş oluyorlar. Bu açıklamaları yapanların hepsi bilim adamı. Bu unvanlara sahip olunca da halk bunları bilim adamları olarak dinliyor. Ama ayrı ayrı konuşulunca, zaten tartışmalı olan bilime saygı iyice azalmış oluyor. Toplum üzerindeki birinci negatif etkisi bu. Gönül arzu eder ki, bu uzman kişiler önce kendi aralarında bir koordinasyon yapıp ondan sonra beyanatta bulunsunlar ki, halk da bir yerde 'bilim bilimdir, bazı şeyleri bilebilir' diye ikna olsun.""Müneccimlik"İkinci negatif etkinin ise bilim adamlarınca "müneccimlik" yapılması olduğunu savunan Doç. Dr. Kaya, şunları kaydetti:"Yani 'şu kadar zaman sonra böyle olacak' diye beyanatlar izliyoruz. Bu bir yerde felaket beklentisine neden oluyor. Bu felaket beklentisi de insanların beyinlerini, ruh yapılarını negatif etkiliyor. Zaten genelde toplumsal ruh sağlığımız oldukça bozuk. Genel anlamda biraz arabeskleri severiz. Depresif bir yapımız var. Bu açıklamalar, bu depresif yapıyı daha da artırıyor."Bilim adamlarının titizlikle konuşmaları gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Kaya, "Her kafadan bir ses çıkması hiç doğru değil" dedi. 17 Ağustos 1999 depreminin bir doğal felaket olduğunu ve doğal felaketlerin de dünyanın her yerinde meydana geldiğini hatırlatan Doç. Dr. Kaya, şöyle konuştu:"Toplum sağlığı açısından, insanları birtakım felaket beklentilerine götürmeyi hiç uygun bulmuyorum. Zaten depremle sarsılmış halk. Biraz daha dikkatli konuşmak lazım. 'Bilim daha bunların sırlarını keşfetmiş değil' diye beyanat verilse, 'bizler henüz kesin bulgulara sahip değiliz' dense, bence toplum çok daha rahat edecek. Kimsenin felaket beklentisi ve panik yaratmaya hakkı yoktur.""Korkuyu panik haline getirmeyin"Psikolog Suna Tanaltay da, deprem korkusu, hatta deprem paniği ile geçen zor bir dönem yaşandığını hatırlatarak, bundan etkilenen çocuklar ve büyüklerin psikologlara giderek tedavi olduklarını söyledi. Bazı deprem uzmanlarının, bilinçli ve hazırlıklı olmak gerektiğini, depremle yaşamak zorunda olduğumuzu vurgulayan açıklamalar yaptıklarını ifade eden Tanaltay, şöyle dedi:"Şu var ki, ille de halkımızı ve insanımızı korkudan öldürmeye kararlı yorumlarla da sık sık karşılaşıyoruz. Korku, yanlışlardan ve gerçek tehlikelerden kaçmak için gereklidir, ama bunu dayanılmaz panikler haline getirmeye kimsenin hakkı yoktur. Yaşadığımız yerin dayanıklılığını bilmek elbette görevimizdir. Okullardaki deprem panelleri gerekli ve yararlıdır. Bütün bunlarla birlikte, belki de ille de gündemde olmak için, çok sevgili bilim adamları lütfen çocuklarımızı ve çocuk yürekli büyüklerimizi dayanılmaz korkulara salmayın.""Tek ağızdan verilmesi lazım"Psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Özcan Köknel de, bilimlerde bir olayı açıklamak için birbirinden çok farklı kuramlar bulunduğuna işaret ederek, şunları söyledi:"Ama bunlar ancak kuramsal düzeyde tartışılması gereken şeyler. Esasında topluma bu türlü kuramsal tartışmaların mesaj olarak iletilmemesi gerekli. Çünkü birbirinden çok farklı, çok değişik olabilir. O bakımdan herhalde böyle bir mesajın tek ağızdan, tek elden verilmesi lazım."Bütün bu mesajların altında deprem olgusunun bulunmasının yattığını belirten Prof. Dr. Köknel, şöyle konuştu:"Depremin olması bile, başlı başına zaten insanlarda tedirginlik yaratan bir durum. Bir depremin yarattığı endişeden, kaygıdan, korkudan kurtulmak için, hele 17 Ağustos depreminden sonra, hatta bununla ilgili konuşmaların, görüntülerin bile ortada olmaması lazımken, ayrıca depremin olması zaten hepimizin için de mevcut olan bu korkuyu endişeyi tekrar su üstüne çıkartıyor. Zaten böyle bir kaygılı, endişeli ruh yapısı üzerinde, birbirinden farklı mesajlar aldıkça da endişemiz ve kaygımız büsbütün artıyor. 'Nedir, ne olacak, nasıl bir gelecek bizi bekliyor?' diye..."