Güncelleme Tarihi:
“Önceleri sayıyordum. Kaç kişi geldi, kaç kişi gitti bileyim istiyordum. Sonra bıraktım. Hesabı tutan birileri vardır elbet. Belki burada, belki yukarıda.” Gamze Güller’in son kitabı ‘Durmuş Saatler Dükkânı’ndaki (bence) en yürek dağlayıcı öykü ‘Belalı Gemi’nin ana karakteri, kaldığı hastaneyi tasvire soyunurken kullanıyor bu ifadeleri.
Yazarın önceki kitapları için, genel bir çerçevede ‘mekân ve nesne’lere odaklı bir üsluba sahip olduğuna dair vurgularda bulunulmuş. Bu durum Güller’in mimar kimliğinin yazıdaki yansıması olarak da kabul edilebilir. Lakin kendisini, yazın alanındaki önceki adımlarını bilmeden ‘Durmuş Saatler Dükkânı’yla tanıyan bendeniz, -ne kadar doğru bir tespit, bilmiyorum ama- naçizane bir başka mimari özelliğinin (detaylara olan hâkimiyet) de kaleminin, yarattığı dünyaların, gezindiği yazınsal patikaların bir parçası olduğu kanaatine vardım.
Nereden gelip nereye gidiyoruz ve bu yolculuk sırasında nerelerde, nasıl izler bırakıyoruz? Güller, varoluşsal öykülerinde bana bu türden izlerin ve izlenimlerin peşinden koşuyor gibi geldi. Ama yazarın metinlerini kıymetli kılan, dertleri, mekânlara, nesnelere ve detaylara hâkimiyeti kadar tasvirlerindeki inceci paslar, zarif çalımlar, zekice ve okur cephesinden baktığınızda sizde, edebi açıdan “Ne kadar da güzel tanımlamış!” türünden hisler uyandıran betimlemeleri... En azından benim için... “Bazen sadece görülmek ister insan. Geç bile olsa...” (‘Post Mortem’, sayfa 33), “Uyku ölümün kardeşi. Nereye gittiğini bilemezsin uykuda. Uyursun uyanırsın. Ölürsün dirilirsin.” / “Mademki birdir ölümle uyku, döner rüya tekerleği ölüme doğru.” (‘Rüya Tekerleği’, sayfa 54), “İçimdeki yol, önümdeki bütün yollardan uzun” (‘Nehir’, sayfa 60) gibi...
Bir yazarın dünyasını, rotasını, nereye doğru evrildiğini görmek, tanımak için onun yazınsal serüvenini kronolojik olarak takip etmek tabii ki en mantıklısı. Lakin ben Gamze Güller dünyasına en son kitabı ‘Durmuş Saatler Dükkânı’yla adım attım ve kitabı bitirir bitirmez, “Acaba başka kitapları var mı?” sorusuyla (ki bu da benim ayıbım elbet) birlikte ‘İçimdeki Kalabalık’ ve ‘Beşinci Köşe’ gibi iki sağlam limanın daha farkına vardım (ve iki kitabı da bir solukta okudum). Benzer (ve farklı) tatlar, güzellikler, ayrıntılar, tasvirler, edebi yolculuklar buldum. Ki ‘Beşinci Köşe’deki ‘Son Durak’ öyküsü, kahramanın her anlamdaki yolculuğu bakımından bence muhteşemdi. Uçak fobisi yüzünden ihtisas alanı otobüsler (ve kariyerindeki en uzun hat 2006 Dünya Kupası’nı izlemek için çıktığım 42 saatlik ‘Esenler-Münih’ yolculuğu) olan bendeniz, bu öyküye belki de özel olarak farklı bir hissiyat ve bağlılık duydum ama bağlandığı nokta çok etkileyiciydi.
Şöyle toparlayayım: Hayat herkesin önünden bir şekilde akıp geçiyor. Evet, koşullarımız başta ‘sınıfsal köken’ kaynaklı nedenlerden dolayı farklı ama bu akış, özellikle modern zamanlarda enikonu her birimize belli ölçülerde eşit izlenim hakkı tanıyor. İşte bu noktada da kimilerimizi genelden ayrıştıran bazı özellikler ön plana çıkıyor; farklı hissiyat, dokunma, tatma, izleme ve yansıtma yeteneği vs... Bütün bunların üstesinden gelen, sıradan gibi görünen yaşanmışlıkları yazı yoluyla özele çevirenler hem kendi hayatlarına hem de edebiyata ait yolculuklarına dair derin izler bırakıyorlar. Gamze Güller’in öyküleri, bütün bu özetlemeye çalıştığım duygu ve düşüncelerle buluşturdu beni. Bu yazı fazla ‘kişisel’ oldu; ayrıca ben bir edebiyat eleştirmeni değilim ama uzun süredir ilk defa bir yazarın dünyasından bu denli etkilendiğimi söyleyebilirim. Naçizane sizlere de, “Mutlaka okuyun” tavsiyesiyle bitireyim...
Meraklısına not: edebiyatburada.com adlı sitede Yunus Çinçin’in Gamze Güller’le yaptığı söyleşiyi de, yazarın dünyasını kendi düşünce, yaklaşım ve ifadeleriyle tanımak açısından öneririm.