HAYDAR ERGÜLEN haydaree@yahoo.com
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 02, 2021 10:57
Merih Akoğul okumak, kitabının adından da hislenerek hep o ‘yaz’ı duymaktır. Akoğul’un Ağustos’u (Yok) en yazdır. “Nasıl geçti habersiz” şarkıyken, nasıl geçtiğinin ve geçmediğinin ruha, tene, belleğe kazıldığı ve yazıldığı şiirdir. Baştan başa bir yaz destanıdır. Kargışıyla, kusuruyla, iyiliğiyle, düşleriyle, kırıklıklarıyla, acısı, sıkıntısı, mutluluğuyla, maviliği ve karanlığıyla en kısa en uzun destan.
Merih Akoğul okumak, kitabının adından da hislenerek hep o ‘yaz’ı duymaktır, ‘Hep O Şarkı’ olan şeylerden birini hiç unutmamaktır. O yazın asude bir mevsim olduğunu ve mutluluğun o baygın kokusunun sürdüğünü kim söyledi? Yaz ya da bu kitaptaki mahlasıyla, ‘Ağustos’, biraz da Selim İleri’nin ‘Cehennem Kraliçesi’ndeki iklim gibidir.
“Geldi geçti ömrüm sanki bir akşam” dediği Âşık Mahzuni Şerif’in, yazdır. Açık ya da kapalı yazdır yazılan hep ömür yerine, niyetine. Çocukluk yapayazdır, gençlik yazayazdır, sonrası ortayaz, derken sonyaz. Her şey dahil. Kış, ilkbahar, güz. İnsan en çok yazları hatırlar. Kaç yıl geçti sorusunun aslı kaç yaz geçtidir. Murathan Mungan’ın “yaz geçer/yine gelir” dediği tesellidir, bir gün gelmeyeceğinin şiiridir. Yaz yaz yaz, şiir de yazdır!
Akoğul’un Ağustos’u (Yok) en yazdır. “Nasıl geçti habersiz” şarkıyken, nasıl geçtiğinin ve geçmediğinin ruha, tene, belleğe kazıldığı ve yazıldığı şiirdir. Baştan başa bir yaz destanıdır. Kargışıyla, kusuruyla, iyiliğiyle, düşleriyle, kırıklıklarıyla, acısı, sıkıntısı, mutluluğuyla, maviliği ve karanlığıyla en kısa en uzun destan.
Akoğul’un 1992’de ‘Son Dokunuş’la başlayan şiirlerindeki beyazlığa, açıklığa aldanmamak gerektiğinin delilidir her yeni şiiri. Nice aile yangınları, çocukluk acıları, gülüşlerin zehri, onda itelenir, ötelenir, sıkıştırılır ve yazın hanesine yazılır. ‘İçi beni yakar’ bir yazdır bu. Yangınyazı, karayazı, çölyazı.
“Gam kimsenin değildi, keder/mevsimsiz yaktığın tarlada/önünde diz çökerdi periler/ terk ettiğin kısır tohumla”. Merih Akoğul siyah-beyazı içindeki görünen görünmeyen tüm renkleriyle çekmek, derinleştirmek gibi bir göz hünerinin sürdürücüsü değil yalnızca, bu derinliği şiire de taşımak ve bir yazdan bir ömrün tüm kıyılarını da görmek, yazmak gibi bir söz hünerinin de dervişi: “İçine bakan içini görür/üstünden bakan kendini”. Yazın öğrettiklerinden olmalı bu deyiş de.
‘Boşluğunu karanlıkta bir kuğuya konuk eden’ bu şiirin nasıl bir söz dağarı olduğunu ve yaz nasıl bir buluşmaysa şiirinin de sözcüklerinden temalarına, duygularından göndermelerine, söylemeye gerek bile yok, bir buluşma olduğunu... “Şükür, yaz da bitti” dizesindeki yoğunluğa, bu kadar ‘sıradan’ görünen bir söyleyişe böyle varıldığını görmek için ‘Ağustos’a bakın. Doğrusunu isterseniz yazın adı da ağustos olmalıymış, yazın bir ömür sürdüğünü, fakat ağustos kılığında sürdüğünü görmek için.
“Sen girdiğinde otağıma/pan görünmez olur/kırda kıyamet olur/akşamı yakınında tut” dizelerini de paylaşıyorum ve ‘Ağustos’u yakınımda tutuyorum. Yaz değil yalnızca bir ömür kılavuzu gibi.
İçini açmak
Mahir Karayazı’da şiir bir ‘yol hali’. Her şair yolcudur da, Mahir’deki öte yandan bir ‘destur’ sayılır. Yola çıkmaktan çok yola girmek için. ‘Himmet’ini bekleyen değil, arayan bir şiir. Yol hep uzağa götürmez, bazen de kendine getirir, içtekine getirir. Şiirini her okuyuşumuzda aklımıza eskimeyen iyiliklerin, ilişkilendirildiğinde bahtiyarlık hissettiğimiz farklılıkların, saflıkların gelmesinde belki de şiirin kendisi kadar, onun şiir tutumu da etkilidir. Şiirlerinden çıkarabileceğimiz bir tutumdur bu, zira şiir kaynağını da işaret eder, geldiği yeri de gösterir. Mahir’in şiirinin kaynağında, o görülmeye gelmiş talibin bekleyişi de vardır, birazdan turnalar gibi kanatları yeri süpürerek havalanacak dizelerin açıklığı da, sonra da ‘niyazın olsun’ diye bitirilecek cana hürmet de.
Onun şiirini okurken kendi kendine konuşan bir çocuğun sevincini de yaşarsınız, söylediklerinin kuşlar, ağaçlar, sular tarafından duyulduğunu hisseden taze bir şairin coşkusunu da. Kitabı açınca eski evlerdeki ‘hayat’ karşılar sizi önce, evden şiire giderken de hayat uğurlar. Yeni kitabı ‘
Tuz Gibi’de (Pikaresk), mektubunu kendi taşıyan biri, zarftan düşen sözcükleri yolun nasibi, göğün nasibi diye bırakarak, elde kalanını götürüyor hissiyatı var. Onunla yetinmenin. Sözcükler de düştükleri yerlerden boş dönmüyorlar elbette, nefeslenip, heveslenip, nasiplenip şiire ‘dolu’yorlar.
Böylece Mahir Karayazı “Döndüm/(suyu anlattım sana/ateşin dediğini/aldım sana geldim” diyecek ve niye geldiğini de, ekmeğin içini açar gibi bahtiyarlıkla, yazacaktır.