Güncelleme Tarihi:
Edebiyatın pek çok alanında verimlerini okura sunan bir yazar Feridun Andaç. Deneme, öykü, eleştiri, inceleme, söyleşi... Bu türlerin, Andaç’ın üretken kaleminden çeşitli renkleriyle yansımalarını gördük bugüne kadar. Geniş bir yelpazede oynattı kalemini Andaç, evet, fakat roman kalemini uzak tuttuğu bir alandı. Kendisini ve kalemini roman sınamasına sokmamıştı. Yakın zaman önce yayımlanan ‘Sandım ki Göğün Cennet’ ile bu kilitli kapıyı da açtı ve ilk romanıyla okurların karşısına çıktı. Üstelik ‘Sandım ki Göğün Cennet’ sadece bir ilk roman olmakla kalmayıp ardından gelecek iki romanın da habercisi niteliğini taşıyor. ‘Kaplıcada Son Yaz’ üçlemesinin ilk romanı elimizdeki.
‘Sandım ki Göğün Cennet’, bir dönem romanı. Adım adım değişen bir ülkenin, dünyanın, yaşayışın izlerini sürüyoruz romanın okurunu içine çeken atmosferinde. 1960’ların Türkiye’sinden bugüne değin farklılaşan hayatta insanın konumlandığı, bazen de konumunu yitirdiği noktaların yeniden üzerine düşünülmesi için kaleme alınmış yazarı tarafından aslında tüm bir roman. Bugünü de içine alan 50 yılı aşkın bir manzara bu anlamda Feridun Andaç tarafından romanda sunulan. Bir ‘zaman’ın, ‘dönem’in anlatısı olduğundan ‘Sandım ki Göğün Cennet’, dönemler arasında unutulup gidenlerin de hatırlanmasını istiyor yazar ayrıca; çalkantılı yılların, insan manzaralarının, değişip dönüşen her şeye dair hatıraların... Tüm savruluşlarıyla, hüzünleri ve mutluluklarıyla geçen ömürlerin, değişip dönüşen her şeye tanıklığını içeren İğdebeli Hoca’nın yalnızlığında, ülkenin yakın dönemine bakışla başlayan bu öykü yurdun en ücra köşesindeki Kaplıca’ya, oradan yaşanan dünyanın sessizliğine uzanıyor.
Kaplıca ise bir ilişkiler yumağının, hatıralar denizinin temsili ve tüm bu yükü sırtlayan mekânı olarak seçilmiş. Romanın zengin karakter kadrosu için de bir başkent âdeta. Yaşanan alacakaranlıktan kendi arayışlarına çıkan Kerem ile Aslı’nın, hep kendileri olan Ömer ile Neclâ’nın, yaratıcı yalnızlıklarındaki Şair ile İğdebeli Hoca’nın, yaşadığı kentte sıkışıp kalmış Muharrem ile aidiyetinin başkenti. Romanın isimsiz anlatıcısının da yalnızlığının vücut bulmuş hali ayrıca.
Romanın kahramanları arasındaki ilişkilerin geçmişleriyle birlikte deşilmesi, ortaya çıkan yeni denklemler arasında geliş gidişler, tüm bu duygusal sorgulamaların yanına eklenmiş dostluk fikrinin romanın her sayfasında yeniden ve yeniden hissedilmesi, öte yandan vatan-yurt sevgisi gibi kavramların yanına eklemlenivermiş özlem duygusu...
Feridun Andaç’ın romanının zengin karakter kadrosuyla birlikte doğan zengin duygu ikliminden sadece bazı yansımalar bunlar. ‘Sandım ki Göğün Cennet’, bir noktadan sonra ülkelerinin dışında tutunacak bir dal ararken kişilik erozyonuna uğrayanların gerçekliğiyle bambaşka bir duygusal evrenin yansımalarını okura sergilemeye başlıyor.
Andaç’ın geçtiği tüm yazınsal durakların da izlerini taşıyor ayrıca roman. ‘Sandım ki Göğün Cennet’in yazınsal derinliğini meydana getiren öğelerin başını da bu özelliği çekiyor.
Tüm bu yoğun atmosfere eşlik eden ise Feridun Andaç’ın çizgileri oluyor. Alabildiğine duru ve bu durulukta kendi derdini anlatmayı başarabilen çizgiler.
Andaç’ın bu ilk roman denemesini bir çağrı olarak görmek gerekir. Hem gelecek iki romanla tamamlanacak ‘Kaplıcada Son Yaz’ üçlemesinin çağrısı bu hem de yitip giden zamanları tekrar hatırlamanın. ‘Sandım ki Göğün Cennet’i okuyanlar gelecek iki romanı da merakla bekleyecek. İsimleri de belli üstelik: ‘Dünyayı Saran Sessizliğin’ ve ‘Arzen’de Zaman’.