Güncelleme Tarihi:
Belirli oranda stres insanların performansını artırır
Stres aslında çok ihtiyaç duyduğumuz ve belirli bir duruma karşı performans göstermemizi sağlayan bir mekanizmadır. Örneğin sabah 08:00’da iş yerinde olmamız gerekiyorsa, bunun için hazırlanarak trafik durumuna göre kendimizi ayarlayıp evden çıkmamız gerekir. Bize gerekli eylemi gerçekleştirme yetisi sağlayan işte tam olarak bu ‘işe gecikmeme konusundaki’ strestir. Eğer stres diye bir kavram olmasaydı muhtemelen insanlar her yere geç kalır, performans sergileyemez ve başlarına birçok olumsuz olay gelirdi. Buradan yola çıkarak günlük rutinimizin her anının işlevsel stres mekanizmasıyla dolu olduğunu söyleyebiliriz.
Zihin tehlike algılayınca bedenin bazı bölgelerinden enerji çeker
Yüksek düzeyde stres, duygusal olarak bir baskı yaratmakla birlikte bedenimizin çeşitli bölgelerinde ağrı, sızı, uyuşukluk, sıkışıklık, kasılma ve benzeri bedensel rahatsızlıkların ortaya çıkmasına yol açar. Stres aynı zamanda mide bağırsak hastalıkları, cilt hastalıkları ve birçok hastalıklara uygun zemin hazırlar. Yoğun stresin beden üzerinde bu şekilde etki etmesinin temel sebebi ‘Sempatik Sinir Sistemi’ denilen mekanizmanın devreye girmesidir. Bu sistemde zihin tehlikeyi algıladığında vücudu savaşmaya veya kaçmaya hazırladığı için vücudun çeşitli yerlerinden enerji çekerek gerekli yerlere verir. Örneğin, savaşmak ya da kaçmak için kas gücüne ihtiyacımız vardır. Bu yüzden kas gücümüz artar.
Yüksek kaygı ve korku yaşam kalitesini bozuyor
Bazı zamanlarda günlük rutini bozan, fiziksel ve ruhsal bütünlüğü tehdit eden olaylara maruz kalarak ya da şahit olarak yüksek düzeyde korku, kaygı, panik, çaresizlik ve dehşete kapılma gibi durumlar ortaya çıkabiliyor. Bu gibi beklenmedik ve duygu yükü çok ağır olaylar genel olarak ‘psikolojik travma’ olarak adlandırılır. Psikolojik travma yaratan olaylar da günlük stres düzeyimizin çok daha üzerinde bir stres yaşamamıza yol açar. Bu olaylar tek seferlik olaylar ve belirli bir süre tekrarlayan olaylar olarak iki ana gruba ayrılabilir. Tek seferlik olaylara örnek verecek olursak; kazalar, ameliyatlar, ölümler, depremler ve diğer doğal afetler sıralanabilir. Belirli bir sürece yayılmış ve tekrarlayan olaylara bakıldığında ise; tacizler, istismarlar, ihmaller, savaşlar, salgınlar ve şiddet içeren olaylarla karşılaşılmaktadır.
Dünyada her 3 kişiden 1’i travmatik stres yaşıyor
Araştırmalara göre, dünyada her 3 insandan 1’i hayatının belirli bir döneminde travmatik bir olaya maruz kalıyor. Kimi insanlar travma sonrası süreçleri bir süre sonra atlatabilirken kimleri ise atlatmakta zorlanabilmektedir. Bu yüzden ‘stres bozuklukları’ gelişebilir. Genel olarak stres bozukluğu olması durumunda kişi olay geride kalmış olsa bile, hâlâ yaşanıyormuş veya her an yeniden yaşanabilirmiş gibi kaygı ve korkulara kapılabilir. Tekrarlayıcı kaygı, korku ve mutsuzluk süreçleri ise yaşam kalitesinin bozulmasına yol açmaktadır.
Son dönemdeki olaylar gelecek kaygısı yaşatıyor
Ülkemizde son birkaç ay içinde deprem, çığ, salgın hastalık, kazalar ve içinde bulunulan savaş şartları nedeniyle yaşanan ölüm, yaralanma ve diğer zararlara doğrudan ve dolaylı olarak maruz kalınması, bu olayları medyadan izlemek hepimizin içinde büyük bir korku ve kaygı oluşmasına neden oldu. Bir kısmımız olaylara doğrudan maruz kalırken bir kısmımız ise sadece haberdar olarak psikolojik açıdan etkilendi. Travmatik olaya medya ya da diğer iletişim yollarıyla dolaylı olarak maruz kalma durumuna ‘ikinci el travma’ denilmektedir. Bu yüzden başımıza bir olay gelmese bile, gelebileceği ile ilgili gelecek kaygıları ile karşılaşmaya başladık. Eğer yaşanılan endişe, mutsuzluk, umutsuzluk ve panik durumları yaşam kalitesini etkileyecek düzeye çıkarsa, en kısa zamanda psikoterapi desteği alınması önem taşıyor.
Bu sürecin geçici olduğunu aklınıza getirin
Unutmamak gerekir ki, birçok faaliyetin iptal edilme sebebi, insanların kapalı ortamlara girmesini ve birbirleriyle fazla temas etmelerini engelleyerek onları ‘korumayı’ amaçlıyor. Çünkü bu virüs belirli ortamlarda bir süre yaşayabiliyor ve insandan insana yayılabiliyor. Öncelikle hatırlamamız gereken bir bilgi var; bu geçici ve kısa süreli bir süreç! Ayrıca güneşli güzel havalarda çok fazla kalabalığa maruz kalmadan tek başınıza doğa ile iç içe yürüyüş yapmanızda bir sakınca yok. Aksine güneş ışığının ve egzersizin sağlığımız üzerine oldukça önemli etkileri var. Bununla birlikte, iyi bir beslenme ile bağışıklık sistemimizi desteklemek de psikolojik olarak daha iyi hissetmemize yardımcı olmaktadır.
Sosyal canlılar olarak birbirimize ihtiyacımız var
Yapılan araştırmalara göre travmaya ne kadar erken ve sık aralıklı seanslarla müdahale edilirse terapi süreci o kadar hızlı ve sağlıklı ilerliyor. Terapi gören kişinin geçmiş yaşam öyküsü de terapi süreçlerinin gidişatını ve seans sayısını etkilemektedir. Örneğin; 1999 yılında yaşanan depremde yakınlarına zarar gelen bir kişi yakın dönemde yeniden deprem gerçeği ile karşılaşınca geçmiş travması da tetiklenebilmektedir. Bu yüzden her kişinin terapi planı kişinin ihtiyaçlarına özel olarak planlanmalı ve terapi hedefi iyi bir şekilde belirlenmelidir. Psikoterapi desteği almanın yanı sıra, kaygılarımızı atlatma konusunda hem kendi çabamız hem de çevremizdekilerin sosyal desteği oldukça önemlidir. Sonuçta biz sosyal canlılarız ve birbirimize ihtiyacımız var. Duygusal süreçlerimizi çevremizde güvendiğimiz insanlarla paylaşmak ve desteklemek oldukça önemlidir.
Kaygıya neden olan hikayelerinizi paylaşın
Bir diğer önemli unsur ise güvenli bir alan belirlemek ve yaşanılan olaydan sonra dinlenmeye çalışmak. Herhangi bir tehdit unsuru varsa bununla ilgili önlem almak da göz ardı edilmemelidir. Örneğin; deprem sonrasında hasarlı binalara girmemek gerekir. Bunun devamında ise kaçınma eyleminin kaygıyı artırdığı gerçeğini bildiğimiz için sağlam diğer binalara normal şekilde girip çıkmayı sürdürmek de gereklidir. Yani, uygun önlemler alınarak kaygı yaratan durumla yüzleşmek önemlidir. Travmaya maruz kalmış kişilerin yakınlarına da önemli görevler düşmektedir.
Bunlardan birisi travma sonrası stres belirtileri gösteren kişinin hikâyesini anlatmasının istenmesidir. Kişi hikâyesini ne kadar çok anlatırsa, zihninin o olumsuz anıyı hazmetmesi o kadar kolaylaşır. Ayrıca hikâyesini anlatan kişilerin verdiği tepkilerin anlaşılabilir ve normal oluğunun aktarılması ve sabırla destekleniyor olması da oldukça önemlidir. Bu arada o kişiye karşı hatalı cümle yapısı kurmamaya da dikkat etmek gerekir. Örneğin; “Kafana takma”, “Stres yapma”, “Stres yapmaman lazım”, “Buna mı takılıyorsun?”, “Düşünmemeye çalış”, “Unutmaya çalış” gibi cümle yapıları oldukça hatalıdır. Tam tersine, kişiye kendisini ve duygularını ifade etme özgürlüğü ve rahatlığı vermek gerekir. Unutmamalıyız ki, mutluluklar paylaştıkça artar, üzüntüler paylaştıkça azalır.