Güncelleme Tarihi:
Bebekken bile annemizi sadece aç olduğumuz için emmezdik. Normal bir yetişkinin sağlıklı bir psikolojik yaşam sürmesi ve bağımlılıkların tuzağına düşmemesi için gün içinde pek çok kez öpüşmesi gerektiğini biliyor muydunuz? Sık sık sevgiyle öpüşenlerin bünyeleri daha güçlü oluyor, kafaları daha çok çalışıyor ve bu insanların sezgileri diğerlerine fark atıyor.
Psykhe'nin babası antik Yunan tanrılarından Apollon'un bilicilerinden biri, kızını bir canavara yem olacağı ıssız bir dağa götürmesini söyler. Venüs'ün kıskandığı güzel prenses dağın tepesine çıkar. Adı Yunanca'da "ruh" anlamına gelen Psykhe bu gizemli ve ıssız yerde uysalca kaderini bekler. Gecenin karanlığında bir yabancı, acımasız bir canavar ona katılır. Aşk tanrısı Cupido, yalnızca karanlıkta gelir ve kim olduğunu açığa vurmaz. Geceler boyu Psykhe onun okşamalarından hoşlanır ama rahatsız edici, akıl erdiremediği bir uyumsuzluk yaşar: Hayvandan iğrense de, onun kocalığını sever. Ama hiçbir iyi ruh uzun süre gerçeklere gözlerini kapatamaz. Psykhe bakmaya karar verir. Yatağını bir canavarla paylaştığını görürse, ne kadar iyi bir aşık olursa olsun, onu öldürmesi gerekecektir. Bir eline bıçak, öteki eline de yağ kandili alır. Titreşen ışıkta yanında uyuyanın olağanüstü yakışıklı Cupido olduğunu görür. Kıvırcık saçları altın renkli yanaklarına dağılmıştır. Yatağın ayak ucunda Cupido'nun yay ve oku durur. Psykhe bu şirin silahları okşar, kazara parmağına aşk oklarından biri batar. Artık umutsuzca aşk'a aşık olmuştur ve Cupido'nun her yerini öpmeye başlar. Derin, tutkulu, açık ağızlı öpücüklerle; uyanmamasını umarak. Ama kıskançlıktan ya da tutkudan kandilin kızgın yağını Cupido'nun üstüne döker ve onu uyandırır. Psykhe daha ateşli bir hale gelir; ama dünyanın bütün yalvaran öpücükleri Cupido'nun kaçmasına engel olamaz. Cupido kanatlarını açar ve tek söz etmeden Psykhe'nin öpücüklerinden ve sarılmalarından uçarak uzaklaşır. Psykhe iki eliyle onun sağ bacağına yapışır ve onunla birlikte bulutlu göğe yükselir. Bir süre sonra gücü tükenir ve dünyaya düşer. Ama Psykhe onu bağışlar. Cupido'nun onun öpücüklerinden kaçışı, simgesel bir olgun aşk isteği ve her şeyin ilk defasında mükemmel olamayacağı şeklinde yorumlanır. Ama cesur ruh Psykhe vazgeçmez ve Cupido'yu geri alır. Heraklesvari görevler yüklenip bunları diğer Yunan kahramanları gibi yerine getirerek hedefine ulaşır. Uzun ve ateşli çabalarının ödülü olarak ölümsüz kılınır ve kaçtığına pişman olan Cupido'yla birlikte Olympos'a yerleşir. Orada sonsuza kadar mutlu yaşarlar. Ünlü bir Fransız deyişi bu miti yorumlarcasına şöyle der: "Aşıklara yaşamaları için öpüşmek ve soğuk su yeter." Freud, önce annemizin memesinin bizi sevgilimizin öpücüğüne hazırladığını açıklamıştı ve yakın geçmişte insanbilimciler bu görüşü doğruladılar: Venezüela yağmur ormanlarındaki avcı-toplayıcıların hala uyguladığı bir çocuk büyütme yöntemi olan öperek-besleme, erotik öpücüğün kökenini oluşturuyor. Freud'a göre de memesini emen erkek bebeğin annesi ona karşı kendi cinselliğinden kaynaklanan duygularla yaklaşıyor: "Onu okşar, öper, sallar ve açık biçimde onu cinsel nesne yerine koyar. Bir anne, bütün sevgi belirtilerinin çocuğunun cinsel içgüdülerini uyandırdığını ve onu daha sonraki yoğunluğuna hazırladığının farkına varsaydı, büyük olasılıkla dehşete düşerdi."
Freud'a göre çocuk erotik bir oyuncaktır. Öpüşmeyi severiz, çünkü öpüşme ilk büyük aşkımızda vardı.
Yumuşak ve incinebilir
İngiltere merkezli televizyon ve radyo kanalları BBC ve Kanal 4'ün "dünya çapında bir öpüşme uzmanı" olduğunu söyledikleri Adrianne Blue, ülkemizde Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan kitabı Öpüşme/Metafizikten Erotiğe isimli kitabında öpüşmenin karşılıklı bir güven alışverişi olduğunu söylüyor: "Öpüşen, kendisinin yumuşak incinebilir bölümlerini sunar. Dudaklar ve dil öbür kişinin dişlerinin arasındadır ve onların güvende olduğunu bilir. "Her öpüş anneyle ya da anne figürüyle çocuğu arasındaki incinebilirliği, yakınlığı, şehveti ve güveni barındırıyor. Biliminsanları dudakları, ağzı, dil ve dişleri çift cinsiyetli olarak nitelendiriyorlar. Öpüşmek kadının da, erkeğin de aynı organı kullanarak gerçekleştirdikleri bir cinsel eylem. Ama iki kalp tamamen benzer olmadığı gibi, iki çift dudak da aynı olamaz.
Çift cinsiyetli dudaklar
Minghella'nın yazıp yönettiği ve 1990?ların en romantik filmlerinden sayılan "Truly Madly Depply"de Juliet Stevenson, ölen sevgilisi Alan Rickman'ın ardından o kadar acı çeker ki, sevgili geri döner. Uzun öpüşmeleri duyulabilir bir şapırtıyla ve şu sözlerle biter: "Dudakların biraz soğuk." Plastik cerrah Gus McGrouther'in ekibinin genç üyesi Annabelle Dytham'ın pek çok kadavra üzerinde yaptığı kesimlerden sonra keşfettiği gibi, öpücük iki kasın basitçe kasılmasından çok daha karmaşık bir sürece sahip. Dudaklar öpmek üzere büzüldüklerinde kese bağlarının art arta çekilmesi gibi geriliyorlar. Bu nedenle onarılmış ya da yeniden yapılmış dudaklar, ilk zamanlar yapıları yeterince bilinmediği için öpüşürken güçlük çekiyorlardı. Öpüşürken sadece dudaklar değil, bütün bir yüz, hatta bütün bir beden hareket ediyor. Tutkuyla öpüşürken başınız öne doğru eğiliyor, birbirinizin burunlarından kaçınmak için başlarınızı yana doğru eğiyor, boyun ve sırt kaslarınızı harekete geçiriyorsunuz.
Kafatasındaki tek hareketli olan kemikler, çene ve 34 yüz kasının hepsi oyuna giriyor. İnsanların dudaklarına ve yanaklarına elektrotlar yerleştiren araştırma ekipleri, öpüşme sırasında bütün yüz kaslarının liflerini oluşturan iki sinir boyunca beyinden gelen elektrik akımlarını izlemişler. Böylece öpüşmenin elektrikli olmasının bir nedeninin de, dudakların sinirlerle dolu olması ve beynin yüz sinirleri deposundan gelen elektro-kimyasal elektriğin aşırı yoğunluğu olduğunu saptamışlar. Dudakların ideal biçimi de, yüzyıllarca insanlığı oyalayan konulardan biri. Bu biçim, her zaman neredeyse bir ceket tasarımı gibi bir moda konusu. Sessiz filmlerin kadın başrol oyuncularından Clara Bow'un dudakları yay gibiydi. Greta Garbo'nunkilerse inceydi. Tutkulu, ıslak dudaklar uzun zaman sonra moda özelliklerini korudular. Bu açıdan Marilyn Monroe'nun dudakları Mick Jagger'ın olağanüstü dudaklarından çok farklı değildi: İri ve etli. Özel Bir Kadın filminin yıldızının "arı sokmuş" ve Paris dudakları olarak da bilinen şehvetli dudakları çok pahalı olmayan bir kolajen takviyesiyle herkesin olabilir. Ama bu dudakların başkalarınınkinden daha iyi öpüşeceğini düşünmek için neden yok. Çünkü öpüşmek, donanımlı olduğumuz ve doğmadan önce nasıl yapılacağını bildiğimiz bir şey.
Öpüşmek insanı besler
Bebekliğimizde beslenmek, bugünse öpüşmek için kullandığımız emmek, yutmak ve tutmak için gereken bütün biyolojik yetenekler doğumdan önce gelişiyor. Mekanik olarak konuşmak ve öpüşmek, hemen hemen meme emmekle aynı. Çünkü benzer üç refleks kullanılıyor. Görmüş olanlar bilirler yeni doğmuş bir bebek, tek hücreli hayvan gibi neredeyse yalnızca ağızdan ibarettir. Yaşam onun için öncelikle meme emmek ve dünyayı tatmaktan oluşur. Bebeğin yanağına dokunduğunuzda hemen öbür tarafına dönüp küçük, hızlı ve ani hareketlerle meme ucunu aramaya başlar. Bunu sevgilinizle deneyin, dudaklarını aralayıp arzu nesnesine yönelecektir. Ama bebekler her zaman aç oldukları için emmezler. Bebeklerin süt gereksiniminden ayrı olarak belli ölçüde emme gereksinimleri vardır. Gençlerle yetişkinler ise öpüşmeye gereksinim duyarlar. Peki ihtiyacımız olduğu kadar öpüşemezsek bu gereksinimi başka ağız hareketleriyle mi karşılıyoruz? Çok mu konuşuyoruz? Çok mu yiyoruz? Sigaraya mı yöneliyoruz? 19'ncu yüzyıl sonlarında yetimevlerinde büyüyen çocukların çoğu yaşama sevinçlerini yitirip çocuk marasmusu denilen, sözlük anlamıyla eriyip bitme hastalığından ölmüşlerdi. Çünkü istedikleri zaman değil; belirli zamanlarda besleniyorlardı. Neredeyse hiç öpülmüyorlardı, kimse onları kucaklayıp bağırlarına basmıyordu. 20.nci yüzyılda yapılmış ve ruhbilim kitaplarına da girmiş gaddarca bir deneyde, günde üç kez kucaklanan prematüre bebeklerin güçlendiği, dokunmadan ve dokunmanın ilettiği duygusal mesajlardan yoksun bırakılan bebeklerinse iki kat kilo aldıkları gözlenmişti. Ağıza bir şeyler almak kendimizi korumak, yaşamı sürdürmek güdümüze bir örnek olabilir. Ağzımıza ne kadar çok şey atarsak, bunların bazılarının yenebilir olması olasılığı da artıyor. Ama bu aynı zamanda bağlanma, birisine ya da bir şeye yakın olma güdümüzün de bir örneği. Yıllarca Sunday Times gazetesinde muhabir olarak çalışan; Independent, New Statesman, Cosmopolitan ve Washington Post gibi dergi ve gazetelerde çağdaş kültür üzerine yazılar yazmış olan Adrianne Blue, Öpüşmek açık bir içgüdüdür diyor. Psikiyatrist John Bowly ve ekibi uzun zaman anneleri ve yeni doğmuş bebekleri arasındaki ilişkileri incelemişler. Bağlılığın daha doğmadan genetik kodlarımıza yazıldığını söyleyen John Bowly, "Bağlılık" diyor, "yaşamı sürdürmek için gereken beslenme ve üreme içgüdüleri kadar önemlidir." Emme yeteneği, onu dönüştürecek olan sinyali bekler. Rüzgar gibi geçti filminde Rhett Butler savaşa giderken Scarlet O'Hara'ya der ki, "Seni sevmek isteyen güneyli bir asker var Scarlett. Savaşa öpüşlerinin anısını götürmek isteyen. Beni sevmesen de olur Scarlet; öp beni, öp beni. Scarlett o zaman hayır demişti; ama aslında evet demek istiyordu. Öpüşme biçiminiz memeyle mi, yoksa biberonla mı beslendiğinizi ele veriyor. Belki de bir psikoloji doktora öğrencisi iki ayrı biçimde beslenmiş iki yetişkinin öpüşme yöntemlerindeki farklılıklar üzerine bir tez hazırlamalı. Belki bunu test etmek için bir öpüşme makinesi yapılır. 1930' larda Max Factor sabit rujları denemek için bir makine yapmıştı. Çünkü bu amaç için kullanılan işçiler, işlerinden çabucak sıkılıyorlardı.
Bağımlılık yapıyor
Her genç kızın rüyası prensin büyülü öpücüğünü anlatan Uyuyan güzel masalı büyük olasılıkla sıradan her erkeğin hayalindeki kadını canlandırıyor: Uyuyan ve bekleyen. Uyuduğu için genç adama sorun çıkartmaz, küstahlık etmez. Genç adam ona istediğini yapabilir. İlk anlatımlarda kız uyurken ırzına geçer. Sonraları Grimm Kardeşler ve Disney tarafından derlenen öykülerde, genç adam kızı öperek uyandırır. Adriane Blue komadayken herhalde prenses bu öpüşmeye katılamazdı diyerek Uyuyan Güzel'deki bu öpüşmeyi bir öpüşme taklidi, dünyanın en romantik olmayan öpüşmesi olarak nitelendiriyor. Öpüşmek de, tıpkı koşmak ve aşık olmak gibi vücudun doğal afyonu olan endorfini tetikliyor. Ve bunların her üçü de bağımlılık yapıyorlar. Biliminsanları öpüşmenin beden tuzunun ya da derideki bezler tarafından salgılanan ve özellikle dudakların iç kısmında çok yoğun olan sebum denilen yağın değiş tokuşu için olabileceğini söylüyorlar. Sebum bazı kuşlardaki gibi, bizim de anne babamız ve sevgilimizle ilişki kurmamızda yardımcı oluyor. Çiftleşme sırasında kuş besinleri çiğniyor, sonra öperek yiyeceği istekli müstakbel eşin ağzına itiyor; birleşiriyorlar ve yavruları oluyor. Kuşun yağ bezleri çıkarıldığında, yani sebum olmadığında eş uçup gidiyor. 1990'larda İngiltere'de cinsel tutumlara ilişkin bir rapor içki ve sigara kullananların daha fazla seviştiğini ortaya koyuyordu. Ya da onlar belki de yalnızca övünüyorlardı. Buna en iyi yanıt orkestra şefi Arturo Toscani'ninki olabilir: Aynı gün ilk sigaramı içtim, ilk kadınımı öptüm. O günden beri asla tütüne ayıracak zaman bulamadım.
Vampirin öpücüğü
Öpüşmek dişlerimize de iyi geliyor. Öpüşme beklentisiyle ağızdaki tükürük artıyor ve dişler plakları dağıtan bir banyo yapmış oluyor. Yani günde bir öpüşme sizi dişçiden kurtarır sözü uydurma değil. Simgesel olarak vampir öpücüğü ahlaki ölüm anlamına geliyor. Bir kara ayin gibi vampir öpücüğü iyinin tersine çevrilmesini içeriyor. Kont Drakula güzel kadınları vampire dönüştürmekten hoşlanırdı. Erkek kurbanlar, Drakula'nın kadınlarının çekiciliğine kapılıyorlardı: Üçünün de dolgun kırmızı dudaklarının arasından bembeyaz dişleri parlıyordu. Engel olunamaz bir istekle beni o kırmızı dudaklarıyla öpmelerini diledim. Elbette öpücükleri öldürüyordu.
İkinci bir şans daha ver
Öperek sakinleştirmek ise gerilimi azaltıyor, güçlüyü tatlılaştırıyor, o an için yatıştırıyor ve statükoyu kabul ettiriyor. Salyangozlar gibi çeşitli böcekler çiftleşme sırasında antenlerini birbirlerine değdirerek öpüşüyorlar. Maymunlar bunu yapıyor, balıklar bunu yapıyor, rahipler bile bunu yapıyor ve elbette Fransızlar da bunu yapıyor. Dillerin işin içinde olmadığı bir öpüşmeyi erotik öpüşme saymayan Fransızlar, kendileri olmasaydı ne Amerikalılar'ın, ne İngilizler'in, ne de Avrupalılar'ın öpüşmeyi öğrenemeyeceklerini söylüyorlar. Yüzlerce yıllık seks bilgeliği kitabı Kama Sutra, birbirinden ilginç 30'dan fazla öpüşme biçimi sayıyor. Öpülecek yerler şöyle sıralanıyor: Alın, gözler, yanaklar, boğaz, göğüs, memeler, dudaklar ve ağzın içi; ayrıca uyluk eklemiyle kollar ve göbek.
Öpüşme dört yoğunluk derecesine ayrılıyor. Öpücükler, bedenin öpülen yerlerine göre orta derecede, sıkıştırarak, bastırarak ve yumuşak olarak değişiyor. Bedenin farklı bölümleri için farklı öpme biçimleri öneriliyor. Beden bilgeliği kitabı Vatsyayana ise eğlenceli ve ufak bir bahis öneriyor: Önce kim ötekinin dudaklarını kendi dudaklarının arasına alacak oyunu bu. Ama bahsi kaybedene ikinci bir şans verilmeli. Tıpkı Shakespeare'in Romeo ve Juliet'inde olduğu gibi. Romeo: Senin dudaklarınla, dudaklarım günahtan arındı. Juliet: Öyleyse şimdi günah dudaklarımda kaldı. Romeo: Öyleyse ver bana günahımı geri.
Kuzuların Sessizliği'nin kurgusal seri cinayetler işleyen katili Hannibal Lecter, terk edilmiş bir mutsuzdu. Bebek gelişiminin oral nitelikteki sadist, ısırma aşamasına takılmıştır. Freud doğumundan 18 aylığa kadar bir bebeğin en büyük zevki meme başından sütü yutmak, emmek ve ısırmaktır diyor. Bu dönem tatmin ediciyse yani bebek yeterince kucaklanır ve emmekten yeterli hazzı alırsa, mutlu bir biçimde bir sonraki döneme, daha sonra da başka bir döneme geçiyor. Ama bu oral dönem düş kırıcıysa, çocuk orada saplanıp kalıyor. Yetişkin yaşamındaki kişiliği oral bir nitelik kazanıyor. Bu da onun bağımlılığında, edilgenliğinde ve ağız alışkanlıklarında gözleniyor. Bu ağız alışkanlığı düşük çeneli olmayı da içeriyor. Bu yoksunluk, her çağdaş Casanova'yı ya da Don Juan'ı muhtaç, oral dönemde kalmış birer bebek yapıyor. Ruhbilimci Rollo May, Aşk ve İradede çapkının aşağılık durumunu dokunaklıya çeviriyor: Don Juan eylemi üst üste yinelemek zorundaydı. Çünkü asla tatmin olamıyordu. Cinsel yönden kesinlikle güçlü olduğu ve teknik olarak iyi orgazma ulaştığı gerçeğine karşın. Ne olursa olsun şair Byron'un kuzeyden güneye uzanan kadın dudaklarını bir seferde öpeceğinden emin olan olağanüstü aç, coşkulu Don Juan'ı da yetersiz beslenmişti. Benlik duygusu doyurulmamıştı. Bu nedenle hep daha fazlasını istiyordu.