Güncelleme Tarihi:
Bu habere kızan Tayfun Ergun Timinci, İzmir 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nden bir tekzip kararı aldırdı. Tekzip, 22 Ekim’de Hürriyet’te yayınlandı. Timinci, haberde sözü edilen İsveç’teki şirketle kendisinin ve ailesinin hiçbir ilgisi olmadığını belirtiyor, haberin tümüyle gerçekdışı olduğunu ifade ediyordu.
Haberi yazan Selma Güven Stroppel, bu tekzibe çok üzüldü. Haberinin her satırının doğru olduğunda ısrarlı. Nitekim İsviçre’de borsa spekülasyonuna karışan, “Swiss Fe’nin sahibinin Tisan şirketinin de sahibi olan Timinci ailesi olduğunu” kanıtlayan 27 Kasım 2007 tarihli
Terör haberlerinin dili
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, Taksim’deki canlı bomba saldırısının medyada haberleştirilme biçiminden yakındı. Erdoğan’ın, “Sağolsun medya, ‘nasıl biz bu işe maydanoz oluruz’ gayreti içerisine giriyor. Biz bu desteği hâlâ yakalayamadık” sözlerinin asıl muhatabı televizyon kanallarıydı. Başbakan, bazı görüntülerin yayınlanmasından mustaripti.
Erdoğan, geçen haziran ayında da “Medya bilerek ve bilmeyerek teröre yandaşlık yapmaktadır” gibi ağır bir suçlamada bulunmuştu medyaya. Orada da şehit ailelerinin görüntülenmesiyle ilgili şikayeti vardı. Başbakan’ın bu sözlerinin hemen ardından RTÜK ve Televizyon Yayıncıları Derneği bir toplantı yaparak, terörle ilgili haberlerde uyulacak ilkeleri belirlemişti. O zaman da “Yasaklar listesi yerine doğrular demeti”nin belirlenmesi gerektiğini, yasak listesinin sonuç getirmeyeceğini yazmıştım. Nitekim öyle oldu, bazı kanallar Taksim’den yapılan canlı yayınlar sırasında o ilkeleri unuttu. “Son dakika alt yazısının en fazla 5 dakika ekranda tutulması” ilkesi bile uygulanmadı; kanlı görüntüler verildi.
Ancak Erdoğan’ın her olayda medyayı “maydanoz” ve “yandaş” gibi sözcüklerle azarlamaktan ne gibi bir yarar beklediğini anlamakta güçlük çekiyorum. Hükümet, suçlamak yerine nelerin yanlış olduğunu düşünüyorsa bunları ortaya koymak durumunda. Hükümetin bakışı somut biçimde ortaya konursa medya kuruluşları ve meslek örgütleri de oturur durumu değerlendirir. Zira gazetecilerin mesleki sorunlarının çözümünde karar mercii siyasiler değil yine gazetecilerin kendileridir.
Hürriyet açısından bakıldığında ise Taksim’deki saldırının ve sonuçlarının bütün ayrıntılarıyla verilmesi çabası dikkat çekiciydi. Kanlı ve yakın plan fotoğrafların kullanılmaması konusunda da özen gösterilmişti. Böylesine dehşet verici bir olaya ayrılan sayfalar, olayın önemiyle doğru orantılıydı.
Fakat bu olay vesilesiyle bir konuyu daha tartışmak zorundayız. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gazete ve televizyonlar insan psikolojisini olumsuz etkilediği tespitinden hareketle uzun süredir ceset fotoğrafı yayınlamıyor. Oysa Taksim’deki intihar eylemcisi Vedat Acar’ın morgda çekilmiş fotoğrafı Hürriyet ile birlikte hemen bütün gazete ve TV’lerde yayınlandı.
Peki, ceset fotoğrafı yayınlamak doğru muydu? “Polis, kimlik tespitine yardımcı olabileceği için intihar eylemcisinin morgda çekilmiş fotoğrafını basına dağıttı” demek, bir cesedin görüntüsünün yayınlanmasını haklı gösterir mi? Eğer biz gazeteciler, kimlik tespit edilemeyen olaylarda polise yardımcı olacaksak, cinayet, intihar vb. ölüm olaylarında da ceset fotoğrafı yayınlayacak mıyız? Tüm bu soruları açık yüreklilikle tartışmalıyız.
Okurdan kısa kısa
Selma Karmuklu: 27 Ekim’de 6. sayfada bence “tuhaf” bir başlık vardı. Zorla evliliklerin cezalandırılması gerektiğini söyleyen Alman İçişleri Bakanı’nın bu teklifine Hürriyet “tuhaf öneri” diyordu. Hürriyet zorla evlilikleri onaylıyor mu? Zorla evlendirmek de bir şiddet türü ve cezalandırılması gerekli değil mi? Üstelik çocuk yaşta evlendirmeler Türkiye’de de yaygın ve herkes bunun engellenmesi, cezalandırılması gerektiğini savunuyor. Bunun neresi tuhaf? Başlığınızı anlamış değilim.
Gülay Gökçe: 4 Kasım’da İngiltere’deki gaz patlaması haberinde geçen renovasyon sözcüğünü anlamadım. Zaten haberlerinizde son zamanlarda çok yabancı sözcük kullanıyorsunuz ve yanına açıklamasını yazmıyorsunuz. (Not: Renovasyon, yenileme anlamına geliyor. )
Zeki Yurttaş: TV sayfanızda her gün programları yayınlanan TV kanalları arasında Atv, Kanal 7, Samanyolu, Kanal 24, Kanaltürk ve hatta Beyaz TV bile yer alırken, Art ve Ulusal Kanal’dan filan vazgeçtik ama dengeli ve adil bir yaklaşım adına, en azından Kanal B’nin de yer alması gerektiği kanısındayım.