Güncelleme Tarihi:
Rusya’da 19. yüzyılın son çeyreğinde siyasal çatışmalar yangına dönmeye başladığı sıralarda, edebiyat dünyasındaki kavgalar küllenmeye başlamıştı bile. Edebiyatta en ağır polemiklerin yaşandığı yer; kesinlikle Rusya’ydı. Acımasız eleştirmenler yüzünden ‘özgürce’ yazabilen yazarlar kalmamıştı. Böylelikle Rus edebiyatı yeni çıkan her eserle birlikte, dünya edebiyatı üzerinde otoritesini sağlamlaştırıyordu. Belinski, Dostoyevski’nin ilk eseri ‘İnsancıklar’ için “İki gündür kendimi bu kitaptan uzaklaştıramıyorum. Yeni bir yeteneğin kalemi bu” demiş, ama bu büyük romancıyı diğer eserlerinde yerden yere vurmuştu. İşte böyle bir ortamda bir yazar, Gorki’nin dikkatini çekmişti: Leonid Andreyev. ‘Bargamot ve Garaska’ yapıtında alttan alta kendini duyumsatan ‘muzır gülümseme’yi sevmişti Gorki. O da Andreyev’i eleştiriyor, “Edebiyatını gerçekle besle” diyordu. Kontes Tolstoy, “Andreyev gibi zavallı yeni yazarların tek başarıları, dikkatleri insanın çürümesinden doğan kire odaklamalarıdır” derken, kocası Lev Tolstoy, Andreyev’in grotesk betimlemeleri, dışavurumcu üslubu ve sivri avangard tutumunu beğenmiyordu. Andreyev Rusya’da edebiyata yön veren hiçbir gruba katılmıyor, sembolist olmasa da eserleri sembollerle dolu oluyordu. Yazar metinlerinde birçok tanım kullanıyor, fizyolojik gerçekçi detaylar veriyor ama ‘gerçekçilik’e de inanmıyordu. Kendi yaratıcılığını ve özgünlüğünü ortaya koyuyordu. Şubat 1917’de Rus Devrimi’nin ilk aşamasını memnuniyetle karşılayan Andreyev, ekim ayında iktidara gelen Bolşeviklere karşı çıktı. Ölünceye kadar yaşayacağı Finlandiya’ya kaçan Andreyev, son eseri ‘Şeytan’ın Günlüğü’nü burada yazdı.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; ‘muzır gülümsemeli’ eser her sayfasında Andreyev’in karamsarlığıyla boğuşmuş. Roman cehennemde canı sıkılan Şeytan’ın Amerikalı milyarder Henry Wandergood’u öldürdükten sonra onun kalıbına girmesi ve yanına aldığı zebani ‘Toppi’ ile yeryüzüne inmesiyle başlıyor. Kendini eğlendirmek ve bir piyes oyuncusu gibi oynamak için geldiği dünyada maceradan maceraya koşacağını sanıyor. Roma’da çiftçi Thomas Magnus ile tanışıyor. Wandergood, çok sevdiği Magnus’a tüm parasının yönetimini devretmek istese de adam buna bir türlü yanaşmıyor. Geleceğin Papa adayı Kardinal X. önemli bir miktar bağış almak için Wandergood’un kapısını çaldığında, ‘Şeytan’ parayı verip vermeme konusunda kararsız kalıyor. Kardinal X. ile arasında geçen muhabbeti anlattığında Margus’tan “Kardinal X.’u eskiden beri tanırım ve... yakından izlerim. Kötücül, acımasız ve tehlikeli bir despottur. Gülünç görünüşüne rağmen sinsi, amansız ve kincidir; Şeytan gibi” cevabını alıyor. O, çok iyi bildiği açgözlülük, gaddarlık, kurnazlık ve ikiyüzlülüğün insan halini gördüğünde, insanların dünyasında aslında hiç de yeri olmadığını anlıyor. Bu dünyaya göre saf ve temiz kalan Şeytan, eğlenmek için geldiği dünyada azabı yaşıyor.
Batı uygarlığının kurumları ve Katolik Kilisesi’ni temsil eden ruhban sınıfını hicveden ‘Şeytan’ın Günlüğü’nü herhangi bir türün içine koymak çok güç. Andreyev’in ustalığı, çağının acı veren durumlarını gözler önüne sermesinin ötesinde, ‘gerçekçilik’ , ‘dışavurumculuk’, ‘izlenimcilik’ ve ‘simgecilik’ gibi farklı edebi akımların teknik unsurlarını birleştirme kabiliyetinden geliyor. Andreyev’in gösterdiği dünyanın insanları ‘Şeytan’a pabucunu ters giydiriyor’.
ŞEYTAN’IN GÜNLÜĞÜ
Leonid Andreyev
Çeviren: Barış Zeren
İş Bankası Kültür Yayınları, 2018
224 sayfa, 16 TL.