Güncelleme Tarihi:
Çağdaş sanat var mı?
Bu soru komşunun kapısını çalıp kahveniz var mı gibi basit bir soru, ontolojik bir tartışmanın kapısını aralayan da bir soru. Çağdaş sanat var mı, bir kriz sorusu da. Komşunun kapısını çalıp kahve var mı dediğinizde o an olmayabilir ama bu hiç olmayacak anlamına gelmez. Dolayısıyla ben bu kitapta çağdaş sanatı anlatıyorum. Çağdaş sanatın geçirdiği serüveni anlatıyorum. Bir yazar olarak çağdaş sanata 1990’ların başından itibaren tanık olduklarımı da anlatıyorum. Ve şunu da biliyorum; başkalarına ait başka kriterlerin de olduğunu... Sanata sanat demeyen modernite öncesinden, şu yüzden sanat diyen modernite sonrasına, bugün demek için hangi kriterlerden yola çıkıyoruz, hangilerini yolda bırakmak zorunda kalıyoruz. Bu dinamik olan, benim yolum! Ve okurun da bu anlamda pek çok benden bağımsız yolu olacağına eminim. Bu yollar çıkmaz değil! Bu yol en yeni yol da değil. Üçüncü köprüyü kullanmadan da isterseniz güneye doğru yolculuk yapabilirsiniz arabanızla. Seçimler var. Kriterler ve en mühimi fikirler. Yolları kimi zaman dolambaçlı, kimi zaman kestirme, uzun, her neyse kılan da fikirlerimiz. Hem onlar olduğu hem de onlarla birlikte eleştirecek ya da eşleştirecek imgelerimiz olduğu sürece sorun yok. Seyahat mümkün!
Kitap fikri nasıl oluştu? Sanat meraklılarına neler vaat ediyor bu kitap?
Duygu Asena döneminden arkadaşım, Milliyet Sanat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni ve yazar, editör Filiz Aygündüz yüzünden. Fikir annesi odur. Kitap neler vaat ediyor? Bu kitap, çağdaş sanata aşk gibi yaklaşıyor galiba. Ona karşı, onun yanında, onunla kavga eder, onu aldatır, ona karşı çaresiz gibi... İlişki kurmak belki burada kilit deyiş. Güncel sanat diyerek çağdaş sanatı eleştirirken tam 20 yaşındaydım. Yıllar içinde geriye sadece çağdaş sanat kaldı. Bu kitap, durup buna da bakma kitabı benim için. Öte yandan ‘Çağdaş Sanat Var mı?’ bir egzersiz kitabı; bir rehberden ziyade. Burada tabii önemli olan soru şu; benim ne kadar esnek olduğum ve şu da... Okuru ne kadar esnetebileceğim. Birlikte esnemeyi iki anlamda da vaat ediyorum sanırım.
Sanatla ilgili 30 soru sorup ‘anlaşılır’ yanıtlar veriyorsunuz. Soruları belirlerken çerçeveyi nasıl çizdiniz?
Kitabın açılışında üç alıntıdan biri Amerikalı filozof arkadaşım Jean Michel Rabate’dan, diğeri Türkiye’den sanatçı Ömer Uluç ve bir diğeri de dünyanın en tanınmış eleştirmeni Jerry Saltz’dan. Bu üç alıntı, sorularımı belirlerken bana çerçeve oldu.
Sorularıma bakacak olursak... Mesela ‘Çağdaş sanat neyi süpürür?’, ‘Çağdaş sanat deterministik midir?’, ‘Çağdaş sanat yenilebilir mi?’, ‘Çağdaş sanat politik midir?’, bütün bu soruları sorar ve bu sorulara yanıtlar veren denemeler yazarken kafamda çağdaş sanatın hiç tutarlı olmadığı, çok da ciddiye alınması gerekmediği ve mühim olanın izleyicinin de sanatçının da eleştirmenin de tutkulu olması gerektiği vardı. Bu hem son derece haz alarak hem de son derece ciddiyetle sorduğum ve yanıtladığım yazıların ardında tam bu çerçeve var.
Bir esere baktığımızda bir anlam veremiyorsak hemen “Bunu ben bile yaparım, bu da sanat mı?” gibi küçümseyici bir tavır takınıyor çoğu insan. Kitapta “Bu da sanat mı diye bıkmadan sormalıyız” diyorsunuz. Her şeyi anlamak zorunda mıyız? Neden ‘anlamaya’ böyle takıntılıyız?
Freud der ki, tekrar önemlidir. Neyi tekrar ettiğimizi bulmaktır belki de psikanaliz. Nasıl bir kilim dokuduğumuzu, hangi motifi hangi bölgelerde duygusal ve fiziksel tekrar ettiğimizi bulmak esastır. Ancak bunu bulunca kaderimizi değiştirebiliriz. Yani tekrarlarımız kaderimizdir. Çağdaş sanata da böyle yaklaşıyorum bu kitapta. Motiflere bakıyorum. Tekrarlarına... Ama şunu bugün biliyorum sanırım. Tekrar dediğimiz giden ve geri geldiğini sandığımız şey aslında başka şeyler! Geri gelen bir önceki değil. Her seferinde başka bir ilmek atıyor olabiliriz. Ortada bir motif filan da olmayabilir. Tekrar etmediğini düşündüklerimize bakmakta fayda olabilir. Çağdaş sanatta ne tekrar edilmedi? ‘Çağdaş Sanat Var mı?’nın devamı buradan mı olacak acaba?
Yüksek bedellere satılan korservelenmiş sanatçı dışkısı ya da duvara bantlanmış muz gibi sansasyonel işlerin sanatın küçümsenmesine neden olduğunu düşünüyor musunuz?
Kitapta her şey mal mülk, her şey para pul mu diye sorduğum bir bölüm var. Sezen Aksu’nun ‘Kusura Bakma’ şarkısını söyleyerek başladığım bölüm İtalyan punk grubu Skiantos’un “Bokun kokusu var, bugün sanat o bile değil. Bokun bir özü var, kendi tutarlılığına sahip” sözleriyle bitiyor. Manzoni’nin konservesi sonuçta açılmadı. Cattelan’ın muzu yendikçe yerine yenisi konuldu. Çağdaş sanat, üreticisi ve tüketicisiyle kendini eş tutarak ilerliyor çoğu zaman. Bunu görmek bunun dışındaki üretimleri fark etmek anlamına geliyor. Yani küçümsenebilir. Avangard tarihi mevcut sanatı küçümseyenlerin tarihidir. Keşke küçümsense! Çok güzel bir soru. ‘Bu sanat mıdır?’ demekten daha yerinde küçümsemek bana kalırsa!
Türkiye’deki sanat ortamıyla ilgili iyimser misiniz?
Ben genel olarak optimist biriyim. Türkiye’deki sanat ortamıyla ilgili de siyasi ortamla ilgili de umudumu kaybetmemiş biriyim. O ortamın o kadar içindeyim ki belki de o yüzden umudumu kaybedemem. Çok dertli masalarda büyük siyasi, kültürel yenilgiler almışlarla büyüdüm ve hep The Who dinledim. Küresel zevk ve zamandan bağımsız olmayı bir erdem olarak görüyorum. Piyasa her zaman var. Benim ilgilendiğim bir konu olmadı hiçbir zaman ama hâlâ küçük harfli. Bu da sanatçılar için pekâlâ avantaj olabilir. Benim için bir yazar olarak küçükken müzeli filan bir ortamda büyümemek ArtForum’da gördüklerimle yetişmek de bir avantaj. Otantik bir bakış edinmemi, kendi kendime çağdaş sanatın ne olduğunu sorduğum, kendimce açıkladığım bir kitap yazmamı sağladı sonuçta. Öyle değil mi?
Yeri geldiğinde çekinmeden eleştiren bir sanat yazarı olarak Türkiye’de sanat eleştirisinin çok büyük oranda beğeni üzerine şekillenmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Bununla ilgili kitapta şöyle bir soru var: ‘Hünkâr kimi beğendi?’ Tam da beğeni üzerine. Ünlü eleştirmen Catherine Millet, yıllar önce egemen olan zevkin artık küratör ya da eleştirmenlere değil koleksiyonerlere ait olduğunu söylemişti bir Paris buluşmamızda. Ben de onun bu sözlerinden hareketle önce ‘Hünkâr kim?’ diyorum, sonra ‘Neyi beğendi?’ diyorum. Hünkâr eleştirmen mi? Hünkâr koleksiyoner mi? Hünkâr küratör mü? Ve neye göre beğeniyor? Beğeni dediğin nelere yeniliyor? Bunların hepsini anlatıyorum. Beğeni geçici. Hepimiz öleceğiz! Bir de şu Marcel Duchamp’ın sözü, kulağıma gözüme hem kelepçe hem küpe: “Zevk, sanatın ne olduğunu anlamanıza yardım edemez.” Ama muhteşem...