Kuzgunun yavrusu

Kendisinden başkasıymış gibi bahsedenleri sevemem. Sevemem, çünkü insan ancak içeriden dışarıya bakabilir. Kendisine dışarıdan bakamaz. Vücut mimarimiz böyledir. Pencereler dışarı bakar.

Sanki biz bunun herkes için böyle olduğunu bilmiyormuşuz gibi, bazıları kendisini dışardan da görmüşmüş gibi yapar. Kendisinin görüntüsünden ve yaptıklarının etkisinden koca koca bahseder. Kendisini, kendi harikalarına şahit olmuş gibi, tebrik eder.

Ben, böylelerine bıyık altından kıs kıs gülündüğünü düşünüyorum. Bu diğerlerinin bünyesinde tepki yapar. Hayır, öyle değilsin, sen kendini ne biliyorsun? Bırak biz sana şahit olalım. Birkaç lafımız olursa, biz söyleriz. Dedirtir. Ağzında bir şey varken konuşmak gibidir. Henüz yutamadığın, bir türlü öğütemediğin her şeyin resmi, sanki dilinde sergilenir.

Benim ’mütevaziliği muhafaza cemiyeti’ni kurmamın sebebi ilk başta buydu. Ancak bu cemiyetlerin üyesi olduğunu gördüm. Kendinden, büyük b’yle başlayarak, bol sıfatlı eylem cümleleriyle bahsedenleri beğenmedim. Sessizce işini yapanlara, iltifat duyunca şaşıranlara hep, ’siz var ya siz’ demek geldi içimden.

Bu kuzgunun yavrusu yazısını, içeriden yazıyorum. Dışarıdan nasıl görünür, ne duyulur bilemem. Bilmek de istemem. İnsan bütün pencerelerden nasıl göründüğünü bilse, kendisini sürekli boya badana yapmaktan, kat çıkmaktan alıkoyamaz, sonra da kimsenin beğenmeyeceği bir yıkıma döner.

Yine de, bu bilgiç bilgiç konuşan kızın altının fokurdadığını bilmenizi isterim. O gün geldi.

Önce bekleyip durduğum gün, sonra da durup beklediğim gün. Beni, godot nihayet gelmiş gibi hissettiren gün. Bir perşembeymiş meğer.

Ben biraz yapmadan duramamaktan, biraz da herkes beni beğensin diye iki yıldır harap oldum.

Böyle harap olmak, herkese nasip olmaz. En güzel ıstırap.

İçindeki bütün kendini dinleme cihazlarını açıp beklersin. Bazen haftalarca. Bir ses bir söz için. Güzel bir melodi bulamazsam, kendimi gözlerimden dışarı atıcam dersin.

Aslında çok uzun bir duadır bu. Sonra duyulur bir şeyler. İçindeki duvarlar sana çarpan her şeyi, bir bir anlatmaya başlar. Musluklardan, suyun nereden geldiğine dair hikayeler boşanır.

Perdeler cereyana tutulup, örtmekten vazgeçerler. Ortada oturur. Not edersin. Söylemek için doğru bir ses ararsın. Duyamazsan sağır olucağını, söyleyemezsen dilsiz olucağını bilirsin.

Ne korku! Ve sonunda, bu evden gelen (aslında tamamı gaipten gelen) sesleri Ozan’la (Çolakoğlu) kovaladık, yakaladık, süsledik. Ceylan’la (Şahin) bir güzel paketledik.

Sonybmg’nin kapısına bıraktık. Onlar onu alıp çoğalttılar, duyduk duymadık demeyin diyecekler. Bu perşembe, yarın değil öbür gün değil öbür gün, raflarda sizi bekliyor olucak. Dinlerseniz bunları anlatıcak, dinlemezseniz kendi kendine konuşucak. Bu işler böyle :)

Onu alıp, naylonundan soyup nefes aldıranlara son söz: çok teşekkür ederim. Kuzguna yavrusu güzel görünür. Umarım sahiden de güzeldir. Buyurun.
Yazarın Tüm Yazıları