Güncelleme Tarihi:
Bu yazı yayımlandığında çıkmış olacak ‘Kuşların Göğü Önünde’ (Kırmızı Kedi) adlı yeni şiir kitabımda kurmuştum ‘Yoklar Meclisi’ni. Hemen çoğu şairlerden oluşan ve yok olmanın, çoktan da çok bir durum olarak, az veya çok nispetiyle kıyas kabul etmezliğini acıyla, hasretle duyurmaya çalışmıştım o şiirde.
Şair, denemeci, öykücü Adil İzci’nin ‘Yoklar Kitabı’ da (Oğlak Yayınları) taze gelince, hemen okudum. Yokluk her zaman tazeymiş, hiç eskimiyormuş, bunu anladım ilkin. Kitapta anı, tanıklık, sözlü tarih ve kurgu iç içe. Ve daha ilk metinde, dün komşuyken, bir gün sonra birbirlerini yok etmeye girişen halkların trajedisini okuyoruz, “İnsan insanın kurdudur” savını ne yazık ki doğrulayan bir trajedi bu.
Adil İzci denemelerinde, öykülerinde, şiirlerinde Türkçeye titizlenmesiyle de sevdiğim bir şair ve yazar. ‘Yoklar Kitabı’ndaki her cümlede bu özen okunuyor. Sanki yazdıktan sonra bir de tüm cümleleri, metinleri, kitabı havalandırmış gibi. İyi de etmiş çünkü en yakınların yokluğundan çocukluğun, çocukluk şehirlerinin, anılarının, güzel zamanların yokluğuna değin, çok ağır, yorucu, sert ve umarsız bırakan günlerle, anlarla dolu kitap.
“Anne ben cenneti gördüm!” bir karasevda öyküsünün ötesi. Diktiği güller bahçeyi cennete çeviren ve aşkı yüzünden akıl hastanesine düşüp orada kimsesizlik içinde ölen ziraat fakültesi öğrencisi amcanın ağır yokluğu. Bir resmi bile yok, yarısı yırtık!
Yerel sözcükler ve söyleyişleriyle metinler, daha çok anılara, yaşanmışlıklara dönüşüyor. Bu da içtenlik olarak yansıyor anlatıya: “Ah o sesleri koynuma alabilsem de öyle uzansam!”
Babasının gömüldüğü körpe mazı ağacının dibine bakıp, “Eski yeni dalları sürgünleriyle herhalde birazı da babamdır” diyor. “Bir annenin ölümü”nün dayanılmazlığını, ne denli doğallıkla anlatmaya çalışsa da Adil İzci, ürpertiyle okudum yine de. Kendi rüyasında gördüğü ölümünü karşılamaya giden dedenin öyküsü de öyle.
‘Yoklar Kitabı’ bir ölüler kitabı elbette ama yalnızca dirilerin değil, ölülerin de sık sık söz aldığı bir kitap. Yer yer de Gülten Akın’ın ‘Pas’ şiirini duyumsatan bölümler var. Eski büyük evden geriye kederin kalması, eski şehirden yenisine bir yıkık değirmenin bile kalmaması gibi, ‘Gurbette Ölmek’ böyle bir öykü.
Anadolu’nun şimdi kalmayan o güzelim gelenekleri, bağnazlıkla bilinçli olarak karıştırılıp karartılan ‘halk irfanı’ da kendini gösterir öykülerde. Bir bakıma Anadolu’nun göz ve gönül aydınlığıdır bu, doğadan gelen ekinidir. Her doğan çocukla evin önüne dut ağacı dikilmesi, dutun ve çocuğun birlikte büyümesi gibi. Dut ağaçlarının da bereketli kıldığı öyküsünün sonunda, “Yazmak neye yarar ki?” diye soran olursa şayet ona şu güzel yanıtı vereceğini yazar: “Belleğin devinmesine, yitenlerin hayal âleminde olsun yeniden can bulmasına.” ‘Yoklar Kitabı’ da doğrusu capcanlı kılıyor yitikleri, yokları var kılıyor, anısını şen kılıyor.
Evler de insanlar gibi... Çürüyor, yıpranıyor, hastalanıyor, dökülüyor, sonunda göçüyor. Hayatın izi kalmıyor eski taşralarda, taşra da kalmıyor ya, TOKİ denilen bir garip yapıcının ne eskiyle ne yeniyle ilgisi olan apartmanlarında, bloklarında şehirlerin adının da hükmü kalmıyor. Çünkü Yozgat’la Çorum, Niğde ile Tokat arasında fark kalmıyor bu sayede! Adil İzci çocukluğunu aramaya eski evlerinden başlıyor; bir ses, bir anı, bir gölge bile bulsa yeter bu eski hayatın avlularında!
Sonra edebiyat insanları; Yahya Kemal’den Yakup Kadri’ye, Falih Rıfkı’ya, Oktay Rifat’a, Hilmi Ziya Ülken’e, Oktay Akbal’a ve elbette Sait Faik’e. Yoklar meclisinin büyüleyici adlarından bazılarına. Yaşam yoklarla var, yazı da öyle. Yaşıyoruz, yazıyoruz, yoklara karışıyoruz.
Adil İzci okumak, dil sevincini duymaktır. Öyle ki yalnızca gözünüz ışımaz sevincin ışığıyla, kulağınızda da sesi çınlar. Adil İzci’de sözcükler İlhan Berk’in şiirine “Teşekkür” etmeye gidiyorlar gibidir hep: “Elma kokan bir Türkçeyle konuştuğun içindi”. Ağaçları, evleri, sokakları, adayı, adaları, kuşları, memleketi Niğde’yi, Sait Faik’i de hep “çocuklar okuldan dönüyormuş gibi sesin içindi” dizesindeki durulukla, açıklıkla, mavilikle anlatır. Yalnızca öğrencilerinin değil, biz okurlarının da teşekkür borcu var İzci’ye.