Güncelleme Tarihi:
Antik Mısır
Kırmızı ruj kullanımı ile ilgili ilk kayıtlara Antik Mısır döneminde rastlıyoruz. O zamanlar dudaklara kırmızı bir ton vermek için yarı değerli taşlar eziliyordu. Bu pahalı yöntem sadece kadınlar değil erkekler tarafından da kullanılıyordu. Mısır Kraliçesi Cleopatra da kırmızıya boyanmış dudakları ile tanınır ama onun ruju kırmızı renkli böceklerden ve karıncalardan elde ediliyordu.
Cleopatra’ya özenen Mısırlı kadınlar kırmızı dudak boyası elde etmek için akıl almaz yöntemlere başvurdular. Bir hayli toksin maddeyi karıştırarak elde edilen kırmızı ruj pek çok hastalığa ve hatta ölüme sebep oldu. Ölümcül öpücük tanımlaması da buradan geliyor. İlginç bir şekilde ilk sedefli ruj da Antik Mısır'da ortaya çıktı. Balık pullarının ezilmesi ile elde edilen bu ruj kırmızının yanında sönük kalsa da hala tercih ediliyor.
16. Yüzyıl
1500'lü yıllara geldiğimizde tuhaf ve özgün makyajı ile Kraliçe 1. Elizabeth'i görüyoruz. O bakireliğin de temsili olarak bembeyaza boyanmış bir cilt ve kırmızı dudakları ile tarihe geçti. Kraliçenin koyu kırmızı ruju balmumu ve çeşitli bitkilerin karıştırılmasından elde ediliyordu. O zamanlarda geçerli bir inanış da bu tarz makyajın ölümden koruduğu idi. Ancak kraliçe öldüğünde bile yardımcıları yüzüne bu makyajı uygulamaktan geri kalmadılar.
On altıncı yüzyılda popülerlik kazanan ruj 17. yüzyılda muhafazakâr görüşün hedefi haline geldi. Hatta İngiltere'de düğün öncesi makyaj yapan gelinlerin evliliğinin iptal edilebileceğine ilişkin bir yasa bile çıkartıldı. 100 sene önce kraliçenin alametifarikası olan kırmızı ruj artık sadece hayat kadını olmanın göstergesiydi. Fransa'da ise durum tam tersi istikamette gelişti. Tüm soylular çeşit çeşit kozmetikle yüzlerini renklendirirken, doğal görünüm fahişelere ve çalışan kadınlara özel hale geldi.
On sekizinci yüzyılın sonlarında Kraliçe Victoria'nın ruj kullanımını uygunsuz bulması üzerine kırmızıya boyanmış dudaklar uzunca bir süre moda sahnesinde görülmedi. Fakat bu kısıtlamayı zorlayanlar da vardı. Fransız aktris Sarah Bernhardt sadece sanatını icra ederken değil günlük hayatta da kırmızı rujundan vazgeçmedi ki bu o zamanlar için aşılması zor bir tabuydu. Amerika'da ilk ruj reklamını 1890'da Sears kataloğunda görüyoruz. Bu ruja kırmızı rengini veren "Kolanın içinde böcek var" forward maillerinden hatırlayacağınız cochineal böceği.
1900-1920
1900'lerin başında kırmızı ruj tekrar popüler hale geldi. 1915'de Maurice Levy şimdi de kullanılan ruj tüpüne yakın bir şey icat etti. Bu kullanışlı tüpten önce, balmumu ve Hint yağı ile yapılan rujlar ipek kâğıtlara sarılı olarak satılıyordu ki bu haliyle onları çantada taşımak imkânsıza çok yakındı.
1930'lar
1930'larda reklam ve pazarlama dünyası kozmetik işine el attı. Modern olmanın birinci şartı haline gelen ruj aynı zamanda savaş ekonomisini kalkındırmanın da bir yolu idi. Askerlik yapamayan kadınlar ruj satın alarak ekonomiye katkıda bulunuyorlardı. Ya da en azından reklamcıların söylemi buydu. İlk güneş ışınlarından koruyan ruj da bu tarihlerde ortaya çıktı.
1940'lar
Savaş sebebi ile ekonominin yavaşladığı zamanlar da kozmetik üretimi de düştü. Bu da kalıcı rujların ortaya çıkmasına sebep oldu. Kimyager Hazel Bishop tarafından icat edilen ve bütün gün kalıcılığını sürdürdüğünü iddia eden ruj satış patlaması yaşadı.
Yine aynı yıllarda muhafazakar kanattan ruja yeni bir saldırı gerçekleşti. Erkekler evlenecekleri kızların ruj sürmelerini istemiyorlardı. Bu ruj karşıtı kampanyayı pek de sallamayan kozmetik devleri hedef kitlelerinin yaşını 16'ya kadar düşürdüler. Bu sıralarda Amerikan kadınlarının %40'ının çantasında en az bir tane ruj bulunuyordu.
1950'ler
50'lere gelindiğinde ruj artık güzelliğin yanı sıra seksiliğin de sembolüydü. Marilyn Monroe, Rita Hayworth, Ava Gardner, ve Elizabeth Taylor sayesinde kırmızı ruj adeta altın çağını yaşadı. Muhafazakarlığı bir kenara bırakan dünya, kadınlara özel günlerde kozmetik hediye etmeye bile başladı.
Çok uzunca bir zaman sadece kırmızının tonlarında üretilen ruj artık pek çok renge sahipti. 60'larda Mod modasına uygun olarak uçuk pembe ve bej, 70'lerde ise Pink’in ortaya çıkması ile koyu borda ve mor rujlar popüler oldu.
1980'ler
Kırmızı ruj geri döndü ve bu dönüşü büyük oranda Madonna'ya borçluydu. Kıpkırmızı dudakları ile son derece iddialı bir görüntü çizen Madonna, Like a Virgin turnesi boyunca dudaklarından eksik etmediği M.A. C Russian Red'i dünya çapında bestseller yaptı.
Grunge akımının da etkisi ile bu yıllarda kadınlar daha çok kahverengi ve mürdüm tonlarına yöneldiler. Sedefli ruj da varlığını hala belirgin biçimde hissettiriyordu. Ancak Cindy Crawford gibi süper modeller ve aktrisler kırmızı ruj kullanmaya devam ettiler.
Müzisyen, tasarımcı, rockçı, anne, nasıl tarif ederseniz edin 2000'lerde kırmızı ruja hayat öpücüğü veren Gwen Stefani'diydi. Platin sarısı saçları ve parlak kırmızı ruju kendine yakıştırmayı bilen Stefani, kendisini gören her kadında koşup bir kırmızı ruj edinme hissi uyandırdı.
Kırmızı rujun gücünü keşfedenlerden biri de Lady Gaga, kendisinden önce defalarca denenmiş ve başarıya ulaşmış yolu es geçmedi ve pek çok tuhaf makyajın ve aksesuarın yanında kırmızı ruju da dudaklarından eksik etmedi.
Artık yüzerce tonuna sahip olduğumuz kırmızı ruju en son gözümüzün önünde büyüyen Taylor Swift'tin dudaklarında gördük. Red isimli albümüne pas atarcasına kırmızı halılarda kırmızı ruj ile süzülen Swift dersini iyi çalışmışa benziyor. Kendisine sorulduğunda ise cevabı hazır: "Ben zaten hep kırmızı ruj sürerim."