Güncelleme Tarihi:
Cahide Birgül, 1956’da Ankara’da doğmuştu. Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi Mimarlık bölümünden mezun oldu. Pazartesi dergisi ve Radikal gazetesinde yazılar yazdı. Kaleme aldığı radyo oyunları TRT Ankara Radyosu’nda seslendirildi. ‘Emin Bey Pansiyonu’ adlı oyunu 1999 Devlet Tiyatroları Tiyatro Oyunu Yarışması’nda üçüncülük kazandı. Bir radyo oyunundan uyarladığı ilk romanı ‘Gölgeler Çekildiğinde’ 1998’de yayımlandı. ‘Geceye Uyananlar’ (2000), ‘Ah Tutku Beni Öldürür müsün’ (2004) ve ‘Eflatun Koza’ (2009) ile 2000’li yılların başında büyük bir çıkış yakalayan Cahide Birgül, ne yazık ki yakalandığı hastalıktan kurtulamadı ve 2009 yılında hayata veda etti.
‘Gölgeler Çekildiğinde’de kendinde anlatma gücünü şimdi bulan anlatıcı, 40’larının sonuna gelmiş bir kadın. “Ağır ağır, ama geçtiği her yere kalıcı işaretini koyan kendi halinde bir su” gibi akıp giden 19 yılın sonunda hâlâ etkisinden kurtulamadığı dört aylık bir süreci, bir hatıra defterinin yardımıyla anlatacak. Şimdi masasının üzerine koyduğu bu eski defter kendisinin değil, dört ay evlerinde misafir kalan teyzesinin kızı Deniz’in.
Dört ay bir ömrü ne kadar etkileyebilir, diye düşünebilirsiniz. Eğer anlatıcı gibi hayat korkağıysanız, olayların akışına müdahil olmayanlardan, her şeyi olduğu gibi kabullenenlerden, yenilgilerin acısını çoğaltarak yaşayanlardansanız, belleğinizin mutluluğu tattığı tek bir zamana hapsolması hiç de şaşırtıcı değildir. Anlatıcı kadının başına gelen tam da budur işte; tekdüze hayatı ondan sadece 4-5 yaş küçük ama inanılması güç bir heyecanla hayata sarılan genç bir kızın -Deniz’in- evlerine gelmesiyle birlikte altüst olmuş, ummadığı hazlar ve heyecanlarla karşılaşmıştır.
Kendisi gibi öğretmen olan annesini yıllar önce kaybetmiş ama annesinin aşıladığı yaşam tarzına kilitlenmiş anlatıcının, felçli babasıyla birlikte yaşadıkları kasvetli evin havasını değiştirmiştir Deniz. Anlatıcı kadın sadece onu değil çevresindeki yakınlarını -babasını, nişanlısı Kenan’ı, yakın arkadaşı Aysel’i, Aysel’in erkek kardeşi Adnan’ı da etkileyen Deniz’in varlığında kendisini tedirgin eden bir tehdidin saklı olduğunu hissetmekle birlikte kendisini -belki de ilk ve son defa- olayların akışına bırakır... Onu aşkın ve cinselliğin hazzına götüren bir akış... Ne var ki hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını Deniz’in gelişinden gidişine kadar geçen sürenin yalanlarla örülü olduğunu öğrenecektir...
MEKÂN, İNSAN VE KEDER
Cahide Birgül’ü ilk kez ‘Geceye Uyananlar’ ile tanımış, Virgül dergisinde 2000 yılını değerlendirdiğim yazıda roman hakkındaki düşüncelerimi şöyle özetlemiştim: ‘Geceye Uyananlar’, gerçekten de güzel ve etkileyici bir roman. Cahide Birgül, sorumlu olmadıkları kirli bir dünyanın bedelini ağır bir biçimde ödeyen kahramanlarının psikolojisini ince ince işliyor. Hepsinden önemlisi, bir derin devlet görevlisinin, mesleği ile sivil hayatı arasındaki mesafenin, iç yaşantısında yarattığı gerilimi araştırıyor; ölümün sıradanlaştığı bir dünyadan insanlar arasına katıldığında düştüğü çaresizlik, giderek sorguladığı ve soğuduğu mesleği, yitirdiği değerler ve sonunda dört bir yanını kuşatan tedirginlik...”
Sonra geriye dönüp ‘Gölgeler Çekildiğinde’yi okudum. Aynı ölçüde beğendiğimi hatırlıyorum. Ardından gelen iki romanı, özellikle ‘Eflatun Koza’sı kanaatimi pekiştirdi, Cahide Birgül, 2000’li yılların en özgün ve en önemli yazarlarından biriydi.
Peki neydi Cahide Birgül’ü farklı kılan? Öncelikle bireyin iç dünyasıyla onu çevreleyen toplum arasındaki ilişkiyi, hayatın diyalektiğini çok iyi yakalamasını öne çıkarabilirim. Birgül’ün roman kahramanlarının pırıltılı hayatları yoktur. Hatta sessiz, gösterişsiz, silik insanları anlatır. Anlatısı da insanları gibi gösterişsizdir, dingindir. Ama bir anda ufukta bekleyen fırtına aniden patlar, hayatlar altüst olurken hikâye bir girdap gibi içine çeker bizi.
Cahide Birgül, insan psikolojisi ile sahip olma arzusu arasındaki ilişkiyi hikâyenin içine yedirerek gösterirken yalnızlık duygusunu, sevgi açlığını, mekânsal farklılıkları ve bugünkü toplumsal durumun yarattığı çarpıklıkları çok iyi kullanır. İlk bakışta dış koşullardan yalıtık gibi görünmekle birlikte, Birgül’ün roman kişilerinin ruhsal travmalarını dış dünya ile diğer insanlarla olan ilişkileri tetikler. Kıskançlık, tutku, hırs, öfke ve diğer duyguların, sıkıntı ve patalojilerin asıl kaynağı ahlaki, tıbbi ve toplumsal boyutların birbirinden ayrılmaz bütünlüğüdür. Öteki üzerinden dolayımlanan, kırbaçlanan maddi ve manevi arzuların karmaşık ilişkileri bireyin iç dünyasında kötücül bir koza örer. Ailede başlayan, arkadaş ve iş çevresinde büyüyen ve önce bireyi, ardından toplumu kaplayan büyük bir koza... Cahide Birgül’ün roman kişilerinin ruhsal çöküntüleri basitçe kişisel rahatsızlıklar denilip geçiştirilemez. İnsan psikolojisi ile sahip olma, kazanma, kendini gerçekleştirme arzusu arasındaki ilişkiyi açığa çıkarırken yalnızlık duygusunu, sevgi açlığını, toplumsal durumun yarattığı çarpıklıkları çok iyi kullanıyor.
Yan yana akan ama birbirini sürekli kesen zamanlarla yapılan ikili kurgu, Cahide Birgül romanlarının karakteristiklerindendir. Bir diğer karakteristik ise birlikte yaşarken yalnızlığı çoğaltan mekânlar olarak mutlu zamanları çoktan geride kalmış kasvetli aile evleri. Baba ile kızının, iki kardeşin ya da anne ile kızının bir aradalıklarını sevgiden değil zorunluluktan sürdürdükleri tekdüze hayatlar, bunların yarattığı ruhsal sıkıntılar...
Ayrıntılarla zenginleşen iç konuşma ağırlıklı, incelikli, ağırlığını hissettirmeyen bir dili var Birgül’ün. Bireyin iç dünyasına ilişkin değişimleri basit bir yüz ifadesi, basit bir sözcük ya da bir suskunluk anıyla ortaya seren dingin ama çarpıcı bir üslubu var. Benzer temaları her biri gerilim yüklü farklı hikâyelerle anlatan Cahide Birgül, kısa sürmüş ömrüne rağmen çağdaş romanımızın en önemli yazarları arasında yer alıyor.