Komünizm Müzesi'nde

PRAG

DÜNYANIN önde gelen giyim ve hazır yemek markalarının arasında kaldığı için kolay fark edilmeyen kapıdan girince iki tarafa açılan merdivenin tepesindeki tabelada iki ok dikkat çekiyordu.

Sağdaki kumarhaneyi gösteriyordu, soldaki de Komünizm Müzesi'ni.

Avrupa kültürünün henüz bozulmamış iklimini yozlaşmaya karşı en fazla korumuş olan Prag'da ilk gezilecek yer Komünizm Müzesi değilse de, değişim sürecini en hızlı kavrama yoluydu emin olun.

Üç perdelik bir trajedi. Rüya, gerçek ve kabus. Üzerinde Stalin'in resmi bulunan biletlerde serginin konsepti böyle tarif ediliyordu.

Lenin ve Stalin heykelerinin, Komünizm propaganda afişleri gibi tipik nesnelerinin ustaca kullanıldığı müze, kubbelerinde Dvorjak, Smetana gibi ustaların eserlerinin yankılandığı görkemli kilise ve sarayların zenginliğine Rilke, Kafka, Kundera'nın derinliğini taşıyan Prag'a o kadar ters ki.

Müzeden çıkarken en son gözüme çarpan bir duvar yazısıydı: ‘‘Let me live my life!’’ Bırak hayatımı yaşayayım. Neden İngilizce?

Hayatımın en anlamlı başkaldırı simgelerinden biri olan Prag Baharı'nda, Rus tanklarına direnen Prag halkı İngilizce haykırmıyordu üzerine yürüyen Varşova Paktı askerlerine.

Komünist yönetimin sonunu getiren 10 günlük gösterilerde Amerikanvari yaşam tarzı özlemi belirgin olsa da bu kadar değildi. Tam o sırada müzeyi Amerikalı genç bir işadamının kurduğunu öğrendim.

28 bin dolara malolan Komünizm Müzesi'nde pek kimse yoktu. Benim gibi geçmişle hesaplaşma meraklısı birkaç yabancı dışında.

* * *

YENİ bir geleceğin sarhoşluğu içinde, geçen yıl, 18 milyon turisti ağırlamış olan bir buçuk milyonluk Prag'ın ne geçmişi düşünecek hali ne de isteği vardı.

Eski yönetimin sorumluları hakkında açılmaş davaların bitmek bilmediğini, devlet bürokrasisinde komünistlerin hala etkili olmalarını kimse sorgulamıyordu zaten.

Suskun suç ortaklıklarının kenti Prag'da Yahudi mezarlığının yanından geçerken, geçmişin gettosundan gelen sesler, Avrupa'nın artık kendisini sorgulamadığını fısıldıyordu.

* * *

ZAMAN, insanın çözemediği büyük soru. Vlatava ya da bizim tabirimizle Moldava ırmağının ikiye böldüğü kentin batısında, 1400 ve 1600 yılları arasındaki Katolik-Proteston iktidar mücadelelerine ve idamlara sahne olan eski kentteki astrolojik saat 600 yıldır hayatın geçiciliğini anlatıyor insanlara.

Zamana göre yer değiştiren güneş ve yıldızlar sonsuzluktaki mekanı, saat başı elindeki çanla kendisini hatırlatan minik iskelet ise ölümle iç içeliği çarpıyor insanın yüzüne.

İskeletin yanında bir de sarıklı Türk figürü var. O da saat başı hareket ediyor ve zamana, ölüme ‘‘hayır’’ anlamında başını sallıyor. ‘‘Türk tehdidi’’ 600 yıldır Avrupa'da zamana direniyor.
Yazarın Tüm Yazıları