Güncelleme Tarihi:
1942’de Amerika’nın New Jersey eyaletinde doğan Donna Leon, 1965’te ülkesinden ayrılarak uzun yıllar Venedik’te yaşamış, bir üniversitede edebiyat dersleri vermiş, 2020’de İsviçre vatandaşlığına geçerek Grisons Dağları’ndaki küçük bir köye yerleşmişti. Edebiyatın yanı sıra klasik müzikte de söz sahibi. Handel uzmanlığıyla tanınıyor ve operalar için liberottolar yazıyor. Bunlar değerli faaliyetler ama Donna Leon’u ayrıcalıklı kılan asıl neden İtalyan ruhuna uygun polisiye metinler üretmesi.
1992’den 2022’ye, 30 yıla yayılan 32 Komiser Brunetti Polisiyesi, serinin ne kadar ilgi topladığının açık bir kanıtı. Oysa serinin ilk romanı ‘Operada Cinayet’i yazarken hiç de iddialı olmadığını söylüyor: “Tek yapmak istediğim bir kitap yazmaktı. 32 kitaba ulaşacağını aklımdan geçirmiyordum. Bir orkestra şefinin öldürülmesi fikrine kapıldım ve bu konuda bir cinayet gizemi yazıp yazamayacağımı merak ettim. Ve denemeye karar verdim. Ama o zaman bile Brunetti’yi sevdiğim biri yapacak kadar sağduyuluydum. İyi bir adam, entelektüel ve etik açıdan ilginç bir adam.” Kısacası, bildiklerini ve sevdiklerini yan yana getirmiş: Venedik kentini, operayı ve sağlam karakterli bir adam tiplemesini. ‘Operada Cinayet’ Venedik operasının sergilediği ‘La Traviata’ konseriyle açılıyor. Klasik müzik ve opera tutkunu olan Komiser Brunetti de karısı Paolo ile konser salonunda. Orkestrayı ünlü şef Helmut Wellauer’in yönetmesi kentte heyecan yaratmış. Ama asıl heyecan Wellauer’in iki perde arasında acı içinde can vermesiyle yaşanacaktır.
Brunetti kolları sıvar; amirlerinin baskısına rağmen ağır ağır ilerler, suçun nedeninin kurbanın geçmişindeki sırlarla ilgili olduğunun farkındadır. Nazi dönemine uzanacak bir zaman yolculuğu büyük bir ahlaksızlığı ve koyu bir nefreti ortaya çıkarır. Sona gelindiğinde Brunetti yasa ile adalet arasında, yasaların emrettiğiyle kendi doğruları arasında seçim yapmak zorunda kalacaktır.
Ayrıksı Yayınları’nın yeni ‘Komiser Brunetti’ edisyonu bu macerayla başlıyor. Venedik’te -yüzyıllar boyu hayranlık uyandırmış, pek yazara/sanatçıya ilham vermiş rüya gibi bir kentte- geçmesine rağmen Donna Leon’un polisiyeleri -kısa tanıtımlarından anlaşılacağı üzere- rahatsız edici ama çok önemli meselelere açılan romanlar. Söz konusu meseleleri şimdilik erteleyip önceliği ‘seri’ye mükemmel bir atmosfer katan mekân kullanımına vermek istiyorum: Donna Leon’un bütün romanlarında mekân Venedik’tir, kent hikâyelere rengini veren bir karakter olarak katılır öykülere. Kanallar üzerinde kurulan bu ilginç kentin eski evleri, sokakları, gondolları, zenginlerin ‘pallazzo’ları, metruk mahalleleri hikâyeleri zenginleştirir. Sisiyle, ışıltısı ve karanlığıyla Venedik şehri mükemmel bir polisiye atmosfer yaratır.
Venedik, yalnızca suç kurgusunu işlemeye elverişli bir dekor değil; kent aynı zamanda ‘en sinsi yolsuzlukları içinde barındıran’ bir toplumun çarpıcı bir metaforu. Leon, Venedik’in geçirdiği değişimin, aristokrat görünümün altındaki kirin/pasın farkındalığıyla kendisinin ve şehrin hüznünü Brunetti’nin karakterine ve polisiye örgüye çok iyi yedirmiş.
Donna Leon polisiyeleri mekân, kurgu, muamma ve karakterler açısından çok başarılı. Ama serinin en büyük kozu hiç şüphesiz Komiser Guido Brunetti. Dış dünyaya biraz karamsar ve kinik bir ruh haliyle bakıyor. Buna karşılık mutlu bir aile yaşantısı, karısı -üniversite öğretim görevlisi- Paola ile uyumlu bir birliktelikleri, iki de çocukları var. İlk macerada oğulları Raffaele 16, kızları Chiara 13 yaşında. Polisiyelerin alışılageldik -yalnız, melankolik, alkolik ve işkolik- dedektif tiplemelerinin aksine çok sade bir hayat sürdüren Brunetti, polisiye edebiyatın klişelerinin dışına çıkan inandırıcı bir karakter. Gerçeği ortaya çıkarmak konusunda kararlı ama üstleriyle kapışmayacak, güçlü kişileri, siyasi erk sahipleri doğrudan karşısına almayacak kadar pragmatist. Suçun toplumsal nedenlerini, kapitalizmin yarattığı çürümeyi bilecek kadar aydın bir insan.
SİYASİ POLİSİYE NEDİR?
Mekân, atmosfer, dedektif tiplemesi, yan karakterler, kurgu... ’Venedik Polisiyeleri’nde bunların hepsi yerli yerinde. Ama bu diziyi polisiye listemin en üst sıralarına yerleştirmemin asıl nedeni karşılaştığımız suçların derinliği, karmaşıklığı, gerçekliği ve bu suçlar üzerinden Donna Leon’un işaret ettiği meselelerin yakıcılığı. Öyle ki “Siyasi polisiye nedir?” sorusu yanıtını İtalya’daki siyasal, toplumsal ve ekonomik hayatın geniş bir panaroması çizen ‘Venedik Polisiyeleri’nde buluyor.
Türkçeye 2000’li yıllarda çevrilen dokuz kitabından yola çıkarak bu seriye ‘siyasi polisiye’ nitelemesi yapmak hiç de abartılı gelmemeli. Zira, Venedik özelinden hareketle Donna Leon, kapitalizmin yol açtığı yıkım ve çürümenin -çevre sorunlarından tutun da cinsiyetçiliğe, sağlık sorunlarına, AIDS tehlikesine, insan kaçakçılığı ve seks köleliğine, yasalar çiğnenerek yapılan uluslararası sanat ticaretine, fuhuş sektörü üzerinden Bosna’da işlenen savaş suçlarına, yasadışı evlat edinme ve çocuk istismarına, Katolik Kilisesi’ndeki yolsuzluklara, uyuştucu ve kara para trafiğine ve yozlaşmaya kadar- geniş bir bilançosunu çıkarıyor. Eleştirisi de keskin. Mesela, çürümüş bir cesedin bulunmasıyla başlayan ‘Soylu Çürüme’de romanın ismi aslında hikâyenin merkezi temasıdır. Donna Leon, İtalya mafyasının en son evresini; örgütlü suçun başlıca amacı değil, kârı artırmanın araçlarından biri haline gelişini, yoksul ülke halklarının bedenleri üzerinden sürdürülen kirli ticaretleri, güçlü işadamlarının bulaştığı çıkar ilişkilerini, yüksek düzeyde emniyet görevlilerinin bu ‘saygın’ şahsiyetlerin gönüllü bekçiliğini üstlenişini gözler önüne seriyor.
Geleneksel ‘whodonit’ -kim yaptı, nasıl yaptı, neden yaptı- polisiyelerinin çağdaş bir yorumu diyelim ‘Venedik Polisiyeleri’ne. Brunetti, yapanın kimliğini ve nasıl yaptığını bulup çıkarmak zorunda olmakla birlikte asıl ilgilendiği suçun neden işlendiğidir. Ve ortaya çıkan nedenler -her seferinde- okuyucuların daha derinlerde yatan, daha hakiki suçlarla, bu kokuşmuş düzenle yüzleşmesine yol açacaktır.