GeriAşk O'nu seviyorum ama O'ndan nefret ediyorum
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi

O'nu seviyorum ama O'ndan nefret ediyorum

"İlişkilerde hissedilen tek duygu sevgi ve aşk değildir. Nefrette çoğu zaman bu paketin içinde gelir. Bu yüzden sevgilisine deliler gibi aşık olan ama ondan ölesiye nefret eden bir çok aşık var."

Nefret ediyorum ve seviyorum. Nasıl olur diye sorarsın belki. Bilmiyorum, ama öyle hissediyorum ve kahroluyorum" diyor Romalı şair Catullus, hayatının aşkı Lesbia'ya seslenerek... Yüzyıllar öncesinden yükselen Catullus'un bu dizeleri, insan doğasının en karmaşık gelgitlerini yaratan zıt duyguların aynı zihinde ve kalpte var olma savaşını ima ediyor. Ünlü İskoç yazar Sir Arthur Conan Doyle da; "Tutkulu bir aşk, güçlü bir nefretin ikiz kardeşidir" diye anlatıyor aşk ve nefret arasındaki ince çizgiyi... Aşkın yakıcı gücünün nefretin sınır tanımayan yıkıcılığıyla eş değer olduğunu; bu şiddetli iki duygunun da özünde aynı hoyrat rüzgârların estiğini tek bir cümleyle özetliyor adeta. Aşk ve nefretin yolu kimi zaman aynı ilişkide kesişiyor; aşkın tutku dolu dinamizmi nefretin kıskacı altına alınıyor ya da tam tersi nefretin hükmettiği duygular askın karşısında kalkanlarını indiriyor. Tehlikeli bir ikilemden ortaya çıkan aşk ve nefret ilişkisi, çatışmalarla dolu gerilimli bir birlikteliğe sebep olarak; iki kalp arasında tutmalar estiriyor...

Savaşan egolar
"Onu ilk gördüğümde ona büyük bir aşkla bağlanacağımı anlamıştım" diyor genç kadın, beş yıldır sürdürdüğü evliliği öncesi esiyle nasıl tanıştığını anlatırken... Genç çiftin yaşadıkları, günümüz ilişkilerinde aşk ve nefret çatışmasını gözler önüne seriyor; "Etkileyici bir erkek olmasının dışında beni ona karşı iten başka sebepler vardı sanki. Ses tonu daha önce tanıştığım kimseninki kadar kulağımda yer etmemişti; bakışları daha önce gözlerimin rastladığı başka gözlerinkine hiç benzemiyordu. Onun da bana karşı aynı şeyleri hissettiğini hissetmem ve itiraf etmesini büyük bir heyecanla dinlemem için fazla beklemem gerekmedi. Birbirimize âşık olmuş ve büyük bir tutkuyla bir anda bağlanıvermiştik. Kısa süre sonra evlendik ve İlişkimizde aşkın yanı sıra kıskançlık da baş göstermeye başladı. İkimizin de kıskançlığın tutkulu bir aşkın getirişi olduğuna inanıyor; bağlılığımızı birbirimizi ne kadar kıskandığımızla ölçerek bundan tuhaf bir zevk alıyorduk. Ancak aramızdaki küçük oyunların zamanla farklı bir hal almaya başlaması fazla uzun sürmedi. Kıskanan olmak yerine sürekli kıskanılan taraf olmayı tercih etmesi bir süre sonra beni sinirlendirmeye başlamıştı. Kendisini her anlamda sanki benden üstün görüyor; yeri geldiğinde ukalalık yapmaktan çekinmiyordu. Ben de bir türlü engel olamadığım öfkemi yerli yersiz serbest bırakıyor; kıskançlık krizleri eşliğinde ona olan duygularımın nefrete yenik düşmesinin önüne geçemiyordum. Şiddetli tartışmalarımızı ardından barışmamız ve eskisinden daha çok birbirimize bağlı olduğumuzu hissetmemiz kaçınılmaz olmuştu. Aramızdaki ilişki, savaşan egoların birbirlerine aşk ve nefretle bağlı olduğu bir ikileme dönüşmüştü adeta. Ayrı kaldığımız zamanlar birbirimizi görmek için adeta çıldırıyor, bir araya geldiğimizde ise birbirimizin varlığına tahammül edemeyerek nefes almakta zorlanıyorduk. Şimdi ise ne yapacağımızı bilmeden hala ilişkimize şans tanımaya devam ediyoruz.

Her ayrılığımızın acısını, tekrar bir araya geldiğimizde yaşayacağım mutluluğu hayal ederek dindirmeye çalışıyorum."

Beni nefretinle sev!
Aşk ve nefretin tehlikeli iklimi, gerçek hayatın dışında kimi zaman beyazperde ve edebiyattaki unutulmaz aşklara da ilham kaynağı oluyor... Margaret Mitchel'in Pulitzer ödüllü aynı romanından 1939 yılında sinemaya uyarlanan Rüzgâr Gibi Geçti, aşk ve nefreti bir arada barındıran tutkulu bir ilişkiyi konu alıyor ve sinema tarihinin efsane filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Güzel ve kibirli Scarlett O'Hara ile karizmatik Rhett Butler arasında iç savaşla birlikte ateşlenen inişli çıkışlı aşk hikâyesi, kıskançlık, tutku ve nefretle karmakarışık bir hale geliyor. Rhett'ın duygularının değişmesi ve Scarlett'i terk etmesiyle trajik bir şekilde son buluyor. Kronte kardeşlerden Emily Bronte'nin Rüzgârlı Bayır ya da Uğultulu Tepeler olarak Türkçeye çevrilen tek ve unutulmaz romanı da aşk ve nefretin gelgiti arasında yıllara yayılan tutkulu bir aşkı konu alıyor. Dünya edebiyatına damgasını vuran bu roman, aşk, intikam ve nefret gibi güçlü duygular etrafında sürüklenen Catherine ve Heathcliff in birbirlerine karşı duydukları tutkunun esiri olarak hayatlarını bir cehenneme çevirmesini konu alıyor. "Bana ne kadar zalim olabileceğini gösterdin. Benden nefret mi ediyorsun Cathy? Seni rahata kavuşturacak tek bir kelimem bile yok. Sen bunu hak ettin ve kendi kendini öldürdün. Evet, beni öpebilirsin ve ağlayabilirsin; benim gözyaşlarımı da silebilirsin. Ama unutma ki göz yaslarım seni lanetleyecek... Beni sevmiştin, peki o zaman neden beni terk ettin?" diyor Heathcliff, büyük bir aşkla bağlı olduğu sevgilisine. Romanın beyazperdeye uyarlamalarında ise unutulmaz Catherine ve Heathcliff karakterleri Laurence Olivier, Merle Oberon, Juliette Binoche ve Ralph Fiennes gibi yıldızlar tarafından canlandırılıyor. Günümüzün aşk ve nefret ilişkileri ise Hollywood yapımlarına konu olmaya devam ediyor. Kathleen Turner ve Michael Douglas'ın bir zamanlar birbirlerine âşık olan ama daha sonra boşanmanın eşiğine gelerek aynı ev için kavga eden bir çifti canlandırdıkları Güllerin Savaşı bu yapımların arasında yer alıyor, iki erkek arasında gelip giderken aşk ve nefretin çılgınlıklara sebep olabilecek fırtınalarına tutulan genç bir kadının hikâyesi olan Bridget Jones'un Günlüğü ve kadın erkek ilişkilerindeki çekişmelere esprili bir yorum getiren Harry Sally ile Tanışınca ise benzer konuyu işleyen filmler arasında yer alıyor.

Fırtınalı ilişkiler
Ünlülerin evlilikleri ve beraberlikleri söz konusu olduğunda ise aşk ve nefret kaçınılmaz bir ikili olarak ortaya çıkıyor. Şöhretin ve ego çatışmalarının arasında aşk ve nefret ilişkisine hapsolan ünlü çiftlerin başında Madonna ve Guy Ritchie geliyor. Süregelen kavgalar, ayrılıklar, spekülasyonlar ve yeniden bir araya gelmelerin ardından tamamen ayrılma kararı alan Madonna ve Ritchie, aşk ve nefret ilişkisinin gelgitlerini sonlandırmak için boşanmaya karar veriyorlar. Ünlü model Kate Moss ve müzisyen sevgilisi Pete Doherty ise sıra dışı alışkanlıklarıyla heyecan kattıkları ilişkilerini şiddetli kavgalara rağmen iki yıl boyunca yürütmeyi başarsalar da sonunda ayrılıyorlar. Ayrıkdıkları dönemlerde birbirlerine ağır hakaretler ettikten sonra yeniden barıştıklarında birbirleri için yaratıldıklarını söyleseler de Moss ve Doherty çiftinin ilişkisi mutlu sonla bitmiyor. Aşk ve nefret ilişkisini en şiddetli yaşayan diğer Hollywood çiftlerinden Charlie Sheen ve Denise Richards da birliktelikleri boyunca tutkulu bir aşkın; sevgi ve nefret arasında gidip gelen duyguların arasında sıkışıp kalıyorlar. Bir zamanlar büyük aşk yaşayan çift; evliliklerindeki gelgitlerle başa çıkamayınca olaylı bir şekilde boşanıyorlar. Boşanmalarının ardından çocukları için tekrar bir araya geliyorlar ama eskisi gibi olmayı başaramıyorlar. Sheen ve Richards, yaşadıkları ilişkiden pişman olduklarını söyleseler de aralarındaki tutkulu aşkı hiçbir zaman inkâr etmiyorlar...

UZMAN GÖRÜŞÜ
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü'nden Uzman Psikolog Şirin Hacıömeroğlu aşk nefret ilişkisini anlatıyor: "Âşık olma hali, çok yoğun duyguların yaşandığı, benliğin unutulup tamamen karşıdakine odaklanıldığı ve partnerin kişinin kafasındaki bir şablona göre biçimlendirildiği bir yanılsama halidir. Kişi, partnerini bilinçaltındaki ihtiyaçlarına göre idealleştirir ve buna gerçekmiş gibi inanır veya inanmak ister. Ayrıca ilişkilerin ilk zamanlarında, kişiler zayıf ya da beğenmedikleri yönlerini partnerlerine göstermek istemez ve karşı tarafta iyi bir izlenim yaratmaya çalışırlar. Oysa ilişki İlerledikçe çiftler kendilerini daha rahat hissetmeye, açık olmaya ve zayıf yönlerini de ortaya koymaya başlarlar. Her ne kadar bu durum doğal bir süreç olsa da partnerini idealize etmiş, kafasında onunla ilgili büyük hayaller kurmuş kişi için büyük bir hayal kırıklığı yaratır, işte o noktada en az aşk kadar yoğun bir duygu olan nefret sahneye çıkar. İyiyken çok iyi, kötüyken çok kötü olunur... Ta ki bu kısır döngü ve didişme inceldiği yerden kopana kadar. İlişkiyi bu şekilde uç duygularda yasamak toplumumuzda yaygın olmakla beraber hiç sağlıklı değildir çünkü iki taraf da çok yıpranır. Düşük özgüvenli kişiler devamlı partnerleri tarafından kabul görüp görmedikleri konusunda endişelenirler. İyi zamanlarında partnerlerini idealize eder, onlara güvenle yaklaşır ve tüm iyi nitelikleri onlara yansıtırlar. Oysa partnerleri istedikleri gibi davranmadığında ya da mükemmel olmadıkları işaretini verdiğinde bir anda madalyon tersine döner ve tüm kötü özellikler bu sefer nefret şeklinde yansıtılmaya başlar; kişi kendini acı çekmekten ve zayıf görünmekten korumakta, geri çekmektir. Ayrıca aşk-nefret döngüsünün sıkça yaşandığı ilişkilerde egolar da çok fazla rol oynar. Özgün benliğiyle var olamayan ve egosu çok kırılgan olan kişi kendi değerini partnerinden gelecek olan ilgi ve sevgiyle ölçer. Fakat partner bunu ona her daim veremeyeceği için bir noktada aşk yakıcı olacak ve acı çeken ego nefreti oluşturacaktır. Oysa sağlıklı bir ilişki tarzında öncelikle düzgün bir duygu- mantık dengesi vardır. Kişi partnerinin Özelliklerini en başından beri gerçekçi bir süzgeçten geçirir ve onu olduğu gibi kabul eder. Dalai Lama'nın Mutluluk Sanatı isimli kitabında da dediği gibi eğer hayat boyu sürecek tatminkâr bir ilişkiniz olsun istiyorsanız, partnerinizin yüzeysel özelliklerine önem vermekten ziyade (dış görünüşü, parası, bitirdiği okul vs.) onun bir insan olarak özgün doğasını anlamaya ve onunla bu derinlikte paylaşımda bulunmaya çalışın."

False