Güncelleme Tarihi:
Serginizin başlığı ‘Yeldeğirmenlerine Karşı’dan da yola çıkarak, sizi modern zamanların Don Kişot’u olarak tanımlayabilir miyiz?
Don Kişot, insanı bir şeyleri değiştirme gücüyle donatan, durdurulamaz idealizmin öncüsü bir düş kahramanı. Daumier’den Picasso’ya kadar onu yorumlamış birçok ressam gibi ben de 2017’de farklı dönemlerde çalıştığım resimlerden oluşan bir sergi açmıştım: ‘Hommage a Don Quijote - Don Kişot’a Saygı’. Yakın geçmişte, kızım Burçak Gönül, kaleme aldığım anılarımdan derlenmiş, küçük öykücüklerle kurgulanan bir biyografik roman yazdı. Bu serüvende beni “İdealist, tutkulu ve en karanlık zamanlarda bile sanata sığınmış bir modern zaman Don Kişot’u” olarak betimledi. Herkes gibi mücadelelerle geçen hayatımda, doğru olduğunu düşündüğüm yolda, bazen yenileceğimi bile bile girdiğim savaşlar oldu. Onurlu bir yaşam sürmeye çalışırken bedeller ödesem de şevkim kırılmadan hep davamın peşinden gittim. Kitabın isim babası olan damadım Gürbüz Gönül’ün de katkısıyla ‘Yeldeğirmenlerine Karşı’, yaşam düsturumu yansıtan bir başlık olarak ortaya çıktı. Kitap geçen yıl ‘Yel Değirmenlerine Karşı - Bir Ressamın Anıları’ adıyla, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı’nın sponsorluğunda İnkılâp Yayınevi tarafından yayımlandı. 60 yıllık sanat yaşamımın özeti olan bu retrospektif sergi ve hazırlanan katalog için de, hayata karşı duruşumu anlatan bundan iyi bir başlık olamazdı.
Sergide bir araya gelen farklı dönemlerinizden eserler nasıl bir ortak hikâyede buluşuyor?
Bu sergide, sanat yolculuğuna başladığım Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’ndeki eğitimimden öğretmenlik yaptığım İvriz İlköğretmen Okulu’na, yurtdışında beş yıl ihtisas yaptığım Kassel Akademisi’nden bugüne tüm dönemlerden yapıtlarım var. Hatta bazı dönemlerden elimde kalan yapıt olmadığı için, bir kısmı koleksiyonerlerden ödünç alınarak sergileniyor. Bütün yapıtlar ortak bir hikâyede buluşmuyor elbette. Yaşamım boyunca bulunduğum mekân ve koşulların bana kazandırdığı etki ve ivmeyle farklı temalar söz konusu. Doğa ve doğa soyutlamaları, İç Anadolu’nun stepleri, kimi zaman palmiyelerle dolu bir deniz kenarında yaşam, bazen de o kıyıya özlem, kimi zaman bir metropolün karmaşası, çevre sorunları, siyasal ortam, bazen bir mit, bazen şifalı kantaron çiçekleri... Hepsi bir kitapta bir araya gelmiş farklı öyküler gibi...
İçinden geçtiğiniz şehirler sizi nasıl etkiliyor?
Akademisyenlik ile sanatçı kimliğiniz birbirini nasıl besliyor?
Akademisyenlik ve sanat, çok deneysel ve araştırmalarla dolu bir beraberlik. Akademisyen olmak ideallerime giden yolda en iyi ve en çok istediğim seçenekti. Genç kuşak sanat yolcularının dünyasına ışık tutmayı, kendim gelişirken onları geliştirmeyi hep çok sevdim. Hem sanat yoluyla yeni nesiller çoğaltmak, hem de kendini beslemek... Dolayısıyla akademik kimliğim sanatla hep iç içeydi. İki tarafta da devamlılığımı ve üretkenliğimi korumaya çalıştım. Sanatın temel taşlarından biri özgün olabilmek. Bir sanat eğitimcisi olarak, öğrencilerimi de kimsenin etkisinde kalmadan yepyeni bir ifade yolu bulmaları konusunda özgür bıraktığımı, özgün olmaları yönünde teşvik ettiğimi düşünüyorum.
Çalışmalarınızda insanın doğayla olan ilişkisini inceliyor, sorular soruyor, cevaplar arıyorsunuz. 21. yüzyılda doğayla ilişkimizi nasıl görüyorsunuz?