Güncelleme Tarihi:
“Mehmet Kunduracı adım
Dünyadır vatanım
Eskişehir’de gezerim
Ve yıldızlardır hedefim!”
Bu sözler, şimdiye dek ‘Yolda’, ‘Brooklyn’e Son Çıkış’, ‘Watchmen’ gibi çevirilerinden tanıdığımız N. Can Kantarcı’nın bilimkurgu romanı ‘Tepemizdeki Gölge’den değil. Ama bu ilk romanı yazarken Kantarcı’nın aklından bu alıntıya ilham veren Alfred Bester romanı ‘Kaplan! Kaplan!’ın, namı diğer ‘Yıldızlar Hedefim’in geçtiğine hiç şüphe yok; zira hacminden yoğunluğuna, katmanlı anlatısından fikir çokluğuna kadar daha ilk sayfadan yıldızları istikamet edinen bir metin ‘Tepemizdeki Gölge’.
Tabiri caizse yarı-otobiyografik bir bilimkurgu diyebileceğimiz ve bu konuda da eşine az rastlanır bir roman olan ‘Tepemizdeki Gölge’, anlatım tekniği olarak kendisine birinci tekil bakış açısını seçiyor. Bunu yaparken de Philip Roth’un ‘Portnoy’un Feryadı’nda ya da ondan yıllar önce Italo Svevo’nun ‘Zeno’nun Bilinci’nde yaptığı gibi, Kantarcı da bir terapist ile danışanı arasındaki kayıtların transkripte edilmiş hali olarak okura sunuyor metnini. Kantarcı kendisine lafazan, teklifsiz, ilgisizliğine rağmen dediğim dedik, zamanına uygun ve bir o kadar da komik bir anlatıcı olan Mehmet’i seçiyor. Peki kim bu Mehmet Kunduracı? Hayatın rastgeleliliği yüzünden uzay-mekânda sürekli savrulan, üzümünü yiyip bağını sormayan, herkesçe kendisine haksızlık edildiğini düşünen, ona dokunmayan yılandan daha büyük dostu olmayan biri. Tüm bunlara karşın da kendi hayatının kurgusuna sıkı sıkıya bağlı, değişimi reddeden bir karakter.
Ama bazı değişimler, direniş kabul etmeyecek kadar güçlü ve hızlı tesir eder. İşte Mehmet’in hayatı da mükemmel kadın olarak nitelendirdiği Sude’yle tanışmasından sonra böyle bir hızda değişir. Yazar olmak isteyen, bu konuda da inatçı Mehmet’e destek veren biri vardır hayatında nihayet. Babası tarafından aile mesleği ayakkabıcılığı devam ettirmediği için belki ilk kez psikolojik olarak rahatlar, çünkü Sude bu işin de ucundan tutar; tanıştıklarında Varlık ve Zaman İnisiyatifi adlı bir kurumda çalışan Sude çok geçmeden işini bırakır, çift yeni bir hayat kurmak amacıyla Eskişehir’e taşınır ve ‘kayınbaba’ mesleği ayakkabıcılık yavaş yavaş çiftin hayatının merkezine yerleşir.
Ancak adım adım normalleşen her olağanüstü olay, onun gezegence istenmeyen adam olmasına giden süreci hızlandırır. Sonrası ise herkesin boyunu aşan komplolar, sonu gelmeyen paranoya dalgaları, yapay zekâlar, yeniçeriler, maço yaratılar, hayali yazarlar, nesli tükenmekte olan bir mesleğin son temsilcisi teknolojik metal kollar, suretler, aile yadigârları, yörüngede patlamalar... En nihayetinde tepemizdeki herhangi bir gölgeye giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşeli değil midir?
Her ne kadar doludizgin ve hacimli bir kitap olsa da Kantarcı, anlattıklarını ne didaktik bir yoğunlukla ne de ansiklopedik bir bilgi doluluğuyla aktarıyor. ‘Tepemizdeki Gölge’nin çarklarının böylesine hızlı dönmesine neden olan asıl yakıtı, ana karakterinin olayları algılama ve aktarma biçimi. Karakterin, hata üzerine hata yapmış olmasına rağmen anlattıkları sayesinde hissettirebildiği hassasiyeti ve samimiyeti, romanın alameti farikası. Çağından kopmayan ama bununla birlikte alegoriler içinde kaybolmayan ‘Tepemizdeki Gölge’, yerli bilimkurgu için ayakları yere basan çok önemli bir adım olmakla birlikte, girift bir hikâyeyi de böylesine anlaşılır ve sürükleyici aktarabilmesiyle her vaadinin altını doldurmayı başarıyor. Hem de kahkaha attıra attıra...