Güncelleme Tarihi:
Hangi edebi türde tam anlamıyla entelektüel olarak belirir yazar? Bu soruya net bir cevap vermek mümkün mü? Hatta entelektüel olmanın sınırlarını çizmek elde mi? Önceden, şimdiye nazaran çok fazla deneme yazılıyordu dilimizde. Azalma entelektüel hayatımızdaki daralmanın bir karşılığı mı; yoksa yazarlar bu konuda yeterince ısrarlı değiller mi? Soruların/sorunların arkası gelmeyecek, biliyorum. Fakat her zaman, nitelikli edebiyat okurunun deneme ile geliştiğini söylemek abartı sayılmamalı. Bunun için de hem daha fazla deneme yazarı belirmeli hem de vaktiyle yazılmış deneme kitapları tekrar tekrar okunmalı. ‘Budalalığın Keşfi’ 20 yıl önce can bulmuş bir deneme eseri ve Sakine Korkmaz’ın eliyle yeni bir yapıya kavuşmuş durumda. Hem deneme hem de Hilmi Yavuz okurları için, yeni, yeniden bir imkân.
“Benim için gerçekten ideal bir form” diyen Hilmi Yavuz, onu ‘yazarın entelektüel otoportresi’ diye tanımlıyor. Gazete köşe yazarlığı vasıtasıyla geliştirdiği kalemi, ‘etik olduğu kadar edebi kaygıların’ eşliğinde yol alıyor. Ayrıca ‘denemenin okuru gülümsetmesi’ni vurgulurken alttan alta mizah ve zekâ meselesine de gönderme yapıyor. Ataç ve Nermi Uygur şair değillerdi. Refik Halit de unutulur cinsten denemeler yazmadı. Ne var ki dünden bugüne Türkçenin en güzel denemelerini onlar yazdılar. Haşim, Yahya Kemal, Cemal Süreya, Melih Cevdet, Enis Batur, Haydar Ergülen ilerlettiler de denemeyi. Hilmi Yavuz bu halkadan bir deneme yazarı ve ideoloji ile fikir adamlığı çemberine dalmadan, edebiyat ile mesafeyi ölçüleyerek yol aldı. Sonuçta bir dil tadı aldığımız kadar edebiyat kültürü de edinmeliyiz denemeden. ‘Budalalığın Keşfi’ buna aday olduğu ‘kertede’ kaynak da.
Türkçenin duyuş kadar deneyim gücü bir şekilde düşünceye göz kırpar hep. Denemeci, saf çizgide durmaya çalışırken bile bir fikir savunusunun içinde bulabilir kendisini. Bu buluşun niyetine bakmaktan yanayım ben. Deneme yazarı özgür ve biricik dünyasında bana akıl mı vermeye çalışıyor yoksa öznel duyuşunu mu işletiyor? Deneme yazarı diğer yazarlar gibi hayatla çevrilidir ve çokça hayatın basıncı yazdıklarına sirayet eder. Kavgayı, tartışmayı, açık ve gizli gönderme yanında iğnelemeyi seven bir mizacı var Hilmi Yavuz’un. Bu bir sürek olduğu kadar tutarlılık da onda. Tam da burada değişme ve kimlik kavramına değindiğini söyleyebiliriz onun. Kimlik, varoluşa çıkar bir şekilde ve ‘değişerek devam etmek ya da devam ederek değişmek’ diye yorumlanabilir. Yeter ki açıkça denemeye yansısın bu değişme. Orada bir süre sonra toplum, dil, hayat sembolize olacaktır. ‘Budalalığın Keşfi’ni de bir tür değişim ve kimlik kitabı diye okumak mümkün.
Hem nelerden söz açmaz ki deneme yazarı. Sanki deneme her şey yazıya konuk olsun diye yaratılmıştır. Aşk mutlaka boy verecektir orada. Dil, para, felsefe, kahve, pipo, kitap, modernlik, gençlik ne varsa denemecinin diliyle yeniden ışıyacaktır. Bir entelektüelin denemede ettiği tecrübe, tarihe çıkar sonunda. Ve şöyle söyler Yavuz, Rabelais’in sözünden ilhamla; “Gülmesini bilmeyen okurlar, okumasınlar denemelerimi.” Yalnız okurlar mı? Toplumun gülmeyi unuttuğu şu günlerde, bir zihnin haritasını incelemek iyi gelecektir.