Güncelleme Tarihi:
50 yıl değilse bile, son 30 yıldır, birçok okur -özellikle hanım okurlar- “Nasıl başladınız? Ben de yazmak istiyorum” diyorlar, sık sık, imza günlerinde, Gezi Pastanesi’nde, bir lokantada, alışveriş merkezinde. Her defasında kemküm yanıtlıyorum.
Ursula K. Le Guin’in ‘Dümeni Yaratıcılığa Kırmak’ını karıştırırken, hep o okur dostlarımı düşünüyordum, belki işlerine yarar diye. Gerçi yazar, zaten yazanlara, yolun başlangıcındakilere bir kılavuz hazırladığını önsözünde belirtmiş.
Bir ikinci ‘gerçi’m daha var: Gerçi bu soy kitapların, kitapların işe yarayacağına pek inanmam. Hazırlayan, kaleme getiren Ursula K. Le Guin olsa da; ondan ‘Mülksüzleri’ severek okumuştum. Haksızlık etmişim: ‘Dümeni Yaratıcılığa Kırmak’ ilgiyle okunuyor. Alt başlığı es geçmeyeyim ‘Hikâye denizine yelken açmak için bir 21. yüzyıl kılavuzu’. Kurmaca sanatının daha 20. yüzyılın başında büyük değişimlerle yüz yüze geldiği düşünülürse, alt başlıktaki ‘21. yüzyıl’ büsbütün dikkat çekiyor.
Yazar, bir yandan da hemen hemen bütün örneklerini, örneklendirmeleri geçen yüzyıldan seçmiş; örnekse, çok önemsediğim ‘Deniz Feneri’, Virginia Woolf.
‘Deniz Feneri’ elbette eşsiz bir romandır, ama benim için çok başka özelliği de var: Yeniyetmeliğimle okumaya çalışmış, bir türlü altından kalkamamıştım. MEB Yayınları arasında çıkmış, herhalde bizde pek okunmamış bir kitaptı. ‘Deniz Feneri’ni dilimize çeviren Naciye Akseki Öncül, Woolf’un yazış tarzını irdeleyen çok güzel bir önsöz yazmıştı. Gidip gelip bu önsözü okur, romanda bir türlü kolay kolay yol alamazdım... Sonraları ‘Deniz Feneri’ başucu romanım oldu.
Le Guin’in ‘Bakış Açısı ve Anlatıda Ses’ bölümünden yazmak -ve okumak- sanatıyla haşır neşir herkesin çok yararlanacağını düşünüyorum. Dünden beri bu bölümü tekrar tekrar okuyorum. Bir de ‘alıştırma’lar söz konusu; üşenmesem, o alıştırmaları da gerçekleştirmeye çalışacağım.
Okurken, bir kurmacanın izini sürerken ‘bakış açısı’nı hemen göz ardı ederiz. Alışkanlıklarımızın esiri olarak, beylik anlatışın, beylik bakış açısının perspektifinden yaklaşırız. Le Guin’in ‘Müdahil yazar’ dediği, ‘neyin olduğunu ve neyin olacağını bilen’ anlatıcıyla sürüklenip dururuz. Oysa elimizdeki metin, bambaşka bir bakış açısıyla yazılmış olabilir; öyleyken işin içinden çıkamayız.
Le Guin bakış açısı sorununu alabildiğine seçik kaleme getirmiş, seçik, duru, yalın.
Ünal Aytür’ün yetkin çevirisiyle dilimize kazandırılmış ‘Roman Sanatı’ndan da söz açmak isterim; 1980’lerde bu eseri büyülenerek okumuştum. ‘Roman Sanatı’ usta bir romancının, E.M Forster’ın söyleşilerinden oluşuyor. Forster, 1927’de üniversite öğrencilerine bir dizi söyleşi gerçekleştirmiş. Bu söyleşiler, bugün de roman ve bir anlamda kurmaca sanatı üzerine göz kamaştırıcı derinliktedir.
Forster, söyleşilerinden birinde, büyük çoğunluğun romandan, kurmacadan kendince bir şeyler anladığını, ama gerçekte habersiz, bilgisiz yaşadığını ileri sürer. İyi kötü bir iki roman okumuşlardır belki, hoş aralarında okumayanlar da vardır; ama herkes her nasılsa fikir sahibidir, roman dendi mi...
Öyle sanıyorum ki, 90 yıl sonra da değişen bir şey yok. Abarttığımı, dahası yalan söylediğimi düşüneceksiniz: “Benim de hayatım bir romandır” diyenlere yıllar boyu o kadar çok rastladım ki!
‘Dümeni Yaratıcılığa Kırmak’ yaşanmışın kurmacaya dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği, dönüştürülürse, hangi fırtınalardan geçilerek, girdaplara sürüklenerek yol alınacağı konusunda ilginç bir inceleme. Demin andığım ‘Roman Sanatı’na gelince, yarın da bu eserin her okuyana anlam katacağına inanıyorum.
Sözü görkemli Sevim Burak’a bırakıyorum: “Yazmak büyücülük gibi bir şey. Büyü tutmadı mı hepsi boşuna…”