Güncelleme Tarihi:
Uyku, tüm canlılar için yaşamın ‘vazgeçilemez’ bir parçası. Gözkapaklarına tatlı tatlı yerleştiğinde kendisinden kaçmanın çok zor olduğu uyku, bilinmezliğe dair bir yolculuk da aynı zamanda. Küratörlüğünü Eda Berkmen’in üstlendiği ‘Koyun Koyuna’ sergisi de canlılar için temel bir gereksinim olan uykuyu birey ve topluluk, direniş ve teslimiyet, mahremiyet ve paylaşım kavramları üzerinden sorguluyor. Dolapdere’deki Arter binasının giriş kat galerisinde ücretsiz olarak izleyicilerle buluşan sergide, aralarında Annika Eriksson, Gizem Karakaş, Etem Şahin ve Yüksel Arslan’ın bulunduğu 33 sanatçının farklı disiplinlerden oluşan eserleri yer alıyor. Ayrıca sergide, çağdaş yapıtların yanı sıra daha erken tarihi temsiller ve arkeolojik nesneler de bulunuyor. Berkmen’le hem sergi hem de uyku üzerine konuştuk.
‘Koyun Koyuna’ sergi fikri nasıl ortaya çıktı? Neden özellikle uyku teması üzerine bir çalışma yapmak istediniz?
Zamanla yarıştığımız günümüzde uykuya hak ettiği önemi ve vakti verdiğinizi düşünüyor musunuz?
Kesinlikle hak ettiği vakti ve değeri verdiğimi düşünüyorum. Ama zaman zaman yapmam gereken işleri yapmak yerine sekiz saat uykuyu tercih ettiğimde bununla birlikte gelen bir suçluluk duygusu da oluyor. Uyku, biyolojik bir zorunluluk. Aynı zamanda bir kaçış olarak da görülebilir. Örneğin hüzünlendiğimizde, baş edemediğimiz bir problemimiz olduğunda uykuyu bir kaçış olarak kullanabiliriz. Bir de uykuya teslim olma durumu var. Bilinmeyen, gizemli... Özellikle bu anlamıyla da benim çok ilgimi çeken bir şey.
Sergiyi kurgularken nasıl bir süreçten geçtiniz? Sanatçı ve eser seçkisini nasıl oluşturdunuz?
Yaptığım araştırmalarda ve sanatçı atölyelerini gezerken ya da daha önce sergilerde gördüğüm çeşitli eserleri taradım. Bir yandan da konuyla ilgili okumalar yaptım. Bana burada üç kitap ilham oldu. Biri Haytham El Wardany’nin ‘The Book of Sleep’ kitabıydı. Henüz Türkçeye çevrilmeyen bu kitap sergi için önemli bir ilham kaynağıydı. Diğerleri ise Anna Della Subin’in ‘Not Dead But Sleeping’i ve Jonathan Crary’nin ‘7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu’ kitabı. Ayrıca sanatçı araştırması, yayınlar ve okumaların yanı sıra ortaklaşabilinecek temada farklı insanların görüşlerini ve yardımlarını almak -özellikle de Arter ekibinden- benim için önemliydi. Sergilerin mimari tasarımından sorumlu Duygu Doğan’a uyku üzerine bir sergi yapmak istediğimi söyleyerek bu mekânda biraz daha zaman geçirilebilecek daha sıcak, daha iç mekân havasına büründürülebilecek bir mimari tasarım olabilir mi diye sordum. Konuşmaya başladık. Birlikte uykuda sınırların kaybolması ve geçişli alanların olmasını göz önünde bulundurarak sergideki kavisli geçişlerin olması fikri ortaya çıktı. Ayrıca serginin içinde nasıl bir his olacağı da içerideki eserler kadar önemliydi. Burada Duygu Doğan’la mimarinin işlerin önüne çıkmaması konusunda dikkat ettik. Bunun da başarıldığını düşünüyorum.
Sergi mekânına girildiğinde izleyiciyi karanlık ve ürkütücü bir ortam karşılıyor. Sanki bir yandan da iç dünyamızı yansıtıyor gibi. Mekân aracılığıyla izleyicinin uyku kavramıyla nasıl bir bağ kurmasını hedeflediniz?
İzleyicinin o içe dönüş durumunu hissetmesi benim için en önemli olan şeydi. Baştan beri bir aydınlık-karanlık ikiliğini kurmayı arzuluyordum. Işıklandırmayla ilgili bu karar, sergilemeyle ilgili somut sorunların da çözümünü getirdi. Kısıtlı bir alanda pek çok küçük boyutlu eser birlikte sergileniyor. Genel aydınlatma yerine sadece tek tek yapıtları aydınlatan ışıklar, onlara kendi tanımlı alanlarını verdi. Aydınlıkta mesafeler bir anda daralır ve aslında her şey net göründüğünde bir şeye odaklanmak zorlaşır. Karanlık, arkaya açılan bir perspektiften yapıtları bir arada fakat kendi alanlarında görmeyi sağladı. Ayrıca karanlıkla gelen bir sessizlik var. Biraz daha sakinleşme, içe dönüş... Ürkütücülük hem karanlıkla hem de o uykuda bilinmezlik dediğimiz kavramla ilgili bence. İçe yolculukların da her zaman insan için zor ve korkutucu olabileceğini düşünüyorum. Burada Gizem Karakaş’ın yerleştirmesinin de payı büyük.
Nasıl bir payı var?
Gizem Karakaş ‘Gizli Zevkler’ başlıklı çalışmasında komik hikâyeler anlatıyor izleyiciye. Bir yandan da gizli zevklerini açığa çıkarıyor. Belki zevk aldığımız şeyler toplum tarafından hoş karşılanmıyor olabilir. Birilerinin bizi yargılamasına sebep oluyor olabilir. Belki bu da ürkütücü tarafı diyebiliriz.
Sergi metninde ‘uyanış’ kavramına da bir gönderme var. Sergide bu kavram karşımıza nasıl çıkıyor? İzleyiciyi nasıl uyandırmayı hedefliyorsunuz?
Bu anlamda izleyiciyi uyandırmayı hedefliyor muyum? Tabii ki burada uyumak, uyutmak ve uyanmak çok farklı anlamlara gelebiliyor. Sergide hem bir uyku hem de bir uyanış olsun istiyordum. Bu döngü önemli. Sergide bana uyanış hissini veren eser, Marlene Dumas adlı sanatçının ‘Eli Boş’ isimli eseri. Yapıtta, yere oturan bir çocuk, açtığı ellerine doğru bakıyor. Bence ellerinde bir şey vardı ve gitti. Bence burada bir değişimden dolayı gelen şaşkınlık ifadesi olabilir. Ya da o ellerle bir şey yapmıştır. Bir farkındalık durumu var. Uyanıştan bahsedeceksek bunu bir şeyin gücünün fark edilmesi ya da değişikliğin fark edilmesi olarak ele alabiliriz. Ben uykuyu pozitif anlamlarıyla sergiye getirmeye çalışıyorum. Politikada insanların uyutulması negatif kullanılan bir şey. Ancak Haytham El Wardany’nin kitabına göre uyanış bir direniş oluyor ama hep uyanık kalırsanız da bir zaman sonra bu sizi histeriye sürüklüyor. Yani sürekli aynı uyanıklık seviyesinde olamazsınız. “Bir işi dinlenip üzerine düşündükten sonra harekete geçmek gerek” diyor. Wardany’nin uyku ve uyanış metaforuna getirdiği yorum böyle bir şey. Bana güzel geldi.
‘Koyun Koyuna’ başlıklı sergi, 29 Ocak 2023 tarihine kadar Arter’de görülebilir.