Yüksel Arslan’ca bir zemin etüdü: Cüce medeniyete devasa rölyef

Güncelleme Tarihi:

Yüksel Arslan’ca bir zemin etüdü: Cüce medeniyete devasa rölyef
Oluşturulma Tarihi: Mart 16, 2023 21:02

‘Arture’ dediği 45 çalışmasıyla Dolapdere Dirimart’a konuk olan, serginin adındaki gibi ‘Sui Generis’ (kendine has) imza Yüksel Arslan, ‘katmanlı hakikat arşivi’ diyebileceğimiz, yeri geldiğinde gübre umudu kokan, yeri geldiğinde dışkı kadar tiksindiren samimiyetteki devasa ‘medeniyet rölyefi’yle bugün de gelecek uğruna anlaşılmayı bekliyor.

Haberin Devamı

Yüksel Arslan’ın (1933-2017) Hazer Özil direktörlüğündeki Dolapdere Dirimart’ta açılan sergisi, adını Latince ‘Sui Generis’ ifadesinden ödünç almış. Bu başlık, mekân duvarlarında farklı koleksiyonlardan demli 45 ‘Arture’ü ile art arda izlenen Arslan’ın, 1958-2005 aralıklı, biçimsel, kavramsal bir döngü ile tecrübe ettiği ‘kendine has, biricik’ anlatıyı, bir kere daha dünya karşısına koyuyor.
Sergide ziyaretçiyi Paris’teki atölye-evindeki heybetli portre fotoğrafıyla karşılayan Arslan, aslolanı (anlatıyı) tohum, sureti (içeriğin kostümünü) toprak misali sürdüğü, enternasyonal ve faşizan, karanlık ile aydınlık gibi nice turfanda, tersyüz kaygı ve tabiri ironiyle sentezlediği bu ansiklopedik, kronolojik dava dosyalarında, dünya ve öte dünyalara yine bilumum iltifat, itiraz ve itirafta bulunuyor.
Yaratı sürecinin siyaseten kızıla çalan ürünlerini Fransızca ‘sanat’ (art) ile ‘-ure’ ifadesiyle haşlayarak karşı yönde patentlemiş Arslan, eserlerini nakşederken eleştirdiği kapitalist, ırkçı, ayrımcı, gösteriye düşkün, obur plastik dünyanın insanlığa aç gözle ikram ettiği yalan renk, estetik ve biçim kozmetiğine aldığı net tavrın geride bıraktığı, bilgi gebesi imge bohçalarıyla dünya çapında tanınıyor.
Sanatçı, eski tarihli bir Anadolu sanat resimleri kitabından devraldığı bilgiyle mühimmatını bezediği ‘Arture’lerinde, kan, meni, bitki kökü, atık sıvı, kemik iliği, yağ, çay suyu, tütün, bal, yumurta akı gibi hammaddelere başvurarak, akla antik resim-yazıları da getiren görsel metinlerindeki bu klonlanamaz genetiği, onları asla pazarlamak değil ama anlama, eleştirel bir mesafeyle yorumlama kaygısıyla, Darwin’e selam eder bir katalogcu yaklaşımla şahsen kodluyor.
Bir dünya muhabiri olarak çalışan, zihninin sınırötesi pasaportuyla hiçbir etik, politik, sosyal kaideye yüzünü dönmeyen Arslan, aslen ne gibi bir ‘jurnal’i kendince belgelediğini, Dirimart’taki bu özet güncesiyle, bizlere yeniden düşündürüyor. Tarih ister 1958, isterse 2023 olsun, bankaların çöktüğü, ırk ayrımcılığı, göçlerin yaşandığı, fabrika ayarlarının sapıttığı, kültürel varlıkların yoklukla sınandığı, emekçilerin ister çıplak, ister her renk yakayla sokaklara taştığı malum dünya manzarası, yarım asrı aşan bu vizyon-belgelerde, dengesizliğin o vahim tutarlılığını, bize yine dümdüz bir densizlikle ispatlıyor.

Yüksel Arslan’ca bir zemin etüdü: Cüce medeniyete devasa rölyef


Arslan, Andre Breton’un davetine icabeten, psikanalitik, gerçeküstücü ve adeta Brechtyen, otonom figürleriyle katıldığı 1961 Paris ‘Uluslararası Sürrealizm Sergisi’nden vefatına dek, bir zanaatkâr tezgâhınca benzersiz ‘masaüstü’nde açtığı bu nice ansiklopedik ‘sekme’ ve ‘dava klasörü’ ile aslında hiçbir şeyin değişmediğini sanki bize yeniden hissettiriyor.
Bir bakıma günümüzün Twitter, Instagram, Facebook veya sosyal medya kişilik ve kurumlarının elektronik veri uğultusunda kalkıştığı onca fani bilgi, yorum, imaj, Arslan’ın yarım asrı geçkin bir sebatla, emekle ortaya koyduğu itirafçı mirasın bu kaotik kataloğu karşısında, insan denen türün dünya âlemdeki aciz hakikatini tekrar sınamış bulunuyor.
Yüksel Arslan, nevrotikler, şizofrenler, hükümdar, köle, öküz, beygir ve farelerin, Bruno Schulz, Thomas Bernhard, Georg Büchner, Karl Marx, J. M. Reinhold Lenz, A. Ginsberg, A. Strindberg, Leos Janacek gibi nice aydına ait okumalar, portreler ve yerel, küresel besteci notalarıyla, kültürel antropolojik delil refakatiyle devasa bir kolaj, bir resmi geçit vaat ediyor. Sanatçı yahut kendini art arda okumayı bilen bir tutanakçı olarak ‘Autoartures’ isimli otobiyografik çalışmalarında hiçbir yapıtı diğeriyle sınamıyor, kayırmıyor.
Arslan bir diğer bakışla, ‘Etkiler’ ve ‘Kapital’ serisinden emsaller de içeren, ama geç 1950, erken 1960’lardan hayli nadir, kendi diline doğru evrilen çalışmalarının da yer aldığı bu sergisiyle, 13 Eylül 2009-21 Mart 2010 arasındaki 500’ü aşkın ‘Arture’lik devasa Santralistanbul retrospektifi ardından, yine kent için kültürel bir fay hattı olarak alınabilecek Dolapdere’de 13 yıl aradan sonra, izlediğimiz kolonlar dolusu konu başlığıyla bir zemin etüdünü daha ortaya koyuyor.
Ezcümle, sanatçının ardında bıraktığı bu çokyüzlü, çoksesli, yeri geldiğinde gübre umudu kokan ama yeri geldiğinde dışkı kadar tiksindiren samimiyetteki bu devasa sözde medeniyet rölyefi, kazıdığı ve tespit ettiği her türlü sözde kazanım ve samimi kayıpla, yeniden ve yeniden okunup anlaşılmayı bekliyor.
Arslan, noterliğini tarihin üstlendiği bu katmanlı hakikat arşiviyle ‘avangard’ın hangi sıklıkla telaffuz edilebilecek bir tabir olduğunu, bizlere yeniden düşündürüyor.

Yüksel Arslan’ın ‘Sui Generis’ başlıklı sergisi 2 Nisan’a kadar Dirimart Dolapdere’de.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!