Güncelleme Tarihi:
Bu kitap dünyanın en çok tanınan performans sanatçısının yaşamöyküsünü anlatıyor, Marina Abramovic’in... Sırp sanatçının kendisini tüm çıplaklığıyla ortaya koyduğu bu kitap, performanslarını izlerken akla takılan tüm soruları yanıtlar nitelikte. Zira Abramovic’in yaşamöyküsü adeta yıllar süren bir performans sanatı gibi. Kendi sınırlarını zorladığı birbirinden güç o performansları da aslında yaşamının ta kendisi. Yani onun için sanatla hayat arasında bir fark yok.
Yugoslavya’da Tito komünizminin tüm kodları, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde, 1946’da Belgrad’da doğan Abramovic’in DNA’sına kazınmış. Savaşın tüm vahşetini yaşayan annesi Danica ve babası Vojin, küçük Marina’yı acıyla tanıştıran ve daha sonra onu ‘duvarlardan geçirecek’ olan ilk öğretmenleri olmuş. Zorlu bir doğumla başlıyor hikâye. Annesinin doğum sırasında zehirlenmesi ve neredeyse bir yıl hastanede yatmak zorunda kalması, Marina’yı önce hizmetçilerin bakımına, sonra da gelecek altı yılı dindar anneannesiyle geçirmeye mahkûm ediyor. Fakat anneannesiyle geçirdiği süre, sürekli kavga eden anne ve babasıyla yaşamakla kıyaslandığında, ‘en huzurlu’ yılları...
Yerinden edilmek ve annesiyle babasından uzakta olmak, acı ama aynı zamanda huzur veren bekleyişleri ona henüz çok küçük bir yaşta armağan ediyor. Belki de ilk performans denemelerine yine anneannesinin evinde başlıyor: “Küçükken yürümeyi sevmediğimi söylerler. Anneannem markete gittiğinde beni, mutfak masasının başında bir sandalyeye oturturmuş ve geri döndüğünde aynı yerde bulurmuş. Yürümeyi neden reddettiğimi bilmiyorum ama bence oradan buraya verilmiş olmakla bir alakası olabilir. Yerinden edilmiş hissediyordum ve muhtemelen eğer yürürsem yeniden bir yerlere gitmek zorunda kalabileceğimi düşünüyordum.” Titizlik ve düzen hastası annesi ve bir dönem geçici olarak yanlarına taşınan teyzesi Ksenija’nın şiddetine maruz kalıyor küçük Marina. Sırp-Hırvat dilinde ‘plakar’ denen ve kendi deyişiyle ‘çok derin ve karanlık’ olan bir tür giysi dolabına kilitleniyor yaramazlıklarına karşılık. Dolaptaki yalnız, korku dolu ve uzun bekleyişler için şöyle diyor Abramovic: “Bu dolap beni hem büyülüyor hem de dehşete düşürüyordu.” Mareşal Tito’nun seçkin muhafızlarından olan babası Vojin ya da Sırpça kısaltılmış şekliyle Vojo, bir gün Marina’yı yüzme öğrenmeye götürüyor. Sanatçının “İşte partizanlar çocuklarına yüzmeyi böyle öğretir” dediği hikâye, performanslarında saatlerce, bazen günlerce hareketsiz kalmayı başaran, bedenini Rus ruleti oynar gibi sınayan sanatçının belki de ölüme ilk ‘selam çakışı’. O anlar, şimdilerde 73 yaşında olan Marina’nın dilinden şöyle dökülüyor: “Babam birçok kez bana yüzmeyi öğretmeye çalıştı -havuzda, bir gölün sığ sularında- ama hiçbir işe yaramadı. Sudan, boyumu aşan suyun altında olmaktan çok korkuyordum işte. Sonunda sabrı tükendi. Bir yaz günü, deniz kıyısındayken, beni küçük bir sandalla açıklara götürdü ve köpek gibi suya atıverdi. Altı yaşındaydım. Panikledim. Adriyatik’e batmadan önce gördüğüm son şey, babamın kürek çekerek uzaklaşmasıydı; sırtı bana dönük, omzunun üzerinden bile bakmıyordu. O anda, suyun altındaydım ve batıyordum -aşağı, aşağı, aşağı, kollarım çırpınıyordu, tuzlu su ağzımdan içeri kaçıyordu. Fakat boğulurken, babamın benden uzağa kürek çekişini, başını bana bakmak için asla çevirmeyişini aklımdan çıkaramıyordum. Ve bu beni kızdırdı, kızdırmaktan öte gözümü döndürmüştü. İçime su çekmeyi bıraktım ve çırpınan kollarım ve tepinen bacaklarım bir şekilde beni tekrar yüzeye çıkardı. Sandala kadar yüzdüm.”
Kitap, Marina Abramovic’in ilk aşkından ilk evliliği ve Alman sanatçı Ulay’la (Uwe Laysiepen) evliyken başladığı ve 12 yıl sürdürdüğü tutkulu beraberliğine, uğradığı ihanetlere ve sonrasına dair bilinmeyen tüm yönlerine ışık tutuyor. Küçük bir kızken kandan çok korkan Marina’nın, ‘Rhythm 0’ performansında kendini bıçaklatmaya kadar götüren psikolojiyi de kitabı okurken daha iyi anlayacaksınız... Marina Abramovic’e dair hiçbir detayın atlanmamaya gayret edildiği bu kitap, belki de yalnızca sanatla ifade edilebilecek bir yaşamın öyküsüne okuyucu ortak ediyor. Kitap aynı zamanda, sanatçının fotoğraf albümü niteliğinde... Sayfaların arasında, adı geçen neredeyse tüm karakterleri akışla görüp değerlendirme fırsatı bulmak, bir elinizi Google’a uzatmaktan sizi alıkoyuyor.
DUVARLARDAN GEÇMEK
BİR OTOBİYOGRAFİ