Güncelleme Tarihi:
Hasibe Özdemir, 1968 yılında Eskişehir’de doğdu. Elektronik ve hemşirelik eğitimi aldıktan sonra Ege Üniversitesi Çocuk Psikiyatrisi’nde madde bağımlısı çocuklar ve ergenler üzerine çalışmalar yaptı. Ardından aile danışmanlığı yapan Özdemir, şimdi sadece okuyup yazıyor. ‘Bu Kardan Adam Olmaz’ kitabında da bulunan ‘Öyle Olsun İstiyorduk’ adlı öyküsüyle 2014 yılında 3. Homeros Kısa Öykü Yarışması’nda birincilik kazandı. Özdemir’in öyküleri Varlık, Sözcükler, Lacivert gibi pek çok dergide yayımlandı.
‘Bu Kardan Adam Olmaz’ kitabında çoğu dört yahut beş sayfalık 20 kısa öykü mevcut. Nitekim yazar Parşömen Fanzin’de kitabı hakkında yayımlanan röportajında uzun yazmak için gereken vakit ve konsantrasyona sahip olmadığını, şiir içinse ‘fazla geveze’ olduğunu söyleyerek üslubunu açıklamakta.
Öte yandan, “Bir de; kafamda, ben anlatmazsam sesi duyulmayacak, derdini söylesin istediğim çok fazla insan var.
Çok fazla öykü. Bir romanı hem kalabalık yapacak kadar çoklar hem de ezilip giderler orada” diyerek kitabının içeriğine de ışık tutmakta. Hakikaten kitaptaki öykülerde sesi duyulmayan onlarca insan görmekteyiz.
Bu insanların yaşadıkları yerler genellikle yoksul mahalleler veya kasabalar. Hepsinin pek çok derdi var. Bu dertler, yoksulluk, aile şiddeti, alkolizm, köksüzlük duygusu (köyünden kopup büyük şehirde yitmek) gibi geniş bir yelpaze oluşturuyor.
‘Kocasının iki tekmesi arasında’ yemek yapmaya çalışan bir kadın, ‘altmış beş yaşında yirmilik kızı’ eve getiren bir adam, çamurlu kardan, kardan bir bebek yapmak isteyen ufak çocuk, aile şiddetinin ortasında çişini salan bir abi, ihtiyarladıkça yalnızlaşan ve çürüyüp giden insanlar gibi pek çok yitik nefes sese dönüşüyor kitapta.
Öte yandan ne bu seslerin ne de bu dertlerin bir çözümü var; çünkü çaresizlik ve tepkisizlikle kuşatılmış durumda herkes. “İki çocuk ibret dersi almaları için oturtuldukları köşede, gözlerini kırpmadan, eti dişe dokunmayan zavallı bir serçeye benzeyen ağabeylerinin duvarlara vuruluşunu izlediler.
Hangi evde ne piştiğini öğrenmek için sokağa çıkmaktan erinmeyen meraklı komşulardan biri dahi uğramadı.” (s. 31-32) Yazarın tabiriyle ‘gecikmiş adalet’ genellikle cinayetle geliyor. Dayakçı bir kocanın sıradan bir kavgada öldürülmesi veya bir kadının sapık kocasını fare zehriyle öldürmesi gibi...
Eşya ve mekân da bu karanlık atmosferi pekiştiren unsurlar olarak karşımıza çıkmakta: ‘Kanepenin üzerinden sarkan kirli örtü’, ‘kapkara bir koridor’, ‘çürük mavi araba’, ‘kirden yüzü kararmış halı’, ‘beyazlığını kaybeden kuğu biblosu’, ‘yarısı göçmüş bir ev’, ‘suların damladığı izbe odalar’ gibi ifadeler her öyküde var.
Zaten uzun betimlemelerden ziyade böyle vurucu ifadelerle hem eşya hem de mekân okura sezdirilmekte. Belki de bu sayede öyküler bir solukta okunan metinler halinde. Şiirin vurucu, sarsıcı, tesir edici etkisini böylece hissetmekteyiz.
Böylece yazar şiir ve düzyazı arasında anlatısını kurarak okura tüm o sesleri duyurmakta...