Güncelleme Tarihi:
Saati kolunda olmadığı zaman kendini çıplakmış gibi hissedenlere rastlamışsınızdır. Kim bilir, belki siz de onlardan birisiniz. Ne var ki zamanın neresinde olduğumuza dair bu merak, insana özgü. Hayatını sürdürürken saatin kaç olduğunu bilmekle ilgilenen, dahası, hayatını buna göre şekillendiren başka canlı yok. Fakat insana özgü bu merak öylesine kuvvetli ki, uygarlığın temelini oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Nasıl mı? Bilimsel ve teknolojik ilerleme de dahil olmak üzere her şeyi mümkün kılan neden-sonuç ilişkisi, aslında zamanın geçtiği algısından başka bir şey değil.
Peki hayatlarımızda bu kadar temel bir role sahip bu olguya dair ne biliyoruz? Zaman nedir? Sahiden ‘geçer’ mi? Bir nehir gibi akar mı, tek bir yöne doğru ilerler mi? Geriye gitmesi imkânsız mıdır? Nasıl oldu da akreple yelkovanın gösterdiği bir rakam kombinasyonuna kendimizi bu denli adayıp, varoluşumuzu dahi ona bağımlı kıldık?
Kurgu-dışı yapıtlarıyla dünya çapında ün kazanmış İngiliz gazeteci, araştırmacı ve yazar Simon Garfield, Türkçe literatürdeki en yeni kitabı ‘Saatler: İnsan Nasıl Zamana Bağımlı Oldu?’da, başlıkta da ifade ettiği gibi insanlığın zamana bağımlı olma sürecini mercek altına alırken okuması hayli keyifli anekdotlarla bu soyut kavramı biraz daha anlaşılır kılıyor.
Zamanın ne olduğu sorusu, tarih boyunca (tarih? boyunca?) insanlığı meşgul etti. Ne olduğu konusunda hâlâ konsensüse varılamamış bu soyut kavramın belki de en akla yatkın tanımlarından birini Aziz Augustinus yapmış. MS 4. yüzyılda yaşamış bu filozof ve tanrıbilimci, tanımıyla zamanın doğasına en doğru yerinden temas etmişe benziyor: “Zaman nedir? Kimse bana sormazsa ne olduğunu biliyorum. Ama biri sorduğunda nasıl açıklayacağımı bilmiyorum.”
Zamanı, bilişsel süreçlerle böylesine girift şekilde ele almak, değil o zaman, bugün bile sıradışı olarak görülebilir.
Zaman, günümüz uygarlığını mümkün kılan ‘icat’lardan biri. Düzenin öncüsü, ilerlemenin şahidi. İcat diyorum çünkü zaman, bir tözü olmayan, ancak diğer varlıklar üzerindeki etkisiyle var olduğu kanıtlanabilen bir olgu, kavram ya da kolektif bilinç öğesi. Zamanı var kılan, beynimizin onu algılaması veya onun var olduğunu düşünmemiz...
Aslında ‘Saatler’; zamandan çok, zamanı nasıl ölçtüğümüzle alakalı bir kitap. Garfield; zamanı ölçmek, kontrol etmek, kazanmak, kaybetmek, almak, vermek, ölümsüzleştirmek ve anlamlı kılmak için giriştiğimiz amansız mücadeleyi gözler önüne sermek için hayli titiz ve derinlikli bir araştırmaya imza atmış.
Bazı kısımlar özellikle dikkat çekici ve bir solukta okunuyor; standart zaman uygulamasına geçişte demiryollarının oynadığı rol, bir filmin sinema süresi ile televizyon süresinin farklı olma nedenleri, hassas zaman ölçümü yetimizin gelişmesiyle beraber seri üretimin aldığı halden bahseden kısımlar, bunlardan yalnızca bazıları.
Saat meraklılarına duyurulur: Kitabın iki ana bölümü, saat yapımına ayrılmış.
Burada kitabın çevirmenine de ayrıca değinmek gerek: Türkiye’deki en uzun soluklu dergilerden biri olan Esquire’ın süreli yayını Esquire The Big Watch Book’un editörlüğünü üstlenen Özge Dinç’in iyi bildiği bir literatürde kalem oynattığı aşikâr.
Zamanın her şeyin merkezinde oluşu, bunun farkında olsak da olmasak da, hepimizin deneyimlediği bir gerçek. Kitabı okuduktan sonra zamanın nasıl da her şeyin merkezinde olduğuna dair bir farkındalık eminim size de gelecek ve İngilizcede en sık kullanılan sözcüğün ‘zaman’ olduğunu duyduğunuzda, artık belki de o kadar şaşırmayacaksınız.