İnfluenza salgınlarından korunmak için...
"Tüm dünyaya yayılmakta olan domuz gribi mutasyona uğramakta olan bir influenza salgını"
Bağışıklık sistemimizin tam ve güçlü olmasının bizim kendi hakkımızdaki duygularımızla çok alakası vardır. Eğer kendimiz hakkında olumlu düşünen ve öyle tavırlar alan bir kişiysek bu savaşı sinir sistemimize bağlı olan bağışıklık sistemimiz kazanır."Tüm dünyaya yayılmakta olan domuz gribi mutasyona uğramakta olan bir influenza salgınıdır. Bir solunum yolu hastalığı olan, insan, domuz ve kuş gribi virüslerinin bir karışımından oluşan bu virüse karşı insanın doğal bağışıklığı bulun(m)uyor. İlk ortaya çıktığı yerde bu hastalığa yakalanan 4 yaşındaki Edgar ona uygulanan geleneksel tedaviye hemen cevap verip kısa sürede iyileşti. Şimdi turp gibi ve asıl önemlisi testleri, bu hastalığa hiçbir zaman yakalanmamış gibi temiz çıktı." Dünya üzerindeki güncel domuz gribi salgınına karşı nasıl bir doğal bağışıklığımızın olduğunu size anlatmadan önce gelin öncelikle kısaca (olası) düşmanımızın kim olduğunu ve hayat tarzını tanıyalım. Virüsler tıpkı biz insanlar gibi belli bir grup bilincine sahiptirler. Yani tıpkı 100. maymun hikâyesinde olduğu gibi nasıl 100. maymun patateslerin kumunu yıkadığında tadının daha lezzetli olduğunu keşfettiği anda dünya üzerindeki tüm maymunlar artık patateslerini yıkayarak yemeğe başlarlarsa virüsler de aynı şekilde aralarında haberleşerek insanoğlunun bulduğu aşılara rağmen yaşamaya devam edebilmek için gerekli değişime uğrarlar. Bunun nedeni yaşayan herkesin bağlı olduğu doğanın ortak bilincidir. Bizler ise aynı grup bilincindeki virüsler gibi hep birlikte belli bir konuya odaklanıp virüslerle aynı şekilde düşünmeye başlarsak onlarla birlikte birbirimize doğru çekilmeye başlarız. Bu doğanın kanunudur çünkü virüsler ve insanlar artık aynı morfogenetik alanı kullanmaya başlamışlardır.Şimdi virüslerin dünyasına bir göz atalım. Yaşlı virüsler genç virüslere göre daha bilgedir çünkü işgal ettikleri bedeni öldürürlerse yeni bir beden bulmaları gerektiğini öğrenmiş olduklarından AIDS'e yol açan tipik genç virüsler gibi davranıp işgalinde oldukları bedeni hemen öldürmezler, evrimleşmeyi tercih ederler. Oysa genç virüslerin yaşamak için tek ümitleri bir an önce hücrenin içine girip DNA veya RNA'yı kullanarak kendilerini kopyalamaktır. Böylece insan mitokondrisine saldırıp hastalığa yol açarlar. Kendi DNA'sına sahip olan hücre mitokondrisi ise bu DNA yoluyla hücreyi korumalıdır. Kandaki akyuvarlardaki ölüm hücreleri hastalık virüsüyle bir mücadeleye çağrılır ki buna bağışıklık sisteminin çalışması denir. Bağışıklık sistemimizin tam ve güçlü olmasının bizim kendi hakkımızdaki duygularımızla çok alakası vardır. Eğer kendimiz hakkında olumlu düşünen ve öyle tavırlar alan bir kişiysek bu savaşı sinir sistemimize bağlı olan bağışıklık sistemimiz kazanır. Yok, eğer kendi bütünlüğümüzden bazı şüphelerimiz varsa o zaman virüs hücre çekirdeğini ele geçirip hücreyi DNA'sıyla birlikte değişime uğratır ve kendine benzetir. Ondan sonra bulunduğu yerden insanın bilincine doğru kendi yaşaması için gerekli olan bilgileri sanki insan bunları düşünüyormuşçasına yayınlamaya başlar ve merkezi sinir sisteminde bizim neye ihtiyacımız olduğuna karar veren hipotalamus'a gönderir. Bilincinde, sanki bu yayınlanan "hastayım, ölüyorum" ya da daha etraflıca "hastalanmayı hak ediyorum", "yaşamaya hakkım yok" gibi düşünceler yayınlandıkça kişi kendisinin bunları düşündüğünü zannederek bilinçaltından tüm vücuda ona göre karmaşık emirler verilmeye başlanır. Bu bir frekans, başka deyişle hangi cepheden gelecek emirlerin gerçekleştirileceğiyle ilgili bir irade sorunudur. Artık hangi kaynak daha baskın yayın yapıyorsa onun sözleri vücut tarafından dinlenecektir. Eğer tüm insanlığın bağlı olduğu morfogenetik alanı etkileyecek boyutta bir yayın oluşacak kadar yani, 100 hasta hastalanıp öleceğine inanmışsa ki bu halde ölürler de ve sonra bu gazete istatistiklerine geçerek daha geniş boyutlarda gerek sezgisel, gerekse görsel olsun duyurularak felaket haberleri tüm dünyaya yayılır. Artık dünyadaki virüslerin ve insanların morfik titreşimleri aynıdır. Aynı yayını yapmaktadırlar: 'Dünyada ölümcül bir salgın var!' Oysa bu durumdan faydalanan grup ise virüslerdir ve bunu kendi çıkarları için kullanmaktadırlar. Böylelikle daha fazla sayıda taşıyıcı bedene kavuşarak daha uzun yaşama imkânları olacaktır. Artık bilge bir influenza virüs ailesinden bahsedebiliriz. Bütün insanların toplumsal bilince bağlı olmalarına rağmen, bazı sezgili insanlar tek başlarına bu bilinçten farkındalıkları ile ayrılıp kendilerini karantinaya alarak virüse karşı bağışıklık kazansalar bile, diğerlerinin kurtuluşu için de tüm insanlık bilinç alanını tamamen virüslerinkinden uzağa kaydırmak çok önemlidir. Tek çare en az 100 kişinin kendilerini insanların ve virüslerin ortak olarak paylaştıkları paralel inanç sistemlerinden ayırmasıdır. Bunun için en az 100 kişinin tüm insanlık için yapabileceği en kolay ve en etkili savunma meditasyon veya olumlu imgeleme yoluyla kendilerinin ölmeyi hak etmedikleri, tam aksine capcanlı yaşamakta oldukları fikrine odaklanarak, bedenlerindeki mikropların bağışıklık sistemleri tarafından yok edildiğini gözlemlemesi bu veya başka bir bulaşıcı hastalığın gerçek anlamda karantinaya alınmasını mümkün kılar. Sevgili okuyucular şimdi aranızdan bu 100 kişiyi gönüllü olarak göreve çağırıyorum. Ayrıca, bu konu üzerinde biraz daha derinleşirsek, virüslerin bu yaşam tarzı size bir şeyi hatırlatıyor mu? Görsel medya ve reklamlar yoluyla geliştirilmiş olan sanal tüketim toplumunun başrol oyuncuları olarak bizlere her sorunun cevabı medeniyette ve refahta verilmedi mi ve dolayısıyla yaşam kalitemizi arttırma çabası bize gösterilen en büyük yaşama hedefi değil miydi? İşte her tarafımızı çepeçevre sarmalayan "Ruh" ise maalesef böyle ihmal edildi. Lütfen dinleyiniz. Bizler bu dünyaya kendi kendimize yarattığımız kaderimizi yaşamak üzere geliyoruz. İçinde yaşadığımız bu dünyayı bizi olduğumuz gibi kabul etmedikleri için, var olmak pahasına yok etmeye çalışmak aslında kendi yaşadığımız faunayı, florayı yok etmektir. Gerçek ihtiyaçlarımıza yabancılaştığımız, sadece tükettiğimiz sürece var olduğumuzu düşündüğümüz yanlış bir inanç sisteminin içine yerleştirildik, diğerleri tarafından anlaşılmamış veya umursanmamış, ancak kendimiz marka olduğumuzda kabul edileceğimiz bir kadere mahkûm olacak kadar tüketimin ham maddesi haline geldik. Bugün bu ölümcül virüsler sadece doğanın bize geri çevirdiği aynadaki resmimizdir. Dünyanın salgın ölümcül nezlesinin kendisi haline gelmiş olan insanoğlu artık bu dünyada, bu kültürle daha fazla yaşamaya hakkı olmadığını biliyor ve adeta bilinçaltından gelen bir mesajla kendini cezalandırıyor. Kendi kendimize bu cezayı vermeden önce eğer "bizler Yaratıcının sevgili kuluyuz" diyebilseydik bu salgın nezleye yakalanmaktan korkar mıydık acaba? Yoksa kendimiz hakkında olumlu düşünür, artık bizi tüketen bu tüketim kültürüne hayır diyebilir, en sevdiklerimizin aslında evimiz, arabamız, sosyal itibarımız değil de yaşamaya layık bir insan olarak kendimiz, ailemiz ve tüm insanlık olduğunu mu haykırırdık? Bugün TV'de hangi reklamda bunu duyuyoruz? Yoksa gerçekten biz de dâhil olmak üzere her şeyin sadece satış ve tüketim için olduğu bir kabusu mu yaşıyoruz? Gerçek orijinal yapıdaki insan daha ortaya çıkmayacak mı? Sevgisi ve şefkatiyle tüm dünyayı kucaklayacak o gerçek Ruhu daha ne kadar zaman göremeyeceğiz? Ya da şimdi sen kendini salgından korumaktansa tüm çıplaklığınla ortaya çık ve kendinin bir virüse benzemediğini göster Ey İnsanoğlu!Seçim bizim. Ya hayatta kalmak için devamlı mücadele edeceğiz, stratejiler, savunmalar geliştirerek kendimizi bu dünya pahasına var etmeye çalışacağız ya da küçücük bir virüs kadar akıllı olacağız. Onun kadar dünyayı değiştirme imkânına sahip değil miyiz? Artık eskisi gibi mutluluğumuz ve neşemiz yok, kendimizi harap ve işgal edilmiş hissederken özgüven eksikliğinden çöküveren bağışıklık sistemimizle, sağlamlık bilincimiz ve kendimizi bir insan olarak tam hissetme güçlerimiz elimizden alınınca "hastalık benim cezam", "ben hastalanmalıyım" gibi düşünceleri anında kabullenip yayına koyuveriyoruz. Gelen bilgilere gözümüz kapalı alıcı bir şekilde, kitle olumsuzluğu ve inançlarını benimseyerek, gazetelerdeki istatistiklere göre acı tadında bir hayat yaşıyoruz. Bir kere sinir sistemi bozulmuşsa geri dönüş çok zordur. Önümüzdeki engel, yanlış oluşturulmuş bir hayat tarzı yaklaşımı içerisinde en az bir 10, belki 15 senede oluşmuş bir inanç ve değerler sistemidir. Artık biz belki de bedenden bedene daha az hareket edecek kadar az duyarlılıkla hayatın içine işleyen bilge bir virüs olmuşuzdur. Tıpkı bir virüs gibi içinde olduğumuz bedeni yiyip bitirerek bir sonraki yaşamda yeni bir bedenle tekrar dünyaya geliriz. Tıpkı virüsler gibi iyi nitelikleri paylaşmaktansa olumsuz niteliklere (savaş ya da kaç) çekiliriz. Adrenalin miktarını seratoninle dengelemek yerine kalabalık şehirlerde vücudumuzu kurşun gibi ağır metallere maruz bırakır, bağışıklık sistemini yıpratan strese sanki kırk yıllık arkadaşımız gibi kucak açar ve virüslere daha da uygun bir konuk evine dönüşürüz. Eğer biraz olsun sezgisel bir karaktersek bir virüsün bize göndermekte olduğu düşünce formlarının farkına varır ve iyileşmek için gerekli olanları onun arzusu dışında yapmaya başlayabiliriz. Genellikle çocukların hastalandığı zaman iyileşmek için onlara bakan bir annesi vardır. Peki, ya yetişkinlerin yok mudur? Bir koruyucu anne bulup ondan medet ummamız mümkün olabilir mi acaba? Bizi yaratıp bu dünyaya yollayan ve bu hayatımızın amacını gerçekleştirebilmemiz için önümüze influenza olsun, başka engeller olsun koyan bir Yaratıcı Anne? Piyangodan para çıkmasını sevinçle karşılarız da, ya bu ölümcül hastalığın da buna benzer bir işlevi varsa ona nasıl bir tutumla yaklaşmalıyız? Ya bize artık kendini fark et ve kendine gel diyorsa? Ey insanoğlu, içindeki Yaratıcıya yönel ve 'Ruh'u' gör! Artık hayatın bir virüs gibi bir bedeni tüketip başka bir bedeni işgal etmeye devam etmekle geçmesin. Dışarıyı bırak, şimdi Aydınlan! Bir sahneyi paylaşan iki varlık, insan ve öldürücü influenza virüsü. Aynı Yaratıcının iki yüzü... Hangisi daha ölümcül acaba? Yaratıcı Ana'dan salgına tam bağışıklık (Birlik, Tamlık, Bütünlük) için tavsiyeler: 1. Kendini yeşil renge maruz bırak. Yeşil renk Yaratıcının bu dünyadaki rengi... Kalbini aç. Bağışıklık sistemin düzelsin. 2. Bol bol C Vitamini, Çinko, selenyum ve krom bulunduran meyve ve sebzelerden ye. 3. Tuz olarak Himalaya Halit kristal tuzu kullan. 4. Karaciğerini arındır. 5. İki havuç, 1 Amerikan kerevizi sapı, ½ pancar, az sarımsak ve az zencefilin suyunu sık ve iç. 6. Beyaz ekmek ve şekeri yemeyi kes. 7. Hınç ve kin duygularına son ver. 8. Strese son ver. Ruhun bedeninde rahat edince orada hastalık da kalmaz. 9. Neşeli ol ki genç kalasın! Neşeli şarkılar dinle ve söyle.Burçak Alkanlı artistaburcak@yahoo.comNTVMSNBC