Güncelleme Tarihi:
Değerli Selçuk Altun ‘179. Kitap İçin’de (Cumhuriyet Kitap) yazdı: “(...) dikkatimi yorgun kitapların arasına karışmış (...)” O yorgun kitaplar alıp götürdü beni, iç dünyamda yankımaya koyuldu. Selçuk Bey sahaftadır, söylemem gereksiz, her zamanki gibi; dikkatini eski bir telefon defteri çeker ama ‘yorgun’ kitapları anmaktan da kendini alamaz...
Bizim edindiğimiz ve bizden sonra geriye kalacak kitaplar, eski kitaplar, imzalılar, bize imzalanmış olanlar, satır altlarını çizdiklerimiz, sayfa kenarlarına duygularımızı, düşüncelerimizi çiziktirdiklerimiz: Bizden sonra her birinin kaderi meçhul.
Geçmiş yıllarda, epey geçmiş yıllarda, sokaklardan, kaldırım kenarlarından topladığım -“Ne alırsan 1 liraya”- yorgun kitaplar var. Dünya gazetesinin eski yönetim yeri Ankara Caddesi’ne açılan bir ara sokaktaydı; köşede, yerlerde hep o kitaplar. Nahid Sırrı’nın imzaladığı birkaç eseri, Mithat Cemal Kuntay’ın ilk basım ‘Üç İstanbul’u, Oktay Akbal’ın Yeditepe Yayınları’ndan ‘Bizans Definesi’.
Bir kitap var ki, yıllardan beri içim yanarak saklarım: ‘Geçmiş Zaman Köşkleri’. Abdülhak Şinasi Hisar 1956’da imzalamış: “Kitaplarımızla alâkadar olan dostumuz Süreyya Ormancı’ya muhabbetle.” Kara gülmece gibi, kitabın sayfaları açılmamıştı. Uzun süre öylece sakladım; sonra, dayanamayıp, kâğıt açacağıyla: Keşke yapmasaydım...
Bu anım da yine ustam Oktay Akbal’la: Gazeteye gönderilsin diye bir kitabımı -boş verin hangisi olduğunu- Akbal’a imzalamıştım. Oktay Bey kitabevine gidiyor, yeni kitaplara bakarken benimkini alıyor, sayfayı açınca kendisine imzalanmış olduğunu görüyor... Çözümsüz kalmış bilmecedir.
Yorgun kitaplarımdan biri, Peride Celal’in ‘Dar Yol’ romanıdır. İlkgençliğimde İnkılâp Kitabevi’nin depomsu arka odasında bulmuştum. Şimdi çok özlediğim Peride Celal’e, yaprakları sararmış ‘Dar Yol’u 1988’de imzalatmıştım: “1949, İsviçre’den İstanbul’a geldiğim yıllar... İş peşine düştüğüm ve yeniden gazete kapılarını aşındırdığım... Kırk yıl sonra size imzalamak hüzün veriyor biraz. (...) Sevgiyle.”
Kitaplar, hele imzalı olanlar, gerçekten yorgun...
EŞSİZ Henry James
Henry James’ten okuduğum ilk eser ‘Daisy Miller’, göz kamaştırıcı bir novella ama güzelliğini alımlamam için birkaç kez okumam gerekecek. İzlenimci resimleri andırır ‘Daisy Miller’ sonraları benim için Amerikalı ‘Venedik’te Ölüm’ olacaktı. Novellayı her yeni okuyuşumda özellikle son bölüme vurulup kalacaktım.
Çeviri edebiyatımız açısından Necla ve Ünal Aytür’e çok borçluyuz: Henry James’in görkemli yapıtlarını çok kez onlar dilimize kazandırdılar. Ayrıca Ünal Aytür’ün ‘Henry James ve Roman Sanatı’ (Yapı Kredi Yayınları) incelemesi, akıllara durgunluk verici titizliğiyle bir başyapıttır. Bu incelemeyi, roman sanatına tutkun her okura özellikle salık veririm.
Henry James’ten ‘Pandora’yı (1984 Yayınevi) okudum yenilerde. ‘Pandora’nın çevirmeni, geçen yılın bol ödüllü yeni bir ustası: Fuat Sevimay. Sevimay’ın dilde -Joyce’tan James’e- ille üslup arayışı ayrıca vurgulanmalı. ‘Pandora’ o karmaşık, girdili çıktılı, bakış açılı, anlatıcı yazarın hem belirip hem aradan çekildiği Henry James romanını, uzun öyküsünü, Fuat Sevimay’ın emeğiyle yansıtıyor.
Bu kez tersine çevrilmiş bir ‘Daisy Miller’ diyebilir miyiz? Pandora Day, eski Avrupa’nın önüne dikilen yeni Amerika sanki. “Su katılmamış muhafazakâr” Kont Vogelstein yeni Birleşik Devletler’in yaşama biçimine, yükseliş olanaklarına, dile dökülmemiş bir aşk girdabında tanık olacak, üstelik “yeni yeni filizlenen demokrasinin geçici bir heves olduğuna” içtenlikle inanırken...
Okurun yorumlama çabasından daima çok şeyler bekleyen Henry James, bugünün sığ okurlarına hitap etmeyecek güçlü bir yazardır. Bununla birlikte, öz edebiyata bağlı kişiler için ‘Pandora’ da, öteki Henry James yapıtları gibi, gerçek bir şölen.