Güncelleme Tarihi:
“Hep kendime sadık kalmaya çalıştım. Kolay olduğunu düşündüğüm şeylerden uzak durmaya çabaladım. Zorluklar karşısında cesaretim çabuk kırılmaz, aksine zorluklar beni kanatlandırır. Soruna başka bir yönden bakmayı denerim. Doğuştan iyimserim.”
Bu sözler ’Harika Çocuklar Yasası’ ile yurtdışında eğitim gören dünyaca ünlü dâhi piyanist İdil Biret’e ait. Bir deha olarak dünyaya gelen ama dehasının çok ötesinde bir tutku, cesaret ve azimle hayallerine uzanan İdil Biret’in öyküsü çocuklara ve gençlere ilham veriyor.
Ünlü müzisyenin sıradışı yaşamını çocuk edebiyatının önemli yazarlarından, eğitim alanındaki çalışmalarıyla da tanınan, akademisyen Gülçin Alpöge kaleme aldı; bir dehanın çocukluğu, eğitim hayatı, konser yolculukları, yaşama dair düşünceleri, birbirinden ilginç anekdotlar ve bir sürü fotoğraf...
İdil Biret, kendisine söylenen ‘fış fış kayıkçı’ oyununa ‘da da daa’larla eşlik ederken henüz dört aylıktır. İki yaşında piyanoda melodi çıkarmaya başlar. Otomobil kornasından bardak şıkırtısına kadar her şeyin sesini nota olarak ifade edebilen İdil, beste yapmaya başladığında dört buçuk yaşındadır. İlk derslerini Mithat Fenmen’den aldıktan sonra, 1948 yılında çıkarılan ve ‘İdil Yasası’ olarak da anılan yasa ile müzik dünyasının efsanevi isimleriyle çalışmak üzere, yedi yaşında Paris’e gönderilir. Bu isimler arasında Nadia Boulanger, Wilhem Kempff, Alfred Cortod gibi piyanistler vardır.
Evet, İdil Biret kuşkusuz bir dâhi. Ama elimizdeki kitap ünlü sanatçının dehasını kabul ettikten sonra, çocuk yaşta başlayan ve yoğun çalışmalarla geçen eğitim hayatına, sanatına olan bağlılığına ve tutkusuna odaklanıyor. Bunu yaparken de küçük İdil’in her şeye rağmen bir çocuk olduğuna, eğitiminin en yoğun yıllarında bile yaşamdan soyutlanmış bir çalışmaya maruz bırakılmadığına dikkat çekiyor. Kitabın ‘İdil’ başlığı altındaki ilk cümlesi de bunun haberini veriyor okurlara: “Saklambaç oynuyorlardı.” On bir yaşında vereceği konserin sahne arkasında oynanan saklambaç oyunu...
Hemen her bölümde ve eğitiminin en zorlu zamanlarında bile İdil’in oynadığı oyunlara, oyuncaklarına, arkadaşlarıyla ilişkilerine, muzipliklerine dair aktarılan anekdotlar, deha olgusunun çocukluk gerçekliğinin önüne geçmesine engel oluyor. Evdeki koridoru korku tüneline dönüştüren, sokak kedilerine pembe benekler çizen, etrafındakilere türlü şakalar yapıp kıs kıs gülen bir çocuk var karşımızda. Fransızca öğrenmekle cebelleşirken bile metro duraklarına komik isimler uyduran renkli bir çocukla eğleniyoruz kitap boyunca.
Sanatçının ailesinin, çocuklarının yeteneğine yaklaşımları ise ebeveynlere değerli ipuçları sunuyor. İdil’in dehası nedeniyle şımartılmamış olması, turne tekliflerinin reddedilerek eğitime yönlendirilmesi, çocukluğunun başarı uğruna bir kenara itilmemesi gibi yönetilmesi güç konularda tutturdukları hassas dengenin sanatçının başarısına olduğu kadar sanatsal derinliğine, aydın kimliğine ve alçakgönüllülüğüne yaptığı katkıların yadsınamaz olduğunu görüyoruz.
‘İdil Biret: Dans Eden Parmaklar’da bugün hâlâ çocuksuluğunu kaybetmemiş, çok çalışan ama yaşamdan keyif almayı da önemseyen, dehası altında ezilen ve ezen değil ışık tutan, iyimserlikten, hayallerinden ve özgürlükten beslenen bir sanatçıyla tanışıyoruz.
İDİL BİRET:
DANS EDEN PARMAKLAR
Gülçin Alpöge
Can Çocuk, 2018
88 sayfa, 10.5 TL.