Güncelleme Tarihi:
Irvine Welsh, İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da -kendisine göre 1958’de, Glasgow polis kayıtlarına göre 1951’de- dünyaya gelmişti. İşçi mahallelerinde büyüdü. Liseyi yarıda bırakıp elektrik teknisyenliği eğitimi alarak TV tamirciliğine başladı. Ne var ki mesleki bir kaza sonucu bu işten vazgeçti. Punk rock piyasasına katılmak için Londra’ya taşındı ve hem uyuşturucuyla hem suçla tanıştı. Burada bir hayat kuramayacağını anlamıştı. 1980 sonlarında yeniden Edinburgh’a ve yarım kalan üniversite eğitimine geri döndü. Bir yandan da yazıyordu. 1994’te yayımlanan ‘Trainspotting’, Welsh’in kariyeri için parlak bir başlangıç oldu. Birkaç yıl sonra sinemaya aktarıldığında Welsh’i dünya çapında üne kavuşturacaktı. O tarihten bu yana 11 romanın yanı sıra tiyatro oyunları, senaryoları ve kısa hikâyeleri de yayımlanan Welsh, halen ABD’de yaşıyor.
SERSERİLER DE YAŞLANIR
‘Trainspotting’de, 80’li yıllarda Edinburgh sokaklarında yaşayan -suça, uyuşturucuya, alkole batmış- bir grup gencin birbiriyle kesişen hikâyelerini anlatmıştı. Gençlerin kesif umutsuzluğunu sosyal konutların vahşi ve bunaltıcı atmosferiyle birlikte yansıtan ‘Trainspoitting’, sert bir neoliberalizm eleştirisiydi. ‘Trainspotting’den sonra Welsh’in bir duraklama dönemine girdiği söylenebilir. Ta ki 2001’de ‘Tutkal’ yayımlanana kadar. Birbirlerine “Arkadaşlarını kolla, kadınlara el kaldırma ve en önemlisi asla kimseyi ispiyonlama” düsturuyla tutkallanmış dört arkadaşın Edinburgh varoşlarındaki hayatta kalma mücadelesini sınıfsal, kültürel çatışmalarla birlikte sergilemişti Welsh. Kahramanlarını çocukluktan alıp orta yaşlara getiren hikâyenin en önemli kozu Terry Lawson’du. Ve işte o Terry Lawson, ‘Düzgün Muamele’de roman kahramanı olarak bir kez daha vücut buldu.
Artık 46 yaşına gelmiş ama formundan neredeyse hiç kaybetmemiş Terry Lawson ile müşteri beklerken karşılaşıyoruz;
“Koca bedenini fosfor yeşili eşofmanına sığdırmayı becermiş Şerbet Terry Lawson, tirbuşon kıvrımlarına sahip gür saçları, havaalanı terminalinden taksilerin park ettiği yere kadar uzanan pleksiglas tenteyi yalayarak esen rüzgârla kırbaç gibi uçuşuyordu. Terry gerindi, gürültüyle esnedi ve eşofmanının kollarını bileklerindeki zincirlerle dirseğinden aşağıya uzanan iki dövmeyi sergileyecek şekilde sıvadı. Dövmelerin biri yumurta dilimleyicisini andıran ve üstünde ‘HIBERNIAN FC’, altında 1875 yazan bir arptan oluşuyordu. Diğerindeyse, ağzından alevler saçarken bir yandan da dünyaya savurgan bir ifadeyle göz kırpan ejderha vardı ve altında ‘ŞERBETİ KOYUVER’ yazılıydı.”
Taksiciliğin yanı sıra ufak tefek karanlık işlere hayır demeyen, hatta porno filmlerde de oynayan ama suçun ağırına hiç bulaşmayan Terry’nin en büyük özelliği seks takıntısı. Ancak takıntısından hoşnut, hatta gururlu; bunu kendisine ve kadınlara verilen bir armağan biçiminde algılayıp daldan dala sıçrıyor. Takıldığı yerler de sıçrayacak dalın bol olduğu âlemler. Fahişeler, pezevenkler, mafyatik tipler, pornocular, bar müdavimleri, gariban takımı, düşkün ihtiyarlar, uyuşturucu ve alkol bağımlıları eşliğinde, Terry ile birlikte bu âlemlerde dolaşıyoruz. İki de değişik karakter var; biri intihara kalkışan oyun yazarı bir kadın, diğeri Donald Trump’ın güneyli, genç, hafiften punk versiyonu olan gayrimenkul komisyoncusu Ronald Checker...
Sahne alan her bir karakterin bakış açısıyla farklı yönlere doğru hızla akan hikâyenin yegâne mutlu kişisi Terry’dir. Ne var ki aldığı bir haber Terry’nin hayatını da karartacaktır...
‘KARA MİZAH’ YERİNE KOMEDİ
Yukarıda da belirtmiştim; Welsh’e ayrıcalıklı bir yer sağlayan, romanlarında yeraltı edebiyatına özgü bir dille anlatılan Iskoçya’nın alternatif kültürüdür, dışlananları, yoksullarıdır. Böylelikle İskoç kimliği de sorgulanır. Bunları yaparken Welsh, İskoçya’nın en karanlık, en dile gelmez meselelerini didiklemekten imtina etmez. Görünenin ardındakini ortaya çıkarmak için mizahı ama mizahın karasını keskin bir kılıç gibi kullanmasını bilen yazarlar arasındadır. Welsh’in mizahını daha da çarpıcı kılan nedenlerden ilki çok iyi hâkim olduğu İskoç lehçesini baş döndürücü diyaloglara yedirmesi, ikincisi ise dilinin şaşırtıcı esnekliğidir ki aynı paragraf içinde groteskle liriği, komedi ile trajediyi birleştirebilir.
‘Düzgün Muamele’de Welsh’in yazım tekniğinin bütün öğeleri mevcut. Hızlı diyaloglar, esnek dil, metnin farklı hikâyelerle kurgulanması... Aslında sert, rahatsızlık verici sahneleri de eksik sayılmaz. Mesela yarım akıllı, sosyal beceri engellisi Jonty’nin diğer insanlarla ilişkileri başlı başına çarpıcı bir roman konusu olabilirdi. Jonty’nin ölümünü inkâr ettiği sevgilisi ile cinsel ilişkisi hem hüzünlü hem mide bulandırıcı. Sevgilisinin babası tarafından taciz edilmesi ya ya da kız kardeşinin zorlamasıyla içine düştüğü ensest ilişki sahneleri için de aynı değerlendirmeler yapılabilir. Doğrusunu söylemek gerekirse ‘Düzgün Muamele’ içinde Terry Lawson’un yer almadığı sahnelerde ‘yeraltı’na daha çok yaklaşıyor. Ama ne yazık ki romanda en büyük pay ona ayrılmış. Ve Terry ile birlikte mizahın karanlığı sulanmaya başlarken yayıncısının ‘en komik, en pis kitabı’ nitelemesi doğrulanmış oluyor. Evet komik ama ‘kara’sını yitirmiş bu tarz bir komiklik ‘Düzgün Muamele’yi bir yeraltı parodisine dönüştürmüş. Bir romanı değerlendirme ölçütlerimiz yeraltı olup olmamasıyla ilişkili değil elbette. Sorun Irvine Welsh’in beklentimize cevap vermemesinde. Alışıldık kara mizahıyla hayatın karanlık yanına bakmak yerine roman kahramanının cinsel hayatına yoğunlaşan komik bir hikâye ile yetinmiş. Donald Trumph eleştirisi olarak sunulan Ronald Checker karakteri için de aynı şeyi söyleyebilirim. Evet biraz dangalak, evet biraz cahil, fazlasıyla bencil ve fuzili bir adam ama Donald Trumph’a göre çok sevimli kalmış. Welsh’in mizahının niteliği Donald Trumph’ı yere serecek
keskinlikte değil.
Welsh’in değişimini metnin dışına çıkararak tartışmak doğru olmaz. Ancak bir süredir İskoçya’dan, eskiden yaşadığı mekânlardan ve birlikte takıldığı insanlardan uzak kalmışlığının etkisi inkâr edilemez. Eskiden siyasi, kültürel, ekonomik yarılmalar üzerinden analiz ediyorduk Welsh metinlerini, bu kez sadece cinsellik üzerinden konuşabiliyoruz. Yanlış anlaşılmasın; kötü ya da başarısız bir roman demiyorum, tersine çok akıcı, yer yer sarsan, zaman zaman güldüren hikâyesi ve ustalaşmış diliyle okuyucuların severek okuyacağından hiç kuşkum yok. Benimkisi kahramanı ile birlikte Welsh’in de yaşlandığını, ‘olgunlaştığını’, törpülendiğini görmekten duyulan rahatsızlık...