Küçük taş parçasının öyküsü

Yasemin BORAN
Haberin Devamı

Hayvanların dünyasına girip onları incelememiş biri için ‘‘Hayvan’’ sözcüğü sıradan, aşağılamak için seçilmiş bir kelimeden daha öte bir anlam taşımaz.

Hayvanlar hakkında fikri olmayan biri için yeryüzünde yaşayan tüm hayvanlar sadece ve sadece insanlara hizmet için yaratılmış yaratıklardır, o kadar. Ve, bu tip kişiler için dünyada mevcut olan ne varsa, zaten sadece kendilerine hizmet için vardır. Hatta, çevrelerinde bulunan diğer insanların da kendisine benzemesinin dışında bu yaratıklardan hiç bir farkı yoktur.

Bu tip kişiler, eskilerin tanımına uygun bir eda içinde dolaşırlar. Yani ‘‘Küçük dağları ben yarattım’’ der gibi... Hatta büyük dağları bile o yaratmış olabilir. Bunu siz bilemezsiniz ve bilmeye de kalkışmayın zaten. Tabii kendinizi küçücük zavallı bir böcek gibi hissetmek istemiyorsanız.

Nasıl olur, demeyin. Onun sizi nasıl gördüğüne bağlı olarak böcekten beter bile hissedebilirsiniz, kendinizi. Tabii sizde de onu bastıracak benzer bir görüş varsa, o zaman durum değişir.

O zaman işte kendini tanrı zannedenlerin savaşı başlar. Kimin haklı olduğunun savaşı değildir, bu. Nitelik, nicelik, bilgi savaşı da değildir. Sadece ve sadece güçlerin çarpışmasıdır. Ve bu güç, zekadan kaynaklanmaz. Düpedüz iç güdülerin hakim olduğu bedenlerin çatışmasıdır ve hayvanların güç gösterisinden öteye gitmez. En fazla tecrübesi olan, duyguları en büyük olan kazanır. Tıpkı hayvanların bölge ya da liderlik kavgalarında olduğu gibi.

Fakat, hayvanları hiç tanımadığı için aşağılayan kişinin davranışları (Zaten tanısa, bilse, tutumu çok farklı olurdu) bir hayvanın kendi doğası içindeki düzeninden bile aşağıdır.

Kendisini yaradılmışların en mükemmeli sayarken içine düştüğü hezeyan, öylesine yokedicidir ki, ‘‘Küçük dağları ben yarattım’’ duruşu içinde kendini de yok ettiğinin farkında değildir.

İçine düştüğü hezeyan önce aklını yok eder. Sonra benliğini alır götürür. Geriye bir bedeni kalır. O da, büyüklük hezeyanıyla şiştikçe şişer.

Tıpkı dağların tepelerinden kopup düşen küçücük bir taş parçasının öyküsü gibidir, bu kişiler...

Küçük taş parçası dağın en tepesinde dururken bir zamanlar, kendisinin daha altında duran taşlara bakıp şişinir ve ‘‘Ben en tepede hepinizin üzerindeyim. Her tarafı sizden daha çok görüyor ve daha çok biliyorum’’diyerek böbürlenir. Diğerleri, ‘‘Senin gördüğün ve bildiğin ne varsa biz de aynısını biliyoruz. Hem sen, bizim sayemizde oradasın’’ derlerse de, küçük taş onları dinlemez. Kendisini öylesine üstünlük duygusuna kaptırmıştır ki, büyük bir hırsla üstünlüğünü kanıtlamaya uğraşırken çat diye kopup yumuşak karların üzerinde yuvarlanmaya başlar. Bu hareket hoşuna gitmiştir. Ne kadar üstün olduğunu bir kez daha kanıtladığını düşünür. Çılgınlar gibi yuvarlanmaya başlar. Yuvarlandıkça karlar üzerine yapışır. Yapıştıkça büyür. Büyüdükçe kendisine daha çok hak verir ve öyle kocaman olur ki, önüne ne gelirse yutmaya başlar. Yuttukça sevinç çığlıkları atar. Ve artık herşeyi küçümsemeye başlar. Tabii bu arada küçük bir taş parçası olduğunu tamamen unutur. O artık devasa bir çığ olmuştur. Fakat, nihayetinde küçük bir taş parçasıdır ve düzlüğe geldiğinde giderek yavaşlayıp durur. Bir süre ne olduğunu anlayamaz. Fakat, sıcak güneş günden güne eritir ve sonunda küçük taş parçası, çevresindeki yüzlerce taşın arasında kaybolur gider.’’

Kendilerinin var olma sebebinden bihaber, parçası olduğu doğaya saygısı olmayan kişiler, işte böyle küçük taş parçası gibi kaybolurlar, diyorum, Yasemin'ce...






 








Yazarın Tüm Yazıları