Güncelleme Tarihi:
“Doğurgan bir geçmişle tutumlu bir şimdi arasında bir yerde, bir kader olan anneliğin yerini bir dilemma, bir soru olan annelik aldı.”
Farklı kuşaklardan, birbirinden çok uzak zamanlardan, bambaşka çağlardan, başka coğrafyalardan kadınların annelik deneyimleri bulundukları dönemlere doğru değişiyor, dönüşüyor mu, yoksa annelik aynı formlarda mı yaşanıyor? Ne tür bir deneyimse bu, tüm zamanlara meydan okuyan tuhaf bir sabitlik mi taşıyor kendi içinde? Sarah Knott, bu müthiş deneyime, anneliğin yapısına tarihsel bir okumaya okuru da katarak eğiliyor.
Elbette anneliğin algılanma biçimleri değişmiş, dönüşmüş durumda. 18. yüzyıl Londra’sındaki annelikle 21. yüzyılın New York’unda neredeyse birbirine zıt anlamlarla yüklü. Bir yerde çok çocukla kutsanan annelik ve adanmışlık günümüzde pek çok sistem içinde sıkışıp kalmış, çoğunlukla tek başına ebeveynliği yüklenen annelikten çok başka. Çocuk yetiştirme biçimleri ise çok daha kısa zaman aralıklarıyla değişiyor, dönüşüyor.
ABD’yi kasıp kavuran, modern anneliğin yaratıcısı olarak görülen Dr. Spock’un annelik rehberi, bir kuşağın sevgiden uzak, neredeyse travmatik bir çocukluk geçirmesine yol açtı. Oysa ilk basıldığı yıllarda ortalığı kasıp kavurmuş, binlerce kadına anneliği ‘öğretmişti’. Annelik meselesi her zaman kadınların en yumuşak karnı olmuştur. Yetersizlik, iyi anne olamama, yetişememek kadınların başındaki Demokles kılıcı gibi sürekli sallanıyor. Bunu hem kadınlar bireysel yaşamlarında kendilerine sürekli hatırlatıyor hem de toplumsal kodlar yeniden ve yeniden kurguluyor.
Sarah Knott’un çalışması annelik alanında yapılan ve feminist bir bakışla konuya yaklaşan önemli araştırmalardan biri. Yazarın özgün üslubuyla kendi deneyimini de okura aktardığı kitapta anneliğin dünü ve bugünü bir arada. Tıpkı kitabın adında olduğu gibi anneliğin sıradışı bir tarihi var. Bundan birkaç yüzyıl önce kadınların anneliği planlamak gibi bir kaygıları yokken, günümüzde toplumsal kodlar, kişisel endişeler, profesyonel kaygılar arasında sıkışan kadınlar için annelik meselesi ‘Çocuk yapmalı mıyım?’, ‘Anneliğe hazır mıyım?’ gibi sorular eşliğinde ve kaygı dolu, bir o kadar da ‘karar verilmesi’ ve ‘planlanması’ gereken bir süreç olarak işliyor. Bir de biyolojik kaygılar işin içine girince zamana karşı verilen bir mücadeleye dönüşüyor adeta.
Birkaç yüzyıl önce böyle değildi, doğal bir sürecin sonucuydu annelik ve çoğu zaman çok geç farkına varılan bir durumdu. Çok çocuklu annelerden ‘bekâr’ annelere geçiş belki de tüm bu sürecin özeti gibi. Sarah Knott bu sıkışmışlığı tarihsel bir yerden ele aldığından çok çarpıcı duruyor. Bedenin değişimi, hamileliğin aşamaları ve bunların yaşanma biçimleri, doğuma hazırlıklar, ritüeller, emzirmenin kendisi, sonrası, bebekle iletişim, lohusalık, tüm bunları yaşama ve algılama biçimleri yıllar içinde değişiyor. Knott’un araştırması karşılaştırmalı bir okumayla merak uyandırıyor okurunda. Feminizmin anneliği nasıl geliştirdiğine, kadınları belli toplumsal kodlardan nasıl özgürleştirdiğine tanıklık ediyoruz. 1970’lerin anneliğini feministler dönüştürdüler. Öte yandan kapitalizm anneliği dönüştüren, dönüşüme zorlayan bir diğer etki. Annelik algısı, daha toplumsal bir iş olarak bakıldığı çağlardan günümüzün bireyselci anlayışına doğru hızlı bir geçişe sahip. Bugün çok tuhaf bulduğumuz bazı uygulamalar tam tersine dönüşebiliyor, başkasının çocuğunu emzirme, sütannelik gibi uygulamaların 18. yüzyılda doğal bir sürecin parçası olduğunu yine Knott’un anlatımıyla öğreniyoruz. Bir bebeğe annelik yapmakla biyolojik annesi olmak birbirinden farklı şeyler. Kadınlar değişirken çevrelerini de toplumsal yapıyı da değiştiriyor. Dolayısıyla annelik de aynı kalmıyor. Bir yönüyle daha doğal bir yerden daha yapay, planlanan bir konuma doğru geçiyor annelik, ama öte yandan anneliği günümüzde daha özgürleştirici, seçme ve karar verme şansının olduğu bir yerden okumak da mümkün. Sarah Knott’un ‘Anneliğin Sıra Dışı Tarihi’, bir deneyim yolculuğunun tarihini meraklı bir okuma keyfine dönüştürüyor.