Güncelleme Tarihi:
Kocabaş ile bahçe kapısında karşıladığımız kargocunun bıraktığı paketten Ece Çiftçi’nin hem yazıp hem resimlediği “yok artık!” dedirtecek bir kitap çıkıyor: Yokhayvanlar.
İnsanoğlunun bilmediği şeyleri yok saymasının tarihin tozlu sayfalarında kaldığını sanabilirsiniz ama bugün çoğumuz, sırf kendimiz bilmiyoruz diye ‘yokhayvanların’ da olmadığını düşünüyoruz. Oysa Ece Çiftçi bize keşfedilmeyi bekleyen sonsuz sayıda ‘yokhayvan’ olduğunu anlatıyor. Onların ‘yokdünyalarını’ keşfetmek için ihtiyaç duyduğumuz tek şeyse hayal gücünün kapısını aralamak, yani hayal etmekten korkmamak. O araladığımız kapıdan ‘yokdünyaya’ girince sadece kitapta verilen tarife göre düz devam edip, ağaçları görünce de sola dönmek yeni ‘yokdostlar’ edinmemiz için kâfi. Ve işte karşımızda Merdivgenler, Bukaçualar, Nubingiler, Gagakafalı Cadıkuşlar, Dalburunolar, Kuyrukbasanlar; Hıpırıklar ve diğerleri... ‘Yokhayvanlar’ın ‘yokdünyası’nda artık biz de bir ‘yokokuruz’!
Hayal gücünün kapısını bir kez aralayıp oradan içeriye giren her çocuk gibi 45 yaşındaki ben de o kapı hiç kapanmasın istiyorum. Çünkü yokhayvanlar’ın yokdünyasında hep bir yokokur olarak kalmak çok heyecan verici. Düşünsenize başka hangi bahçede veya parkta bir Patiyeribul görebilir ki insan! Veya görse bile, gördüğü şeyin bir ‘Patiyeribul’ olduğunu nasıl anlayabilir ki!
İşte bunun için, ‘Yokhayvanlar’ kitabı, karşılaştığımızda bir ‘yokhayvan’ı tanıyabileceğimiz ipuçlarını bize veriyor. Meselâ rüzgârlı bir tepede diken gibi tuhaf saçları bozulmadan dolaşan iri cüsseli bir arkadaşla karşılaşırsak, artık onun bir Patiyeribul olduğunu bilebiliyoruz.
Yokdünyada gezerken bütün bu sürprizleri bilmek çok önemli. Aksi takdirde insan bir masanın yanı başında yerde duran bir yüzün, yere kapaklanmak üzereyken yüzünü düşüren bir Yüzümasa’ya ait olduğunu nasıl anlayabilirdi ki? Bu nedenle mahallemizdeki veya okulumuzdaki bu kitabı okumamış pek çok arkadaşımızın, bir Sitronop ile bir limonu karıştırmasına şaşmamak lazım. En iyisi bir Gıdıgingo’nun gelip yumuşak kanatlarıyla onları gıdıklanmasını beklemektir. Beklerken de deniz kenarında çakıl taşları arasında kaybettiği şapkasını bulması için bilge Tortomola’ya yardım edebiliriz. Ama eğer biraz şanslıysak yıldızlı bir gecede kendini müziğin ritmine bırakarak dans eden bir Bukaçua görebiliriz.
Hayal gücünün kapısını aralamayıp ‘yokdünya’yı hiç ziyaret edemedikleri ve bundan ötürü hiçbir ‘yokhayvan’ı tanıyamadıkları için bu kitabı okumayan arkadaşlarımıza ne kadar üzülsek yeridir. Keşke onlar da bizim gibi, uzun boynuna taktığı papyonuyla eğlence düşkünü bir Hıpırık’ı tanıyabilselerdi. Ama hayat böyle işte! Okuyanla okumayan bir olmadığı gibi, hayal edebilenle edemeyen de bir olamıyor.
Elbette ‘yokdünya’dan eve dönerken yanımızda bir ‘yokhayvan’ getiremeyiz. Herkes kendi evinde mutludur çünkü. Ama ben eğer yanımda bir ‘yokhayvan’ getirebilseydim, bu kesinlikle bir Fanfar olurdu. Dev kanatları ve pullarla kaplı bedeniyle bizim dünyamızdaki farelere, balıklara ve kuşlara benzeyen Fanfarlar, genellikle kaybettiğimizi zannettiğimiz renkli boya kalemlerimizi toplayarak günlerini geçirir. Çoğu kez kel insanların kafalarına gülen yüzler çizecek kadar da muziptirler. Bu da bahçedeki Kocabaş’ın beyaz tüyleri üzerine gülen suratı kimin çizdiğini açıklar.
Peki, sen hangi ‘yokhayvan’ı eve getirmek isterdin bakalım?
Yokhayvanlar
Can Çocuk Yayınları
Yazan ve resimleyen: Ece Çiftçi
48 sayfa, 15 TL.